Neşe

İlkokullar tatil olduğundan beri sınavın olmadığı günlerde mutlaka bir yerlere gidiyorduk. Neşe, annesinin ölümünden sonra bir süre evden çıkamamış, kendisini toparlayamamıştı. Devam mecburiyeti olmadığı için okula da ara sıra geliyordu. Bazen, açılması için evinden zorla çıkarıyor, Virane'ye götürüyordum. Arada, bir noktaya takılıyordu gözleri, dalıp gidiyordu. Fark ettiğimde hemen uyarıyordum:

_ 'Hangi yıldızdasın yine? Dünyadan Neşe'ye! Koordinatlarını ver Neşe! Sana ulaşamıyoruz.'

Gülümseyerek gözlerime bakıyordu. Çok değişmişti, çok! Ölümü o kadar içinde yaşamıştı ki! İnegöl'de ne kadar akrabası varsa, duyar duymaz gelmiş, annesinin akrabası olan kadınlar, nöbetleşe yanlarında kalarak, onları hiç yalnız bırakmamışlardı. Baba tarafı Bilecikli, annesi İnegöl'ün bir köyündendi. Babası Merinos'ta bekçi olarak çalışmaya başladığı için uzun süredir Bursa'daydılar.

Evin yüküyle birlikte, kardeşi Hasan'ın sorumluluğunu da üzerine almıştı. Erkenden kalkıp, kahvaltı hazırlamak, babasını, kardeşini okula göndermek zorundaydı. Misafirlerin de ardı arkası kesilmiyordu. Baş sağlığına gelenler bitmek bilmiyordu. Sürekli yemek yapması gerekiyordu. Alışveriş de üzerine yıkılmıştı. İki ay olmamıştı daha ama sanki yılların yorgunluğu vardı üstünde.

'Size şer gibi görünen, aslında hayırlıdır, fakat siz bilemezsiniz' kadarı aklımda kalmış, bir ayet vardı, ?Her işte bir hayır vardır.' da derler ya annesinin ölümü Neşe'nin aleyhine görünüyordu ama aksine lehineydi. Bir anda olgunlaştırmıştı bu olay onu. İşin en iyi tarafı da Allah'ı görmeye başlamasıydı. O güne kadar, ateizme son derece yakınken, birdenbire yüz seksen derece dönüş yapmış, gelen akrabalarıyla namaz kılmaya başlamıştı. Bunu öğrendiğimde o kadar sevindim ki! Annesini kaybetmişti ama İnşallah cenneti kazanmıştı. Sadece ibadet etmek de yeterli değildi onun için ve kimin nereye gireceğini yalnız Allah bilirdi ama imanını kurtarmış olması bile yeterdi. Hayatında, eskiden okuduğu gazeteye kadar çok şey değişmişti. Bizim kıza ne olmuştu, Şule Yüksel Kars'ın ?Huzur Sokağı' isimli kitabını okuyordu.

Define'yi bulduğumuz günü anımsadım. Dedeye annesiyle arasındaki sorunu anlatan Neşe değildi bu. Ne bir anne kalmıştı, ne de bir sorun... Dede, her ihtimali anlatmıştı da ölümden bahsetmemişti ona:

_ 'Annen ölürse, içine batar. Ona bağırma. Uyumlu ol. Ona bir şey olursa, çok vicdan azabı çekersin! Onun çalışmaları senin için nimet, vardığı devlet! Kıymetini iyi bil! Annen, senin için en büyük zenginlik. Bak benim hiç annem olmadı, mesela. El kapısında büyüdüm. Anne sevgisi nasıldır, bilmem. Anne neyi ifade eder, onu da bilmem. Öyle bir şey hissetmedim çünkü hiç. Keşke olsaydı da her gün sorunlarım olsaydı! Bir kere saçlarımı okşasaydı, bir kere yanağımdan öpseydi, bir kere bağrına bassaydı!' dememişti, diyememişti. O zamanlar bilmiyorduk ki böyle bir şey olduğunu. Onu yeni tanımıştık.

Bu olasılığı anımsamış olsaydı, onu kıracak en küçük bir söz söyler miydi, acaba? Sayılı günlerinin kaldığını, çok yakında aileden ayrılacağını bilseydi, kurulu sofraya oturmak için kalkmamak, kavga çıkarmak ne demek, her gün herkesten önce uyanır, elinden geldiğince güzel şeyler hazırlar, gözünün içine bakar, etrafında dört döner, bir an ondan ayrı kalmak istemezdi. Ne yazık ki Azrail, randevu almadan çıkıp geliveriyordu!

O sorun kökünden çözülmüş, tüm sorunlar, olanca ağırlığıyla yeni başlamıştı. Bu defa annesinin sorumluluğu dağlar gibi omuzlarındaydı. Hem madde dünyasındaki işleri yüklenmişti o gencecik, narin omuzlar, hem de mânâ âleminin sorumluluğunu... Hem kendisini kurtaracaktı, hem de annesinin kurtuluşu için dua edecekti.

Küçükken Kuran Kursu'na gitmiş olduğu için Arapça okumayı biliyordu. Ben bilmiyordum. Onlara gittiğimde o okuyor, ben Türkçesinden takip ediyordum. Bitince, hâsıl olan sevabı, özellikle annesinin ruhuna bağışlıyordu. Bir gün okumasa, rahatsızlık duyuyordu.

_ 'Peki, anlamını biliyor musun bari?' dedim.

_ 'Hayır.' dedi.

_ 'Hiç merak etmedin mi? Sevabı annene gidecek, anlamı, seni ferahlatacak.'

_ 'Nasıl yani?'

_ 'Ben de Türkçesini ezbere biliyorum. O, Kuran'ın özeti gibidir. İnsanın doğru yolu bulması gerektiğini, aksi halde hüsrana uğrayanlardan olacağını örneklerle anlatır ve ölümle her şeyin bitmediğinden, Bas Günü'nde nasıl diriltileceğimizden bahseder. Her okuyuşumda ufkum açılır. Sanki her defasında ruhum biraz daha yükselir. Dünyayı biraz daha yukarıdan kuşbakışı seyrederim. Yükseldikçe daha geniş bir alan açılır önümde ve gittikçe küçülerek önemsizleşir, yaratılanlar. Giderek, dünya bilye kadar kalır. Daha yükselebilsem, Samanyolu'nu toz edeceğim, savuracağım!'

_ 'Neler diyorsun sen? Anlayamıyorum.'

_ 'Hele bir defa oku, o sana anlatacak, ne demek istediğimi. Okudukça beni anlayacaksın. Zamanla, her şeye bakış açın değişecek.'

Daha fazla o konuda konuşmak, bıktırıcı olmak istemedim. Bir güzelliği yakalamıştı. Üstüne varmak doğru değildi. O gün yine Virane'deydik. Düşünsün istemiyordum. Her fırsatta geçmişe gidiyor ve aynı olayları tekrar tekrar yaşamaya başlıyordu. Onu da turnuvaya dahil ettim. O bahaneyle sık sık aramıza gelecek, oyun boyunca olsun, düşüncelerinden uzaklaşacaktı.

O günden sonra hemen hemen her gün Virane'ye gelir oldu. Özellikle o gelince hüzünlü şarkılar dinliyorsak değiştiriyor, neşeli bir bant koyuyorduk teybe. Komik olaylar ve fıkralar anlatıyor, espriler yapıyorduk. Sadece turnuva için değil, her önüne gelenle tavla oynuyordu! Deli gibi oynuyordu hem de! Bilinçsizce saldırılar yapıyor, adeta kıran kırana savaşıyordu! Fakat rasgele de olsa bazen kazanabiliyordu. Ya gözlerinden yaşlar süzülüveriyordu, ya da çılgın gibi gülüyordu! Zaman, her huzursuzluğun ilacıydı. Giderek duruldu. Sakinleşti. Artık normale dönüyor, iyileşiyordu.

Onu çarşıya götürdüm. Vitrinlere bakmasını sağladım. Bir şeyler seçmesini, denemesini rica ettim. İlk defa bir giyecek beğendi. Bu, robası ve kolları beyaz dantelli, açık mavi bir bluzdu. Hemen iki tane satın alıp, mavisini ona armağan ettim. Çok uçuk pembelisini de ben giydim.

Bir gün de okulun karşısındaki Kazıcı Sineması'na götürdüm, zorla. Çok komik bir film gelmişti. Gerçekten sinemalar, dış dünyadaki dertlerden, bir süreliğine de olsa uzaklaşmada son derece etkin yerlerdi. İçeride bambaşka bir âlem sarıyordu, ruhu. O kadar çok güldük ki! Dışarıya çıkınca, etrafı yadırgadık, hemen uyum yapamadık. Çünkü hâlâ gülüyorduk ve herkes bize bakıyordu.

Sınavlarının yarısını verebilmişti. Çok da önemli değildi. Sağlığı yerine gelsin yeterdi. İkmal imtihanları da vardı. Her şey giderse geri gelebilirdi, akıl giderse, geri dönüşü yoktu.

***

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 21

28 Mayıs 2010 6-7 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar