Mavi Bisiklet

Yirmi üç liralık bayram harçlığı da bisiklete verilir mi hanım, diye homurdanıyordu babam. Anneme mi söylüyor, kendi kendine mi konuşuyor belli değildi. Belki de uyumadığımı, numara yaptığımı anlamış, benden bir kıpırtı bekliyordu. Asla bozmayacaktım oyunumu. Yorganın altında terden sırılsıklam olsam da, sırtım istediği kadar kaşınsa da uyanık olduğumu belli etmeyecektim. Yememiş içmemiş de turu elli kuruştan kırk sekiz tur bisiklet binmiş. Kırk sekiz tur hanım! Hem de üç tekerlekli bisiklete!

Heveslenmiştir çocuk, dedi annem, bu güne kadar bisikleti mi oldu? Hep imrenerek baktı çevresindekilere. Hem, para onun değil mi? Bırak istediği gibi harcasın… Bayramda sevindirmiş işte kendini. Ne var bunda? Yoksa çocuğun parasında gözün mü vardı?

Ah hanım, dedi babam, anlamadın değil mi konuyu? Yirmi üç lirayla kırk sekiz tur binmiş. Parası bittiği için son iki turun parasını vermeden kaçmış. İşten gelirken Bisikletçi Kemal önüme geçti, senin oğlan böyle böyle yaptı, dedi. Yerin dibine girdim vallahi! Çıkarıp verdim bir lirasını.

Annem de bisikletçi Kemal’e sinirlenmişti. Demedin mi o aç gözlüye, dedi, çocuktan aldığın o kadar paradan sonra iki turun hesabını mı yapıyorsun, diye sormadın mı? Utanmaz arlanmaz! Bırak çocuğun başında alıcıkuşu gibi dönmeyi herif! Uyuyor görmüyor musun?

Uyanık olsa iyiydi, dedi babam, hem savrukluğunun hesabını soracaktım hem de borçlanıp kaçmasının. Terbiyesiz! On tur değil, yirmi tur değil… Koskoca top sahasında kırk sekiz tur! Düşündükçe sinirleniyor, sinirlendikçe homurdanıyordu. Durum oldukça ciddiydi. Hesap sorma sözünü duyunca gerçekten uyumaya karar verdim. Ha deyince de uyunmuyor ki! Çıkardıkları seslerden, yaptıkları işleri anlama oyununa giriştim uykuyu beklerken. Annem tatlı için balkabağı soyuyordu. Babam ayaktaydı. Az sonra döşemenin gıcırtıları sustu. Gezinmeyi bıraktı. Tabakasını açtı. Tütün sararken de homurtularını sürdürüyordu: Erkenden niye uyudu bu çocuk? Allah bilir; yemek de yememiştir. Sıcağı sıcağına konuşup cezasını verseydim… Ta yarın akşama kalacak. Kırk sekiz tur hanım, kırk sekiz tur! Yorulmuş tabii!

Uyandırma çocuğu, dedi annem, yarın alır karşıma, konuşurum. Sen de akşam geldiğinde cezasını söylersin olur biter.

Daha neler konuştular, neler kurguladılar bilmiyorum. Tilki uykusunda gizlenirken dalıp gitmişim. Uyandığımda derin bir oh çektim; annemin yanında komşumuz Feride teyze vardı. Babam ise çoktan işe gitmişti. Annemin saklısı gizlisi yoktur. Sinirliyse eğer başkalarının yanında da söyler. Uyandığımı gördüğünde, sokağa çıkma sakın, dedi, dün yaptıklarını konuşmalıyız önce. Hemen mi, diye gözünün içine baktığımda, şimdi Feride teyzenle sohbet ediyorum, daha sonra konuşuruz, diye tersledi, mutfağa geç de karnını doyur!

Cezalar oldukça ağırdı. Bir hafta sokağa çıkmama, bir ay harçlık almama... Ayrıca, sokağa çıkma yasağım bittiğinde gidip Bisikletçi Kemal’den özür dileyecektim. Düşünebiliyor musunuz; beni, kendisine onca para kazandıran müşterisini, babama şikâyet eden adamdan özür dileyip elini öpecektim.

