Martılar

Uyandı, daha elini yüzünü bile yıkamadan komodinin üzerinde duran sigara paketine uzandı. Yavaşça doğruldu yatakta, sigarayı ağzına götürdü ve yaktı. Gece dişlerini fırçalamamıştı bir garip geldi sigaranın tadı. Hareket etmeye üşenen bedenine inat odanın içinde uzun uzun gezdirdi gözlerini. Saati hiç merak etmedi. Uykuları hep kesik kesik ve kısa olurdu. Sigaranın ucunda biriken külü nazikçe döktü. Sigarasını ağzına yerleştirip yavaşça kalktı yataktan. Sabahları pek sevmezdi, öğlenleri, ikindileri, akşamları da sevmezdi. Aslında hayatı pek sevmezdi. Yerde duran kıyafetlerin üzerine basa basa çıktı odadan gece üzerini değişmeden sızmıştı. Yatağa nasıl geldiğine dair bir fikri bile yoktu. Tuvalete girince bir irkildi. Kaç gündür duş almadığını düşündü yağlı saçlarına şekil vermeye çalışırken. Sonunda pes edip duşa girdi.
Mutfak evin en az kullanılan bölümüydü. Alışverişle arası pek yoktu. Arada lokantalara verdiği para canını sıkar mutfak alışverişi yapardı. İlk gün hiç üşenmeden hazırladığı sofrayı kaldırması iki üç gününü alırdı. Geçen sürede ekmek bayatlardı. Yeniden ekmek almayı ya unuturdu ya da sabah sabah bakkala yürümeye üşenirdi. Bir süre sonra dolaptaki ıvır zıvır da bozulurdu. Parası varsa yol üstü bir fırından ya da seyyar satıcıdan bir simit alırdı. Yarsını yer yarısını vapura saklardı.
Doğayla birlikte uyanırdı bu küçük ada. Bahar gelip çiçekler açmaya başlayınca sadece bayramlarda ziyaret edilen aile büyüğüne benzerdi. Kısa ziyaretler yapardı insanlar. Şimdi ise ne bayram ne de seyrandı. Ezberlediği yüzlerle yolculuk yapacaktı. Vapur gelene dek simidin yarısını yedi. Hava soğuktu ve rüzgâr katilinden kaçmaya çalışan bir maktulün paniğiyle esiyordu. Herkes vapura bir an önce binip boş ve sıcak bir yer bulmanın telaşındaydı. Önündeki kalabalığın hızla dağılışını izledi. Camın içinde değil dışında oturmayı severdi. Demirlere ayaklarını uzatıp rüzgârla paylaştı sigarasını. Montunun cebinden yarım kalan simidini çıkardı. Rotaya vapurun kaptanı kadar hâkim olan martılar çığlık çığlığa vapura eşlik ediyordu. Minik bir parça böldü simitten ve havaya doğru fırlattı. Bir martı harika bir zamanlama ile kaptı bu küçük ödülü. Biraz süzüldü havada sonra tekrar geriye doğru çırptı kanatlarını ve pozisyonunu aldı. Bir küçük parça daha ve yine o harika zamanlama. Sabahları sevmezdi ama bu vapuru ve martıları seviyordu.
Camın içinden biri çıktı. Uzun dalgalı saçları uçuştu rüzgârda. İçi titredi bir an gayri ihtiyari montunun yakasına yapıştı. Rüzgâra sırtını dönüp montunun düğmelerini ilikledi. Adını değil ama parfümünün kokusunu çok iyi biliyordu. Denize, rüzgâra, martılara karıştı parfüm. Bir anlığına aldığı nefesi hiç vermek istemedi. Kıza doğru çevirdi kafasını yavaşça, rüzgârın savurduğu saçlarının arasında gözlerini aradı, buldu. Kısa bir süre buluştu gözleri, heyecanlandı. Binlerce fikir doluştu kafasına. Gözlerini mavilikten çıkarıp tekrar kızın gözlerine baktı. Yutkundu tam bir şeyler söyleyecekti ki vazgeçti. Kız biraz daha durdu, ondan başka ne varsa görebileceği baktı. Camın içine girdi tekrar. Bir küçük parça daha böldü simidinden. Kız gitmişti pek önemsemedi. Daha martılarla paylaşılacak çok simit vardı. Bir parça daha böldü bu kez daha alçak bir şekilde denize doğru yavaşça fırlattı.

19 Mart 2014 3-4 dakika 15 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (3)
  • 10 yıl önce

    1/

    Bazen kısacık öyküler hayatı tümüyle yakalar. Kısacık kurulan cümlelerin içinde yalnızlığın o iyot kokulu içe dönük sessiz konuşmalarında bile tatlılık vardır. Bazen kısacık öyküler hiç umulmadık an da roman tadında olur. Dünya kadar sayfa karalamaktansa kısacık kurulan cümlelerle yalnızlık- saçları uçuşan kız üstelik parfüm- yetmedi deniz-simit-martı... Kızın hem bekleyişini hissedersiniz hem de usulca kaçışını o camların arkasına sığınışını görürsünüz sonra gözlerini yakalarsınız...

    Öykü önemlidir yazım hayatımızda. Gözlem gerektirir daha çok daha çok konuşma daha çok kâğıda dökülme. Kişileri kalabalık olmaz öykülerin. Okuyunca kafa bulandırmaz. O martının nasıl simit parçasına atıldığını düşler ve o manzarayı yaşarsınız. Denizden gelen rüzgârı sıçrayan damlaları vapurun uğultusunu geride bıraktığı köpükleri sonra anlatanın dikkatli oluşunu " Aynı Yüzler " konusunda her sabah ve her akşam yapılan yolculuğu... özellikle son derece sade anlatılan " O kızı " görürsünüz nasıl bir yürek taşıdığını belki ilgisini içinde sakladığını, ama en çok sessizliğin şarkısını dinlersiniz...

    Öykü insanın çevresine duyduğu saygıdır da.

  • 10 yıl önce

    2/

    Öykünün ismine baktığımda çok bilinen bir canlanın öyküyle örtüşmeyen bilinen alışkanlıkları anlatılsa da, sırıtmadığını az-çok görüyorum. Yine de öykücü bu son derece yalın-sade anlatımına değişik bir isim bulabilirdi. Gençleri okurken sevinçliyim. Umarım kaliteli öykücülerimizin Sait Faik, Sabahattin Ali , Halikarnas Balıkçısı ( Cevat Şakir ) ve o dönemin öykücülerinden sonra öykü yazan pek çıkmadı fazla. Genç dostun gözlemleri ve anlatım yeteneği farklıydı. Kendi payıma bu sabah oy vermeye gitmeden önce hem sevindim hem de damağımda tatlımsı iyot kokusunu duydum...

  • 10 yıl önce

    Çehov tarzı öyküye Sait Faik ile ilgi duydum. Sıradan alelade insanın da bir öyküsünün olabileceğini gördüm. Kuvvetli bir olay yerine insana tutundum ve herhangi bir insanın hayatından ufak bir anı kaleme almak istedim. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.