Muzur Neşriyat / Bozuk Rakı

Bugün sabah hava çok güzeldi, kahvaltımızı neşe içinde yaparken tüm ev halkı bizse aramızda fısıldaşıyorduk bugün ne yapsak diye, tam malzemelerimizi almıştık ki, ineklerle beraber bizi göndermedi amcam. Bize;




-Sakın buralardan kaybolmayın işim var sizle, bak aramayayım sizi dedi.



Oldu mu şimdi? Bugün komşu köyden birinin tavuğunu aşırmayı planlamıştık, öğlen yemeği için. Plan çok basitti, eğer doğan veya kartal gelir de dönmeye başlarsa köyün üzerinde kadınlar ve çocuklar ellerine taş alarak birbirine vurup ses çıkarırlar ve 'yuha' diye bağırmaya başlarlardı.



Biz de onların yaptığının aynısını yapar ve o arada ortalıkta gezen tavuklardan birini sırf bu iş için sıcağın alnında mont giyen (artık kimse o kadersiz) eleman sessizce tavuğu montunun içine koyar ve görünmeden uzaklaşır köyden. Tabi biz o köyün kadınlarıyla beraber taş vurur ve bağırmaya devam ederiz. Akşam olur ve biz kimin tavuğunu aşırmışsak o bu olayı gündüz yaşanan olaya bağlar ve kaderine razı olur. Tabi biz bu masumane yemeği organize edenler olarak mutlaka o akşam talihsiz komşuya gideriz ve şaşırmışlıkla, üzülmüşlük arasında teselli veririz ki, bizden bilinmesin.



İşte bu hayaller arasında evin etrafında dolaşırken amcamın sesi duyuldu,



-Lan oğlum nerdesiniz bakayım, gelin hemen buraya...



Gittik, amcamın elinde para ve bir kağıt parçası bizi bekliyordu.



-Bakın bunu Bakkal Yaşar'a vereceksiniz, paranın da üzerini alıp hemen geri geliyorsunuz, diye kağıt parçasını ve parayı gösterdi.



Amcamın bile seçme şansı yoktu aslında, daha önce bizi hep tek göndermeyi denemiş, köyde kalanlar bir yolunu bulup kaçmıştı ilçeye, hele birinde inekleri başı boş bırakıp kaçmıştık Yüksel'le, ineklerde birinin ekin tarlasına girmiş, akşam ne dayak yemiştik amcamdan, şimdi daha çabuk yaptığımız için bizi her işe beraber gönderiyordu. Köyden çıkarken gizli, gizli biriktirip bahçeye sakladığımız harçlıklarımızı da alıp, hemen yola çıktık, ilçe yolu çoğu orman içinden yaklaşık dokuz kilometreydi. Ama çok güzel bir yolu vardı.



Yolda gırgır şamata giderken aklımıza kağıtta neler yazılı olduğu geldi, açıp baktığımızda en altta yazanın şu hep amcamın içerken merak ettiğimiz 70'lik rakı olduğunu fark ettik. Yine merakımız depreşmişti. Aslında tabiri caizse eşeğin aklına karpuz kabuğu düşmüştü çoktan.



İlçedeki işimizi bitirmiş ve harçlıklarımızla üzüm ve karpuz, birde Pazar ekmeği almıştık. Annemler hep köy ekmeği yaptıklarından bize hep çok lezzetli gelirdi fırın ekmeği, ne zaman ilçeye gitsek ya da giden olursa alıverirdi bizim için.
Dönüşte yol üzerinde ve ormanın büyük ağaçlarının gölgeleri arsına saklanmış ve çöldeki bir vaha gibi bir anda insanın karşısına çıkan çeşmenin yanında mola vermiştik. Havada iyice sıcaktı. Abimde alıştığımız gıcık yüz ifadesi vardı ve gider gitmez uzandı çayıra ve pişkinlikle;



-Lan oğlum, ben bittim şurda biraz yatayım,
-Ya deli etme beni abi, Yüksel bir şey de şuna, hadi şunları yıkayalım da karnımızı doyuralım, öldüm acımdan.