Zor oldu ama yaptım.

Bir gün annem, bütün yaz sokaklarda böyle oynayacak mısın, dedi, okullar açılana kadar bir iş bulsan, para biriktirsen, biriktirdiğin paralarla kendine bir bisiklet alsan, olmaz mı? Çok şaşırmıştım. Bu güne kadar bisikletim olacağını hiç düşünmemiştim. Olur mu, diye sordum, kazandıklarımla bisiklet alabilir miyim? Bilmem, dedi annem, ben yalnızca fikir verdim, bu soruyu asıl kendine sor. İnsan isterse her şeyi yapabilir.

O gün gidip bisiklet fiyatlarını sordum. Belediye yanındakinde iki yüz kırk lira, küçük mağazada ise iki yüz kırk beş liraydı. Hesap yaptım. Günde iki buçuk lira kazansam doksan altı gün çalışmam gerekecekti. Oysa okulların açılmasına yetmiş iki gün kalmıştı. Olsun, bazı günlerde daha fazla kazanırdım belki. İş aramaya koyuldum. Dükkân dükkân girip çıktım. Bir gün, iki gün, üç gün… Bırakın para karşılığı iş bulmayı, karın tokluğuna, çıraklığa durmaya bile yoktu. Kendi kazancımla bisiklet alma fikrim balon gibi sönüp gitmişti.

Bir hafta sonra, yolum top sahasına niye düştü hatırlamıyorum. Duvarın üstüne oturmuş, bisiklet binen çocukları izliyordum. Benden daha küçüklerin iki tekerlekliye binip, düşmeden tur atmasına sinir oluyordum. Tabii yalnız onlara değil, Bisikletçi Kemal’e de sinir oluyordum. Ben çalışacak iş bulamazken o, belki de günde elli lira kazanıyordu. Her sabah erkenden top sahasına geliyor, bisikletlerin kilitlerini açıyor, tekerleklerin arasından geçen uzun zinciri topluyordu. Sonra bisikletleri küçükten büyüğe sıraya diziyor, en başa sandalye koyuyor ama genellikle oturacak fırsat bulamıyordu. O gün de çok yoğundu. Bisikleti birinden alıp başkasına veriyor, turu bitenden parasını topluyor, aldığı her elli kuruş için defterine bir çizgi koyuyordu.

Öyle dalıp gitmişim ki, eliyle gel işareti yapan Bisikletçi Kemal’i görüyordum, ancak anlam veremiyordum. Sonunda el hareketine sesini de kattı. Veysel, gel len buraya, diye bağırdı. Hayırdır inşallah, dedim. Bunu annemden duymuştum. Ne zaman anlamını çözemediği bir şey olsa kullanırdı bu sözleri. Arkama, sağıma soluma dönüp, çevremde başka Veysel var mı diye bakındım. Sana diyorum len, dedi, ne bakınıp duruyorsun sağa sola?

Babam parasını vermişti, ben de gelip özrümü dilemiş, elini de öpmüştüm. Ne kalmıştı başka? Şimdi niye çağırıyordu beni? İsteksiz adımlarla yaklaştım. Niye nazlanıyorsun len, dedi, açsana pergelleri! Hızlandım. Yanına vardığımda, bedava bisiklet binmek istiyor musun, diye sordu. Yanıt vermedim. Şüpheli gözlerle bakmış olmalıyım ki, bana inanmıyor musun len, diye sordu. Gözlerine baktım, oldukça ciddi görünüyordu. İstiyorum, dedim. Öyleyse bir saat benim yerime çalışacaksın, dedi, al şu elli kuruşları, parayı peşin iste, deftere bir çizgi at, tur bitince de bisikleti yerine koy.

Söylediklerini yapmak kolaydı… Ancak korkuyordum yine de. Mahallenin büyükleri gelirse, Belalı Murat’la yüzü çizik arkadaşı uğrarsa? Para vermeden bisiklete binmek isterlerse? Bisikleti vermeyince beni döverlerse? Bir saat boyunca pek çok soru gelip geçti kafamdan. Korktuğum hiçbir şey olmadı. Üç tekerleklilerden altı tur, iki tekerleklilerden on bir tur kiraladım, çiziklerini bir bir attım. Bisikletçi Kemal’in verdiği ellilikleri bir cebime, kazandıklarımı de diğerine koydum. Bir saat sonra gönül rahatlığıyla teslim ettim.

Evet, Bisikletçi Kemal sözünü tuttu. İstediğim iki tekerlekli bisikleti verdi. İki tur atacaktım. Ancak biner binmez düştüğümü görünce, dur len dur, dedi, bir tarafını sakatlayacaksın şimdi, al şu üç tekerlekliye bin.

Ertesi gün, daha ertesi gün, daha daha ertesi gün yine geldim Bisikletçi Kemal’in yanına. Belki işi çıkar da… Olmadı. Duvarın üzerinde oturup oturup gittim. Beşinci gün çağırdı yanına. Hıh, dedim, iki tur biniş kazanacağım yine! Yaşasın! Koştum. Len Veysel, dedi, hiç işin gücün yok mu senin? Durup dururken niye kızmıştı şimdi? Burada otururken ona ne zararım vardı? Kırılmıştım. Yanıt vermedim. Boş boş oturacağına benimle çalışsan ya sen, dedi. Kulaklarıma inanamadım. Ne diyeceğimi bilemedim. Düşünüyorum, karar veremedim sandı. Para vermem ama sana, dedi, yemeğini benimle yersin, günde bir tur da iki tekerlekliye biner, öğrenirsin.

Bu nasıl hesaptı, nasıl cimrilikti? Bir saat için iki tur veren Bisikletçi Kemal, gün boyu çalışmaya bir tur veriyordu. Çekici değildi. Babama sormalıyım, diyerek geçiştirdim. Nasılsa izin alamazdım. Karın tokluğuna akşama kadar çalışılır mıydı?

Bisikletçi Kemal gülümseyerek sözlerine devam etti. Teklif hoşuna gitmedi değil mi? Peki asıl bombayı patlatsam; okullar açılana kadar, dedi, parmaklarıyla kabaca bir hesap yaptı. Evet, iki ay çalış, okullar açıldığı gün bu bisikletlerden istediğini al götür. Şaka yapma, dedim. Ciddiyim, dedi, senden iyi, senden dürüst yardımcı bulamam yanıma. Sırayla duran bisikletlere baktım. Mavi olanı bana gülümseyiverdi. Olur, çalışırım ama, dedim, babam izin verir mi bilmem. Babanla konuştum, dedi, izin işi de tamam. Yarın saat dokuzda işine başlıyorsun.

Tüm hızımla eve koştum. Sanki mavi bisiklet içime girmiş de, yabani bir at gibi şahlanıyordu. Kapıları nasıl açtığımı, merdivenleri nasıl tırmandığımı, annemi bulup müjdeyi ona nasıl verdiğimi anlatamam. Annem de biliyormuş ya… Sonra sokağa indim, Kerim’e, Halil’e, Engin’e söyledim. Bedava bisiklet bineriz diye hiç heveslenmeyin, dedim, turu elli kuruş, hazırlayın parayı gelin yanıma. Okullar açıldığında mavi bisikletim olacaktı. Şaka gibi, düş gibi, rüya gibi bir şeydi.

Gerçekmiş…

Her gün sabah dokuzdan akşam sekize kadar çalışması hiç de kolay değildi. İlk günlerde ayaklarımın altında patlayacak saatli bombalar var sanmıştım. Akşama doğru tık tık tık sesleri artar, acıları içime vururdu. Eve gittiğimde kendimi yatağa zor atardım. Gün geçtikçe alıştım ama. Üstelik Eylül yaklaştıkça hevesim arttı. Özellikle son günlerde zaman geçmez oldu. Bazen bir gün, iki üç güne bedel olurdu.

Mavi bisikleti her zaman korudum. Ona binmek isteyenler olduğunda caydırmak için elimden geleni yaptım. Ön lastiği inik, dediğim oldu, gidonu yamuk, dediğim. Frenleri zayıf, lastiği kabak, dediğim. Bazen müşteri inat eder, olsun, ben yine de ona bineceğim, derdi. O zaman da, topu Bisikletçi Kemal’in üzerine atar, yine vermezdim. Mavi bisikletin eskimesini istemiyordum. Sanırım ustam da farkındaydı bu durumun, ısrar eden müşterileri aynı bahanelerle başka bisikletlere yönelttiğini tanık olmuştum. Üstelik sonrasında bana göz kırpmıştı.

İşi bırakacağım gün Bisikletçi Kemal babacan bir nutuk çekti. Aferin Veysel, dedi, senin kadar dürüst, senin kadar çalışkan başka birini tanımadım. Biliyor musun, iki defa denedim seni. Yerden bulduğun beş lirayı oraya ben koydum. Sana işbirliği teklif eden çocukları ben gönderdim. Gördüm ki çelik gibi bir iraden, altın gibi bir karakterin var. Gözüm arkada kalmadan her şeyi teslim edebilirim sana. Bundan sonra işin hep hazır... Ne zaman istersen gel, yanımda çalış. Hadi len, öp elimi de bisikletini al götür.

Babamın elini öper gibi öptüm Bisikletçi Kemal’in elini. Mavi bisikleti zincirinden kurtarıp, gözlerimle şöyle bir sevdim, gülümsedim. O da bana gülümsedi. Artık iki tekerleklilere binebiliyordum. Semerine atlayıp, hadi oğlum, dedim, mahalleye gidiyoruz. Bu kez birlikte şahlandık.

Okulun ilk günü bisikletimle gittim. Bahçedeki park yerine zinciriyle bağlayıp küçük kilidini geçirdim. Teneffüslere çıktığımda çözüp biniyor, zil çaldığında yerine bağlıyordum. Ertesi gün okulda bisiklet binmeyi yasakladı müdür. Çocuklara çarpıyormuşuz, tehlikeli oluyormuşuz. Bisikletinizle gelebilirsiniz, dedi, park yerine koyar akşam da alır gidersiniz. Aksi halde bisikletinize el koyarım da ancak velileriniz alabilir.

Herkes gibi ben de öyle yaptım. Okulumuz eve yakındı zaten; iki sokak öteden geliyordum. Saat tuttuğumda dört dakikada ulaştığım oluyordu. Bisiklet binmeyi sevdiğim için yolu uzatıyordum çoğunlukla. Arka sokaklardan dolaşarak, top sahasının yanından geçiyordum.

Çok mutluydum…

Okullar açılalı on beş gün olmuştu sanırım. Paydos zili çaldığında her günkü heyecanımla bisikletime koştum, yerinde yoktu. Ama öğleyin kendi elimle bağlamıştım zincirini. Hatta sibop kapaklarını kontrol etmiş, ön taraftakini sıkıştırmıştım. Şimdi bu bisiklet nereye gider? Kapıda bekleyen güvenlikçi amcaya sordum. İki tekerlekli, mavi bir bisikletti, dedim, ön jantının üzerinde süslü bir V yazıyordu. Arka lastiğinde siyah içinde beyaz bir şerit vardı.

Koca göbekli güvenlikçi amca, ağzını yırtarcasına esneyip omuzlarını silkti. Bisikletimin kaybolması sanki normalmiş gibi kaldığı yerden uyumaya devam etti. Doğrudan müdürün yanına koştum. Bisikletimi siz mi aldınız, diye sordum, oysa ben teneffüslerde binmiyordum onu. Okula gelip giderken kullanıyordum sadece. Eğer aldıysanız söyleyeyim babama da gelip teslim alsın sizden. Hayır, ben almadım, dedi müdür, nöbetçi öğretmenlere bir sor bakalım. Belki de hizmetli Ramiz Efendi kaldırmıştır.

Yoktu. Bisikletimi gören, duyan, kimde olduğunu bilen yoktu. Eve gidip annemle tekrar geldik okula. Yeni baştan sorup soruşturduk. Yoktu. Polis karakoluna gidip şikâyet dilekçesi doldurduk. Bisikletimi tanıttım polis amcalara. Bir bir yazdırdım özelliklerini. Göbekli olanı ağzını yaya yaya güldü. Git, üstünden bir bardak soğuk su iç delikanlı, dedi, bulunmaz artık o bisiklet. Yarım saatte boyayıp rengini değiştirmişlerdir onun. Çok sinirlendim. Mesleği polis olmasa, bisikletimi çalan bu göbekli amcadır, diyebilirdim. Ters bakmış olmalıyım ki, alttan aldı. Tamam, bisikletini biz de arayacağız da, ama asıl sen kollayacaksın çevreyi, dedi, okullara gidip bakacaksın, sokaklarda gözün hep bisikletlerde olacak. Malını en iyi sen tanırsın, değil mi?

O günden sonra girip çıkmadığım okul, bakmadığım sokak, incelemediğim bisiklet kalmadı. Mavi bisikletim, yabani atım kanatlanmış uçup gitmişti. Sevincim, mutluluğum on beş gün sürmüştü yalnızca. Rüyalarımda görmeye başlamıştım mavi bisikletimi. Bir sabah, yatağımdan nasıl fırladıysam; hayırdır inşallah, diye mırıldandı annem, ödümü kopardın oğlum, bu nasıl uyanış? Hem, okula iki saat var daha, dedi saate bakıp, biraz daha uyusana. Anne, dedim, karar verdim ben de bisiklet çalacağım. Ne dediğimi anlamadı annem, dahası kavrayamadı. O sırada babam da uyandı. Şaşkınca ikimize baktı. Annem omuzlarını silkti. Yeniden söyledim aynı şeyi. Polis amcalara üç gün daha süre tanıyorum, dedim, bisikletimi buldular buldular, yoksa ben de bisiklet çalacağım. Deli deli konuşma, dedi babam. Uyumak için yeniden odasına girdi. Görürsünüz, dedim içimden.

Okuldan gelirken karakola gidip bisikletimin bulunup bulunmadığını sordum. Bulununca evine telefon ederiz, dedi polis ablanın biri, elimizden geleni yapıyoruz, merak etme. Göbekli polis amcayı sordum, göreve gittiğini söyledi. Söyleyin ona, dedim, bisikletimi bulmak için üç gün süresi var. Yoksa bir tane çalıp mavi bisikletin yerine koyacağım. Polis abla kahkahayla güldükten sonra, hırsızlık suçtur, seni hapse atarız, dedi. Benimkini çalanı niye atmadınız, diye sordum kapıdan çıkarken, hani suçtu hırsızlık, yakalasanıza madem! Ne diyeceğini bilemedi, arkamdan bakıp kaldı.

Canım çok sıkılıyordu. Kimin bisikletini, nasıl çalacağımı düşünürken, mavi atımla dolaştığım uzun yoldan eve yürüyordum. Çalacağımı herkese söylemiştim ama… Sahibinin benim kadar üzüleceğini düşününce vazgeçtim. Başka Veyseller olmasın, dedim. Televizyondan duymuştum bu sözü; başka Veyseller üzülmesin…

Top sahasının yanından geçerken Bisikletçi Kemal’i gördüm. El işaretiyle beni çağırdı. Veysel, dedi, gel len buraya!

*Öykü Gazetesi-Ağustos-2018

01 Mart 2019 14-15 dakika 6 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (3)
  • 5 yıl önce

    Doğanın içinde, kuş seslerinin gölgesinde keyifle okudum öykünüzü. Çocukluğum geçti gözümün önünden. Mağaza vitrinindeki ışıklı ayakkabılara bakışım geldi aklıma. Mürekkebiniz bitmesin. Saygılar.