Miskin Orhan

Yeşilin kanının çekildiği mevsimdir sonbahar, köklerin gövdeye, gövdenin dala, dalların yaprağa elvadasıdır sarı, kızıl tonunda. Hüzün kaplar içimizi, daha bir mahsun ve bol imgeli şairler oluruz Eylül'de. Eylül, ayların şairi, ya da şairlerin şiir ayıdır diyelim. Ağustos'un serin yüzüdür Eylül. Hatta, adını bilmediğim bir şiirde, şair şöyle tasvir eder bu durumu; "Ağustos artığı Eylül güneşi bakışların yaktı; yazdan kalma gönlümü... "


- Salih, Salih!


Hanımın buğulu ve acaleci sesiydi hülyalarıma son veren. İki hafta öncesinden binbir eziyet ve bunaltıcı havada almıştım hastaneden randevuyu. Hele de yediğim trafik cezasını unutmam mümkün değil.


-Beş dakika müsade memur bey, randevu alıp geleceğim! dedim.


"Nuh dedi peygamber" demedi! Ben de ondan inatçıydım. Koydum arabayı ikinci sıraya randevuyu alıp geldim. Dekont hala cebimde. O yüzden bu randevuyu kaçırmak olmazdı. Akşamdan saatler ve telefonlar kuruldu. "Yaş kırkı geçince daha bir unutkan olur insan" derler. O arkadaşlar, trafik cezası yememişler galiba.


-Geldim, hanım geldim!



-Yine derinlere dalmışsın Salih! dedi. Kinayenin rast makamında;



-Çok mu belli oluyor, gibi basit bir espriyle ortamı yumuşatmaya çalıştım aklımca. Bu durumlarda "Baskın basanındır." misali sert (!) bir şekilde;



-Hatun, hadi çabuk ol, geç kalcaz radevuya!" diye kibarca seslendim. Keşke seslenmeseydim. "Bayramlık ağız açıldı..." Ve;



-Zaten sen hep aynısını yapıyorsun, "İki ayağımı bir pabuca sokuyorsun. Biz kadınların çilesidir bu, siz erkeklerin acelesiyle her zaman mücadele etmek..." Bitmedi. Hepsini yazsam kafanız şişer. En az bu cümlenin üç katı kadar daha konuştu.



Randevuyu aldığım hastane, çalıştığım işyerine yakın. Arabayı her zamanki Kordonboyu kenarına park ettim. "Merkebin sevmediği ot yanı başında bitermiş" misali arabayı kilitler kilitlemez Miskin Orhan yanımda bitti.



-Abi çorba içeçem de bugün ki nevaleyi şimdi versen, dedi.



-Her zamanki gibi iki lira bozuk para verdim yolladım. Durumu farkeden hanım başladı söylenmeye;



-Şu ne idüğü belirsiz sorhoşlara ne diye para veripte alıştırıyorsun? İti var kopuğu var. Çoluk çocuğun rızkını onlara yedirmeye utanmıyor musun? Zaten ne çektiysek senin şu sümsüklüğünden, eli açıklığından çektik. Gelen yedi giden yedi. Hala akıllanmadın. Kim bilir bu sarhoşa hergün ne kadar para veriyorsun? Ahh ahh! Kadrimi kıymetimi bilen bir adama düşseydim...



-İçimden miskin Orhan'a kızasım geldi. Lakin, adamın bir suçu yok ki...



Hastaneye gidiş yolu yaklaşık yarım saatlik yoldur ve hanım hala konuşuyor... Neyse ki sıramız gelmişti de hemen içeri girdik....




...





- Off off! Ayaklarıma kara sular indi. Bu nasıl bir doktor Salih? Boyu devrilesice, demokrat yemini edememiş, eline stostop yakışmayası manyak...

Tıp ve onların telafuzu zor aletleri konusunda hanım bir numaradır. O yüzden...

Bütün hastalardan beş dakika daha fazla ihtimam gösteren doktora söylenecek laflar değil bunlar... Ama sen tutar da hanımın söylediği ilacı reçeteye ilave etmezsen olacağı budur. Eee doktor, hakettin bütün bu sözleri (!) bu replikleri tabiki içimden geçiriyorum.



Hanımı ve çocukları, arabayı park ettiğim yerin yanında ki kafede, deniz manzaralı bir masaya oturttum.


-Sizler biraz dinlenin, işyerinde biraz işlerim var, dedim ve çıktım.


İki saat geçmemişti ki; hanım cep telefonuyla aradı;


"Salih! Koş, çocuklarla arabaya birinci sırada yer bulduk, çabuk Salih!" diye adeta kükredi.



Dışarada öylesine güzel bir hava var ki; deniz, masmavi gökyüzüyle serenat halindeler sanki. Denize yukardan bakarak; "Maviliğini benden alıyorsun" gerçeğini haykırıyor gibiydi gökyüzü... Koşarken genelde dudaklarım kurur. Bugün, gönlüm de kupkuruydu. Sebebini bilmiyorum... O ara yine cep telefonum çaldı. Arayan malum şahsiyetti;



-Salih, hadi Salih, koş Salih! Arabanın yerini kapacaklar Salih!



-Geldim, geldim. Nefesi kesilesice, nefesimi kestin geliyorum işte! diye içimden geçiriyor ama haykıramıyordum.

Buna halkın en üst kesimi kadınlar arasında; münasip eş, erkekler arasında; "kılıbık" deniyormuş. Tabi ki ben bu kategorilerin hiç birine aday değilim. Bu konuda profesörlük olsa, makama layık abilerimden biri zamanın genişinde şöyle demişti.

"Bir erkeğin hiç bir konuda kadına gücü yetmez. O yüzden onlara hiç bir zaman "Hayır" demeyeceksin. "Evet" sözcüğü her konuda anahtar kelimedir. Buna dikkat et; sonra, yine bildiğini yapacaksan yap!" Ne kadar haklıymış meğer.


-Kızım, oğlum ve eşim giden arabanın boşalttığı yerde nöbet tutuyorlardı. Arabayı çalıştırdım ve birinci sıraya yerleştim. Miskin Orhan, kaldırımda bir ileri iki geri yürüyordu. Belli ki, birleri yine nevalesni vermemişti. Yemek yedik, çaylarımızı içtik. Gitme vakti gelmişti. Arabaya binerken; Miskin Orhan'ın bana doğru koştuğunu gördüm. Sinirlenmiştim. Biraz da hanıma hava atmak adına;


-Orhan sabahtan nevaleni verdim ya! dedim

-Bana ne bana ne! Yine ver, dedi

-Bana bak! Sana bi çakarım, denizde bulursun kendini, dedim. Sonra, şöyle boynumu ileri geri çekerek kabadayı vari;

-Bunlara da yüz vermeye gelmiyor, dedim. Hanım, bana doğru eğilerek;

-Salih, Orhan'a çabuk on lira ver!

Ekosu yüksek dozda rica etti! Neye uğradığımı şaşırdım. Sabah iki lira verdim diye kıyamet koparmıştı. Şimdi ne oldu da on liraya çıktı bizim kontes. Doktorun bu kadar kısa sürede faydası mı olmuştu? Yoksa, deniz ,gökyüzü ve palmiyelerin muhteşem güzelliği mi çarpmıştı?







Devamı var...

16 Eylül 2013 5-6 dakika 84 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar