Merdümgiriz

Bir adımlık mesafe vardı aramızda. Ona çok yakındım aslında, dokunsam tutacak gibi. Dokunsam da hissetmezdi ki, ben görünmez biriydim onun için. O kadar güzel gülüyordu ki güzellere nispet gibiydi güzel gülüşü. Fısıldasam duyar mıydı acaba?
'Hâlâ ona mı bakıyorsun?'
'Baksam da fark etmez ki zaten. Bırakın da doya doya bakayım kızlar.'
'Seninki imkânsız aşk... Seni bir kez bile görmeyecek birine karşı böyle, bu derece kuvvetli duygular hissederek daha çok üzülürsün sen.'
'Oysa ne kadar da şanslılar seven ve sevilenler. Kıymetini bilmedikleri için onların adına üzülüyorum.'
'Şimdi binecek otobüse.'
'Evet.'
'Ve sen de onunla birlikte gideceksin, o seni fark etmeyecek bile.'
'Olsun... Güzel duygular bunlar. Ben, rüyamda âşık oldum sanayım. Gerçeğe dönmese de uyanmamak hakkı bana ait.'
'İşte gidiyor! Aa, yanındaki kız da kim?'
Perigül bu cümleyi söyler söylemez kanatlarımdan bir bir düştü sanki hayal kırıklıklarım. Sonra düşündüm, o zaten benim olamazdı. Saçlarının rüzgârdan uçuşuna hayalimde ip bağlar, uçurtma misali uçurur, ben de onunla uçardım. Zaten hayalim sığmasa bile içime, ben masallardan ayrı gerçekte uçandım...
Yanındaki kız ona bakıp otuz iki dişini gösterircesine gülümserken kendimden firar etmeyi düşündüm. Gökyüzüne ayırdığım bir biletim var saydım, yeryüzünde ne işim vardı zaten benim?
'Ben gidiyorum, onları böyle görmeye daha fazla dayanamayacağım.'
'Ne sanıyordun ki? Seni görmüyor bile.'
'Görseydi sever miydi ki? Adını bile bilmiyorum.'
Sevigül elimden tuttu birden, 'belki istersen, mümkün olabilirse; ki aşk varsa her şey mümkündür bence, ona görünebilirsin.'
'Olur mu sence?'
'Bir deneyelim.'
'Uçmayı sevdiğim güne lanet ediyorum. Ona âşık olmadan önce aşk benim için kuşlar, yıldızlar, ya da güneşti. Ama o...'
Ben sevigül ile Perigül'e aşkımın yatağını açmış, sevdiğimi rahatça anlatıyorken sevdiğim, adını bilmediğim; ona gülücük saçan o kızla birlikte otobüse binip gitmişti.
Ben de ait olduğum yere doğru gözyaşlarımı arkadaşlarımdan saklarcasına uçtum. Ne de olsa bir periydim. Kendi dileğini yerine getiremeyen; Merdümgirizdim.
Hem insanlardan kaçıyor, hem de onlar gibi olmayı istiyordum. Zaten bu yüzden bana merdümgiriz derlerdi, bütün peri arkadaşlarımın perilere yaraşır bir adı varken bana insanlardan kaçıp bir o kadar da onlar gibi olmayı istediğim ama beceremediğim için bu adı yakıştırmışlardı. Merdümgiriz hâlimle utanmadan bir de âşık oluyordum! Benim için kuşlar sevilirdi önce, sonra benimle yarışmaya çalışan karasinekler... Onlar benim kadar yükseğe uçamazlardı ama; ben bulutları neredeyse ellerimle tutardım. Uçmayı sevdim önce, aşk gibi bir şeydi. Üstelik görünmezdim, insanların hiçbiri beni görmüyordu. Beni görmedikleri hâlde onlardan neden kaçtığımı ben de bilmiyordum. Belki de tek bir insana gönül verip onda yaşamak temennisi sarıyordu içimi, bu yüzden diğer insanlar hep kaçmayı seçtiklerimdi. Görünmesem bile benim onları görüyor olmam kâfi değil miydi?