Yüksel her yönden çok sağlamdı. Amcam gibi korkusuzdu, örgütün vurucu gücüydü, çok kuvvetliydi ama ikna kabiliyeti hiç yoktu. Zaten Ali'ye bakınca anladı ikna edemeyeceğini ve kalkıp karpuzu suyun akarına koydu. Abimse örgütün iş koordinasyonunu sağlardı. Biz bilirdik ama o bu işi çalışmamak için yapardı. Bense beyin göçü henüz gerçekleşmemiş örgütümüzün beyin gücünü oluşturuyordum.



Biz soframızı hazırlarken buz gibi suyun yanında abim şöyle hafifçe doğrulup Pazar çantasına ucuz bir bakış atarak;



-Lan oğlum, aklıma bişey geldi, şimdi biz bu rakının kapağını açıp nasıl bir şey olduğuna baksak, ondan sonrada kapatsak amcam anlar mı acaba?
-Ya sen hakketten salaksın dedi Yüksel ve devam etti.
-Babam şişeden eksildiğini anlamayacak mı oğlum ne diyecez o zaman, döküldü mü diyecen, valla canımıza okur, demedi demeyin.



Ben örgütün fikir babası belki de canım o meledin nasıl bir şey olduğu merakına yenilerek acemi bir fikir attım ortaya,
-Ya biz bunun eksilenini tamamlasak çeşmeden, amcam nerden bilecek ki? Olmaz mı?



Herkeste bir sessizlik, evet amcam ara sıra içerdi bunu ama ya çok geç saatte içerdi ya da içerken bizi odadan çıkarır yatmaya gönderirdi. İşin gerçeği hiç görmemiştik nasıl içtiğini, belki de buydu merak edilen.



Kimse aksi bir görüş söylemediği için dediğim kabul gördü ve hemen şişenin yanında toplanıverdik, şişenin gövdesinden üçümüzde elimizle tutuyorduk. Abim kapağını açtı ve;



-Oğlum var ya, gitmeden bugünün tarihini çeşmenin betonuna kazıyalım, çünkü bugün tarih yazacaz, diye pis pis sırıtıyordu.
-Ya hadi be Ali, ölüyom oğlum meraktan bakalım hadi şuna.



Doğru söylüyordu Yüksel, hepimizde meraktan ölüyorduk. Ve işte o an; abim bir kapak dolusunu bir yudumda içivermişti. Şimdi onun yüzündeki anlamsız ve yarı ekşi ifade bizi daha da çok meraklandırmıştı. Sırayla aynısını biz de yaptık, nasıl bir acıydı bu boğazımı, midemi ve ağzımı yakıp kavurmuştu. Onlar birer kapak daha içtiler ama bana yeterdi bu fazlaydı bile. İlk fikrini söyleyen ben olmuştum,



-Oğlum bu ne böyle, zehir gibi ya, amcam şimdi bunu mu içiyor.
-Ya Fatih ne salaksın, sen ne anlarsın rakı içmekten dedi abim ve Yüksel'de onu desteklemek için başını sallıyordu.
-Ya asıl sizsiniz salak olan, sanki her gün içiyorsunuz, bir de böyle biliyormuş ayağına yatınca daha da salak oluyorsunuz. Neyse hadi şunu dolduralım da gidelim eve. Geç kaldık zaten. Ali şişeyi yavaşça suyun altına koydu ve inanılmaz bir şey oldu. Az önce şeffaf su gibi olan bu melet, şimdi ayran gibi olmuştu. Yüksel korku ve umutsuzca abime bağırdı.



-Lan ne yaptın oğlum, bozdun lan rakıyı.
-Valla ben bir şey yapmadım kendi kendine oldu.
-Eeee ne yapacaz şimdi, ne diycez amcama...



Sonunda abimin fikri kabul gördü, zaten böyle ilginç fikirler ondan çıkardı hep.



-Oğlum bakın; şimdi gidelim köye, eğer bu biraz durunca normale dönerse, amcama hiçbir şey demeyiz, ama eğer böyle kalırsa biz aldığımızda normaldi, gelirken sallana, sallana oldu deriz amcama. Bu bakkal bize bozuk rakı vermiş, ne diyonuz...



-Abi valla harikasın, hadi gidelim ama giderken şunu sallamadan gidelim belki düzelir.



Eve vardığımızda amcam dışarıdaydı, görmeden onu, çantayı eve bırakıp usulca dışarı attık kendimizi, özgür çayırlara ve akşam olana kadar hiç de aklımıza gelmedi, hava kararmaya yüz tutunca döndük eve akşam yemeği ve TRT'de film saatiydi galiba. Amcamın diğer köylerden arkadaşları gelmiş onlar kendi odalarına geçmişler amcam bağlamasını bile çıkarmıştı, demek ki bu akşam içeceklerdi yine. Bizde kızıyorduk kadere, 'Adamda hiç şans olmaz mı' diye. Her şey hazırlanıp da işin bizim rakıya geldiğini anladık. Amcam yengeme sesleniyordu.


'Hanım şu benim şişeyi bir getir bakayım.' Bizse kaçacak yeri olmayan kurbanlıklar gibi bekleşiyorduk divan üzerinde. Birden amcamın sesi kulaklarımızda çınladı.



-Lan sacırak bacakları gelin bakayım buraya.



Gittik çaresiz odada bir sürü adam ve amcam gülüyorlardı bize, tabi bir şey anlamamıştık. Amcam elindeki şişeyi göstererek sordu bize yarı kahkahayla.



-Ne oldu bakalım bu şişeye, hadi anlatın.



Ben ağlamaklı bir ses edasıyla söze girdim. Ne de olsa en iyi ben laf yapıyordum.



-Amca, bakkal bize bozuk rakı vermiş herhalde, gelirken sallanınca böyle oldu. Biz bişey yapmadık.



-Yani siz şimdi bu şişeyi açmadınız öyle mi?



-Açar mıyız amca hiç olur mu öyle şey, hem nasıl açılıyor ki bu?



-Hanginizin fikriydi lan bu?



Ses yok, tekrar sordu ama bin kerede sorsa ses çıkmaz, biz satmazdık birbirimizi.



-Gerçi boşa soruyom size ben, nasılsa söylemezsiniz, siz deyin bakalım madem bunu içtiniz, neye benziyomuş bu?



Yüksel dayanamayıp bir sazan gibi atıldı ortaya;
-Baba siz nasıl içiyonuz bunu çiş gibi bişey bu, hiç bişeye benzemiyo. Hem insan da akıl olsa içer mi bunu?



Komşu köyden Ahmet Amca, amcama dönerek;



-Tahir bu senin oğlan iyice bulmuş kafayı demez mi.



Odada bir kahkaha tufanı, bizse utançtan yerin dibine giriyorduk. Amcam hemen anlamıştı zaten, kapak açılınca belli oluyormuş, nereden bilelim biz. Odadakiler karınları ağrıyıncaya kadar güldüler bizse içine düştüğümüz rezilliğin utancını yaşıyorduk. Nasıl düşmüştük böyle bir tufaya?



Ama bu dalga geçilme çok zorumuza girmişti, herkes bize gülüyordu.
Bizse ilk defa bir yaramazlıktan sonra dayak yemeyi bu kadar çok istemiştik. Halbuki suç bizim bile değildi.



Rakı bozuktu kardeşim biz ne yapalım?

04 Ağustos 2012 8-9 dakika 10 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (5)
  • 10 yıl önce

    / Dur bakalım, daha ne öyküler vardır sende Fatih... 😆 güzeldi... tebriklerimle.

  • 10 yıl önce

    Mizahi unsurlarda katılmış ve çocuklukta yaşananlar güzel bir öykü olarak karşımıza çıkmış. Geç de olsa öykü değerini bulmuş diyelim Fatih kardeş gönülden tebrikler...👍

  • 10 yıl önce

    teşekkürler hocam, pek fırsat bulamasamda yazmaya çalışıyorum çok sık olmasa da,

    kezban hanım, bi kitap için başladım çalışmaya ama bu çocukluğumun o en güleç günlerin daha çok anısı var elbette, bu kitaptan sonra inşallah muzur neşriyata da gelecek sıra 🙂

  • 10 yıl önce

    / Merakla takipteyim Fatih şairim... 👧👧

  • 10 yıl önce

    güzellik bu olsa gerek efendim 🙂 teşekkürler :)