Misafir

Genç adam her günkü yorgunluğuna, bezginliğine ek olarak gecenin bir yarısı sırtında çantası, boynunda fotoğraf makinesi yavaş yavaş adeta sürünürcesine yokuşu tırmanmaya çalışmaktaydı. Sanki evi gittikçe uzaklaşıyor gibiydi.
Gazetenin servis şoförü ana yolda bırakmış, yılışık yılışık:
?Abi bi zahmet şuradan çıkıver?
diye yolu da tarif etmişti. Sanki kendi evinin yolunu bilmiyordu Ahmet Bey.
* * *
Yokuşun başındaki üç katlı apartmana geldiğinde artık tek adım atacak hali kalmamıştı.
?Oh be? diye bir iç geçirdi ve elindeki anahtarların içinden bir tanesiyle giriş kapısını açarak kendini içeri attı. Sırtını duvara yaslayarak nefesini toplamaya çalıştı. Göz ucuyla da merdivenlere hasım gibi ters ters bakıyordu. Çünkü daha çıkması gereken üç katın merdivenleri duruyordu önünde.
?En kısa zamanda asansörlü bir ev tutmam lazım? diye söylendi.
Sonunda dairenin önüne geldi ve kapıyı usulca açtı açmasına ama tam karşısında beyaz geceliğiyle bir hortlak gibi kaynana hazretleri belirdi:
?Oooo hoş geldiniz damat bey. Bu saate kadar çok çalıştınız her halde. Leş gibi de ter kokuyorsunuz.?
İçinden, ama anlaşılır bir ses tonuyla:
?Bu saate kadar gezen ya etine ya buduna, nerede sürttüyse, kim bilir ne halt karıştırıyor. Bizim aptal da anca uyuklasın.?
Bu sokranmalar rutin bir halde her gün tekrarlandığı için duymadı bile Ahmet Bey...
Erken gelince de bu saatte eve mi gelinirmiş, yok işten mi ayrılmışmış, yok kovulmuşmuş bir sürü tantana.
Kaynana hazretleri iki yıldır evin demirbaşı. Öyle ya misafirlik üç gün? 2 yıl geçince aradan demirbaş olunur. Zavallı kayınpeder bu çeneye ancak 35 yıl dayanabilmiş. Evliliğinin 35. senesinde 56 yaşında iken bir tartışma sonrası sinirini yatıştırmak için dışarı çıkıyor. Daha köşeyi dönmeden bir kalp krizi sonrası Rahmeti Rahmana kavuşuyor.
Bu hanımefendi ise oğlunun yanında kalırken bir gün gelin ile dalaşır ve kavga gürültü sonunda postu kızının evine atar. Geliş o geliş. Gidişi yok tabi ki.
Daimi demirbaşların arasında bir de baldız vardır. Yanında ise ayrıldığı kocasından yadigâr 3 yaşındaki kızı. Komşuların tabiriyle bir kuş bir dala konmuş. Kuş ta, baykuş mu, bülbül mü karga mı? Belli değil. Gizli gizli taktikler verir kız kardeşine. Kocanı nasıl ellerinin arasına alırsın, parmağında oynatırsın diye. Sanki kendisi çok iyi becermiş te bu işi... Bir de ?bu erkek milletine güvenilmez. Senin bu herif seni erinde geçinde boşayacak, gazetede bir sürü kadın var, haber yaptığı yerlerde bir sürü kadın karşısına çıkıyor, bu geç gelmeler hayra alamet değil? gibi soktuğu akıl almaz fitneler de cabası.
Allah?tan kızı çok uslu, sevimli birisiydi. Herhalde o da babasını özlüyor ve bu ayrı gayriliğe anlam veremiyordu. Babası ise 15 günde bir gelir 2 saat kızı gezdirir, sonra bırakır giderdi. Her ayak vardı melunda.
Evin gerçek hanımı da Lise de öğretmenlik yapıyor. Sabahtan çıkar 3:30 da eve döner. Günlük plan falan dereken çekilir bir köşeye, elinde okuduğunu zannettiği gazetesi, karşısında televizyon koltuk üzerinde uyuklar. Baş ucunda da mutlaka 2-3 kitap vardır. Bunlar o ayların en meşhur kitaplarıdır. Onları da 25?30 sayfa okur okumaz ama kitapların ilerleyen sayfalarına birer kâğıt yerleştirir. Entel takınır yani. Ev işlerini ise ablasına yaptırır, kendisi elini ılıktan soğuğa sokmazdı.
Ev hali böyleydi. Ahmet Bey dışında herkes evin demirbaşı, ama onların deyimiyle bir tek Ahmet Bey misafirdi. Ahmet Bey kendi evinde bu kadar demirbaş arasında bir sığıntı gibi yaşar, akşamları sessizce gelir, sabahları da gürültüyle giderdi işine. Arkasından bu demirbaşlar korosu hep bir ağızdan aynı şarkıyı avaz avaz söylerler:
?Misafir gibi gel, misafir gibi git.?
* * *
Bu malum şarkının verdiği sevinç, heyecan ve moralle ofise geldiğinde bazen bölüm şefinin yılışık, gayet boş iltifatlarıyla karşılanırdı. Çünkü yapması gereken çok önemli bir haber ya da belgesel vari bir iş vardır. Ya da asık surat ile karşılanır, ?günaydın? tarzı selama karşılık homurtulu bir günaydını zor duyar.
En zor görevlerin adamıydı Ahmet Bey. Fakat o daha kapıdan çıkmadan Şef, müdürün odasına dalar.
?Müdürüm işiniz çok zor. Allah size sabır versin, insanları idare etmek çok zor iş. Yani bizim serviste de her iş benim sırtımda. İşte Ahmet Bey, adama işi anlatana kadar göbeğin çatlar. Misafir gibi gelir, misafir gider. Çektiği resim işe yaramaz, yazdığı yazı yazıya benzemez. Nasıl Basın Yayını bitirmiş hayret.?
Aslında müdür de bilir işi ama pohpohlanmak işine gelir.
Kimi zamanda toplantı adı altında hizaya çekilir tüm çalışanlar. O sevmediği kelime yine karşısına çıkar.
?Misafir gelip gidiyorsunuz.?
* * *
O gün yine Ahmet Bey?e çetrefilli bir iş çıktı ve gazeteden ayrıldı. Fakat kafası biraz daha karışıktı. Misafirliğe kafayı takmıştı. Bu misafirlik neyin nesiydi böyle. Evi ihmal etmediği halde evde misafir, işini hiç aksatmadığı halde işte misafir... Kaç yıldır evdeki misafirlerin demirbaşlığa terfi etmesi yüzünden kendi evinde misafir konumuna düştüğünü kimse anlamak istemiyordu nedense. Şöyle çayını eline alıp, pijamalarını çekip koltuğa uzun oturup televizyon seyretmeyeli, gazete okumayalı yıllar olmuştu. Her hareketi tıpkı kameraya çekilir gibi kontrol altında tutulması, her sözü aleyhinde kavga nedeni olarak kullanılması canına yetmişti artık.
İş yerinde ise sırf patrona, Genel Müdüre yalakalık peşinde koşan insanlar da cabasıydı. O kadar dalmıştı ki karşıdan karşıya geçerken araçlara ışığın yeşil yandığını bile fark etmedi.
Bir anda büyük bir gürültü ile önündeki arabanın kapısı açıldı ve içerdeki adam Ahmet Beyi çekti aldı içeri. Neredeyse iki araba arasında kaldığı için ezilecekti.
Ahmet Bey şaşkın şaşkın kendisini arabaya alan adama bakıyordu. Çok korkmuştu ve kendisine gösterilen yere oturdu. Bu araç ambulans gibi bir şeydi. Sirenler çalıyordu, ortada bir adam yatıyordu ama yüzü örtülüydü. Bir ara adamın yüzünü açmaya niyetlendi fakat ürktüğü için cesaret edip bakamadı. Adamın öldüğü belliydi.
Yolculuk hiç konuşulmadan devam etti. Hastanenin morguna gelindi. Orada cenaze için gerekli işlemler hastanedeki görevlilerce yapıldı. Sonunda tabuta yerleştirilen cenaze arabaya bindirilerek tekrar yola çıkıldı.
Cenaze arabası bir müddet yol aldıktan sonra ara sokaklardan geçip yokuşun üstündeki üç katlı apartmanın önünde durdu.
Ahmet Bey yine şaşırdı. Çünkü burası onun eviydi. Yanındaki adama bu kez dayanamayıp:
?Burası bizim apartman. Hayırdır bu ölen bizim komşulardan birisi mi diye sordu?
Adam:
?Biraz sabret şimdi anlarsın? dedi.
* * *
Apartmanın önü ve bahçesi tıklım tıklımdı. Ağlayanlar, sızlayanlar?
Kalabalığın içinden bir kadın ?ben yüzüne bakmak istiyorum? diye yanındakilere rağmen cenaze arabasına çıkmak istiyordu. Ahmet Bey iyice şaşırmıştı. Çünkü bu kadın kendi karısıydı. Bir de kalabalıkta kimsenin kendini fark etmediğini de anladı. Şaşkınlığı iyice artmıştı. Kimdi bu ölen adam?
Kadının ısrarlarına dayanamayan komşular sonunda cenazenin yüzünü açtılar. O zaman Ahmet Bey ölen adamı tanıyabildi. Artık tamamen şok olmuştu.
Kadını adeta sürükleyerek oradan uzaklaştırdılar ve bir köşeye oturttular. Bu sırada mahallenin sevilen İmamı Salim Hoca kalabalığın arasından kadına doğru yürümeye çalışıyordu. Onu gören herkes saygıyla geri çekilerek yol veriyorlardı.
Salim Hoca kadının karşısına oturdu. Ve başladı konuşmaya:
? Kızım, dünya hayatı gelip geçicidir. Hepimiz topraktan yaratıldık ve tekrar toprak olacağız. Dönüşümüz Cenab-ı Hakk?adır. Önemli olan bu son yolculuğa hazırlı olmaktır. Ahmet Bey kardeşimiz de bu dünya hanesindeki misafirliğini tamamladı ve ebedi ahiret yurduna, dar-ı bekaya irtihal eyledi. Ona yapılacak şey bol bol dua etmektir. Hepimizin başı sağ olsun.? Dedi.
* * *
Bu arada yol arkadaşı olan adam Ahmet Beyin koluna girip:
?Eee Ahmet Bey, misafirlik bitti artık. Ebedi yurduna hoş geldin.? Dedi.
Ahmet Bey önce afalladı ama sonunda kahkahayı bastı ve:
?Sonunda misafirlikten kurtulduk ha!? diye haykırdı.
Allah?tan ne kahkahasını ne de bu sözlerini kimse duymamıştı. Aynen kimsenin onu göremediği gibi?

Ahmet Burhan FAKIOĞLU (Halit YILDIRIM)

17 Ağustos 2008 7-8 dakika 5 öyküsü var.
Yorumlar