Gördükten sonra görünmek istiyorum şimdi. Aşkın adını ve tadını biliyorum ya; bu bile yetmez mi? Sevdiğimin adını bilmeden onu seviyorsam suç mu ki? Bu düşüncelerle nereye kadar uçtuğumu ben de bilemedim, daha yükseğe, en yükseğe, merdümgirizliğime yaraşır çaresizliğime uzanırcasına yükseğe uçmak istedim. Gökyüzü masmavi değildi, insanlar duymazlar ama; gri bulutlar ne vakit gökyüzünde olsalar, insanların asık suratlarına şarkı söylerler. Bugünkü şarkılarının adı ‘Sev kardeşim'
'Dünyaya geldik bir kere, kavgayı unut her gün bu şarkıyı söyle'
İnsanlar nefretle tanışmaya başladıklarından beri muhteşem şarkılarını bağıra çağıra söylemeyi unutmuşa benziyorlar. Gri bulutlardan en güzeli benim mutsuzluğumu görünce orkestra şefiymişçesine şarkıyı kesiyor, onunla birlikte diğer bulutlar da susuyor.
'Neyin var merdümgiriz?'
'Yanınıza oturabilir miyim?'
'Tabii, tabii. Yalnız, ağlamak yok, söz ver. O bizim işimiz.'
'Canım çok yanıyor.'
'Aa, nedenmiş o?'
'Ben âşık oldum arkadaşlar. Hem de bir insana. Beni hiç görmeyen, adını bilmediğim bir insana. Bana bir hâl çare öğretin, ne yapacağımı bilemiyorum.'
'Vay be! İnsanların hissedip de yaşamaktan korktukları o aşkı sen tattın ama senin de bahtsızlığın görünememen.'
'Sağ ol, çok yardımcı oldun. Ağlarım bak şimdi'
'Senin gibi güzel bir periyi görseydi kesin o da sana âşık olurdu'
'Hayali bile güzel. Ama hayal işte! O beni göremez ki'
'Evli falan değil, değil mi?'
'Bilmem. Yanında güzel bir kız var, ona hep gülüyor. Ama konuştuklarını hiç görmedim. Kız onun koluna giriyor, birlikte otobüse binip gidiyorlar.'
'Dur bakalım, üzülme sen. Biz topluca periler konseyiyle konuşur, senin durumunu usulünce anlatırız. Bakarsın onlar da bir güzellik yaparlar.'
'Yaparlar mı dersiniz?'
'Kesin bir şey söylemek güç. Ama avantajın var, insanlardan kaçışın, onlardan hoşlanmayışın. Senin bu durumunu yenmene yardımcı olmak için bir şeyler düşünebilirler.'
'Çok, çok teşekkür ederim. Lütfen bana haber verin, inşallah bir çare bulurlar.'

Gri bulutların iyi niyetli önerilerinden sonra uçtukça uçtum. Yüzümde açan güller de yeryüzündeki kırmızı gülleri kıskandırır gibiydi, yanaklarım al al olmuştu. Beni bu şekilde görse hakkımda ne düşünür acaba diye düşünmeye başladım. Sever mi, güzel bulur mu, bana âşık olur mu?
Saatlerin geçmesi için zamanla sözleşme imzalama isteği bile duydum, bir gün için; sadece bugün için yarını bana hemen getirmesini istedim. Bunu zamana söyleyemedim. Zaman nasılsa hep bildiğini okurdu, o hiç değişmezdi.
Ertesi gün gri bulutların yerini güneş almıştı, ama gri bulutlardan bana getirdiği bir haber vardı. Periler konseyi sadece altı saatliğine insan olmama ve yeryüzünde insanlar gibi yaşamama izin vermişti. Bu benim için tarif edilemez bir mutluluktu, altı saat bile olsa onunla tanışacak, hatta belki onun da hislerinin benim için başkalaşmasına neden olacaktım. Saçlarımı taradım, peri odamın en mükemmel huzur dolabının içinden en sevdiğim peri kıyafetimi aldım ve vakit geldi; yeryüzüne indiğimde ben artık altı saat bile olsa bir insandım. İnsanlardan kaçan, onlardan korkan merdümgiriz artık bir insandı.
Otobüs durağının karşısında durdum bu kez, zaten uçacak durumda da değildim. Yürüme dersleri alıp öyle onun karşısına çıksaydım diye düşündüm bir an, çünkü ayaklarımın üzerinde durmakta bile zorlanıyordum; neyse onunla tanışmak için her şeye razıydım ben. Yine daha önce yanında gördüğüm kızla birlikte geldiler durağa, kıskançlığımdan çıldırmak üzereydim. İnsan olmak böyle bir şey miydi, insanlar sırf bu yüzden mi bu kadar hırslı ve nefret doluydu? Kız yine ona bakıp gülüyordu, otuz iki diş sergisi açmışçasına. Kızın ona gülüşüne bakmaktan onun kıza nasıl baktığına dikkat etmeyi unutmuştum. O yere bakıyordu, sadece tebessüm ederek. Kız yine koluna girmişti. Sonra bir an başını yerden kaldırıp benim olduğum tarafa baktı, kalbim küt küt atıyordu, ağzım kurumuştu. Of aşk dedikleri şey bu muydu?
Bana bakınca istemsizce gülümsedim. Gülümseyen kızları sevdiğini düşündüm belki de. Ben gülümsedim ama o bana hiçbir tepki vermedi, peri konseyi görünmezliğim konusunda bir hata mı yapmıştı ki? Görünmem lazımdı, güzel gülüşüme denk gelmesi lazımdı. Daha fazla dayanamazdım görünmez oluşuma, arabaların arasından korkarak ve hızlı adımlarımla karşıya, onun bulunduğu tarafa geçtim. Yanına gitmeme sadece birkaç adım kalmıştı. Otobüse binmeden onlar, onunla tanışmalıydım!
'Merhaba.'
Sonunda çekingenliğimi atıp 'merhaba' demeyi başardım.
Yanındaki kızla birlikte bana dönerek 'merhaba' dediler ikisi aynı anda.
Dayanamayıp ona elimi uzattım, 'Ben... Eee ben...'
Hay Allah! İnsan olduğumda hangi ismi kullanacağımı hiç düşünmemiştim. 'Şey... Ben... Per... Pervin.'
Yanındaki kız elini uzatıp 'Ben de nisa' dedi.
Ama o sanki bir yanlış yapmaktan korkar gibi yavaşça ve elimi ararcasına elini uzattı.
'Ben de Tayfun'
'Memnun oldum. Ne tarafa gidiyorsunuz? Yani şey... Böyle sorduğum için mazur görün.'
Nisa bana bakıp gülümseyerek 'Estağfurullah, ağabeyimle biz her gün bu saatlerde sahilde yürüyüş yaparız.'
'Ağabeyiniz mi?'
Bu kez ben otuz iki dişime bakın dercesine gülmüştüm. Sevgilisi, ya da eşi değil; kız kardeşiydi!
Tayfun pek konuşkan bir insan değildi belli ki. 'Merhaba' ve 'Ben de Tayfun'dan başka bir cümle çıkmamıştı ağzından ama ses tonu da kendisi gibi çok tatlıydı. 1.70 boylarında, kumral ve yeşil gözlüydü. Acaba beni beğenmiş miydi? Gerçi gözlerime çok donuk bakmıştı ama olsun. O güzel gözleriyle gözlerime bakmıştı ya, bu da yeterdi şimdilik. Sadece beş buçuk saatim kalmıştı.
'Şey... Eğer müsaade ederseniz ben de sizinle gelmek isterim. Arkadaş edinmeyi severim de...'
Tayfun öylece karşıya bakıyordu, yoksa aklı başka bir yerde, başka birinde miydi?
'Tabii, tabii olur. Öyle değil mi ağabey?'
'Şey... Evet... Yani tabii, bir sorun yok bizim için. Gelebilirsiniz.'
Sonunda kabul edilmiştim aralarına, üçümüz birden otobüse binip yarım saat uzaklıkta olduğunu söyledikleri sahilin yolunu tutmuştuk. İnsan olmanın külfetlerinden biri de akbil basmakmış meğer.
İyi ki periler konseyi her şeyi anlatıp beni hazırlıklı gönderdi de rezil olmadım. Nisa akbili bastıktan sonra ben de onun yaptıklarını yaparak akbil bastım ve boş olan yere geçtim. Peri olsaydım şimdi her yere uçarak giderdim, ama yok bu hiç de umurumda değil Tayfun'un yanındayken. Allah'ım ne de güzel gözleri var. Yeşil gözlerinin içinde bahar tarlasında gibi hissediyor insan; yani ben insanca bunu hissettim onda. Periyken de fark etmemişti ki.
'Tayfun Bey pek konuşkan değil anlaşılan'
Ben böyle der demez Tayfun'un kaşları çatıldı, o benim yanıma oturmuştu. Yine Nisa'nın yardımıyla, iyi de ağabeyine neden muhtaç ve aciz biriymiş gibi davranıyordu ki?
'Çok şükür hanımefendi dilim var ama ben konuşmayı pek sevmem. Dilimde değil kusurum, gözlerimde.'
'Ne? Nasıl yani... Ben... Şey...'
'Ben körüm.'
'Ne?'
Dilim tutulmuştu. Öylece o yeşil gözlerine bakıyordum, ona görünebilmek için boşuna mı çabalamıştım? O zaten şimdi bile beni görmüyordu.
Ben patavatsızlığımı mazur görmesi için binlerce kez özür diledikten sonra kardeşi Nisa ağabeyinin çocukken geçirmiş olduğu hastalıktan sonra gözlerinin göremediğini anlattı.
Ağlamak istiyordum. Sadece ağlamak. Öylece âşık olduğum adam ben ona görünmek için çabalamış olsam da beni her halükarda zaten görmüyordu. Otobüsten inip sahil boyu yürüdüğümüzde sessizliği bozan Nisa oldu.
'Ağabey, müsaade edersen bir telefon görüşmem olacak. Siz Pervin Hanım'la burada beklersiniz değil mi?'
'Merak etmeyin ben ağabeyinizin yanındayım.'
'Bir bakıcıya gerek yok Nisa. Tek kalabilirim.'
'Lütfen Tayfun Bey, ben yanınızda kalmak istiyorum.'
Tayfun şaşırmışçasına yıllardır hiç görmediği denize bakıyor, ama aslında görmüyordu. Bir bilseydi gözlerinin denizden bile güzel olduğunu, ah bir bilseydi...
Nisa yanımızdan ayrıldıktan sonra boş olan banka oturduk, bu kez ben Tayfun'un koluna girmiştim.
Saate baktığımda zamanımın azalmakta olduğunu sadece iki saatimin kaldığını fark ettim. Bunca saat yürüyerek ve onun yeşil gözlerine bakarak nasıl da geçmişti?
On dakika kadar sessizce oturduk bankta.
'Şimdi de siz konuşmuyorsunuz Pervin Hanım'
Benim adım bile olmayan sahte adımı nasıl da güzel söylüyordu!
'Ben...'
'Ne o, benden sıkıldınız mı yoksa?'
'Hayır hayır, emin olun geçirdiğim şu dört saat hiç ama hiç unutmayacağım bir dört saat oldu.'
Ben böyle söyleyince gülümsedi. Dayanamayıp başımı omzuna yasladım, ne de güzel kokuyordu!
Bu aşkın kokusuydu bence, bütün parfümlere, bütün kokulara bedel; en saf, en temiz kokuydu.
Hareketim karşısında şaşırmış görünüyordu.
'Kimsin sen?'
'Kim olduğumun, ya da nereden geldiğimin bir önemi var mı?'
'Yok tabii de, yani böyle damdan düşer gibi karşıma çıktın. Seni görmüyorum ama yani nasıl desem...
Yanında huzur buldum.'
Beni beğenmişti, görmese de onda bir etki yaratmıştım. Beni sevmişti.
'Ben bir peri masalından geldim ve senin için geldim desem?'
'Hım... Benim için demek? Güzelmiş, bunu sevdim.'
Gülümsüyordu, beni görmese bile gülümsüyordu.
'Daha çok vaktim olsaydı, değneğin, yardımcın, sen istediğin sürece her şeyin olurdum.'
'Sen bana, kör bir adama âşık mı oldun, hem de birkaç saatte?'
'Hayır, birkaç saatte değil. Ben seni, senin tahmin edemeyeceğin günlerin sayısı kadar, çok uzun zamandan beridir seviyorum.'
Susmuştu. Öylece, sadece susmuştu.
'Seviyorum. Adını, kör olduğunu, kim olduğunu bilmediğim zamandan beridir seviyorum. Sen bana aşkı tattıran ilk ve tek adamsın.'
'Daha beni tanımıyorsun bile'
'Tanımıyorum evet, ama kalbin tanımaya ihtiyacı yoktur Tayfun.'
Yüzünü bana doğru çevirmişti, beni görmüyordu ama hissediyordu.
'Kalp gözümün bir hükmü geçerse şayet ben de seni seviyorum.'
Bu cümleyi ondan duymuştum.
'Bir anda oldu, görmediğim birisin. Ama kalbim şu an huzurun içinde yüzüyorsa senin sayendedir.'
Saatler saatleri kovalamıştı, elini tutuyordum. Eli ellerimdeydi, sıcaktı, mutluluktu, sahiciydi.
Saate baktım, gitmem gerekiyordu; Nisa ise telefon konuşmasını aslında çoktan bitirmişti ama bizi yalnız bırakmak için karşıdaki kafede oturup çayını yudumlamayı tercih etmişti. O da anlam veremiyordu bir anda filizlenen aşk tomurcuklarımıza...
'Gitmem gerekiyor.'
Gözlerimde yaşlar vardı, gökyüzünde gri bulutlar. Gri bulutların yanında olsaydım bana 'Bu bizim işimiz' derlerdi. İnsan olmak ya da peri olmak aşk kanununa yazılmış yasaklı bir madde miydi ki?
Sevmek hem acı veriyor, hem de mutlu ediyordu. Demek bu yüzden insanlar kalp gözlerine perde çekiyor, yalnızlıklarına sığınıyorlardı. Ama görüp görmemenin, duyup duymamanın, ya da diğer engellerin engel maddelerinde yerleri yoktu ki. Aşk engel tanır mıydı ki?
'Gitme. Biraz daha kal, lütfen'
'Gitmem lazım. Durumu bilmiyorsun. Ben... Ben bunu sana açıklayamam. Ama seni hep seveceğim, bunu bil. Hiç unutmayacağım. Peri... Pervin sözü, yemin ederim.'
Başını önüne eğmişti. Altı saatte aşk ona uğramış üstüne bir de derbeder bir adam haline getirmişti.
Kalbine misafir olmuştum, hizmeti aşktı.
'Seni Seviyorum Tayfun, seni çok ama çok seviyorum.'
Ellerini ellerimden çektiğinde bir anda gök gürledi. Ellerin ayrılışı hep bu kadar gürültülü müydü ki?
Gidişimi fark eden Nisa ağabeyinin yanına koştu hemen.
'Nisa... Ona iyi bak, gitmek zorundayım.'
Koşar adımlarla yanlarından uzaklaştığımda gökyüzünde bir şeyler beni içine çekiyor gibiydi.
Yeniden özüme dönmüştüm. Merdümgirizdim. İnsanlardan kaçmıştım hep, korkmuştum.
Ürkek bir periydim ama aşktan kaçmamıştım. İnsanlar sevmek sevilmek dururken, mutlu olmak varken aşktan neden kaçıyorlardı ki? 365 günümü sevdiğime feda ederdim imkânım olsaydı eğer. Ben bir periydim. Periler dilek gerçekleştirirlerdi, kimi arkadaşlarım iyiliklerine yoldaş olurdu insanların; onlar bilmezlerdi. Ben ise insanlardan kaçtığım için şimdiye kadar hiçbir insanın dileğini gerçekleştirememiştim. Yalnız bugün, daha biraz evvel bir adamın sıcak kollarında ısınıyordum.
Aşk mucizesi sadece altı saat mi işleyecekti? Uçtum, daha önce hiç uçmadığım yerlere uçtum.
Ellerimde hâlâ onun ellerinin sıcaklığı vardı. Şimdi o bensiz ve görmeyen gözleriyle hayata nasıl tutunacaktı?
Sevmeyi bilmeyen insanlar da vardı, gözlerimden bir damla yaş düştü. Yeryüzüne yağmur olup indi sandım, sonra indim yeryüzüne; bakındım o banka, onun olduğu yere... Gitmişti.
O da, Nisa da gitmişlerdi. Ama bankta bir nem vardı, gözlerimden düşürdüğüm damlalar...
Aşka akbil geçmezdi, aşka gitmek yakışmazdı; ama her gidenin bir nedeni vardı.
Gitmek nedensiz oluyorsa eğer o vakit sövmeye hakkı vardı insanların. Gitmek tek başına bir gitmek değil ise aşk yolcusu uğurlanmaya layıktı.
Uğurladım kendimi tekrar yeryüzünden, gökyüzüne; uçtum sevdiğimden ayrı sevemediğim dünyamın griliğine...

05 Nisan 2015 16-17 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar