O Adam

O küçücük odasında yalnız yaşayan adamın mutluluğu, kendini kendi yapan, onu asla terk etmeyen, acılarının, ızdırabının, sevinçlerinin, müzminleşmiş hastalıklarının, içinde mesken kurup, herkesin terk ettiği şu zamanda, onların perçinlenmiş vefasının asla terk etmeden, dert değil deran oluşlarıydı. Kimseler görmese de, anlamasa da, sezmese de kendi içlerinde acısıyla tatlısıyla, varlıklarını lütuf sayıyorlar, onlar lütfedeni, lütfeden de onları seviyor, bu sarsılmaz imanın verdiği ilahi bilinçle, şükrediyor ve şükretmenin getirdiği hazla içsel mutluluğu tek vücut içinde doyasıya yaşıyorlardı.

Adam ne zaman odasından çıkıp sokağa adımını atsa, görmek ve duymak istemediği her şeyler adeta üstüne üstüne geliyor, o küçücük odada dertleriyle birlikte olabildiğince özgürken, sanki mahpushane avlusunda olta atan mahkûmlara dönüyorlardı, dertleri yeniden depreşiyor, içendeki dostları bu dış dünyadan tedirginlik duyuyorlardı. Zaten onu dört duvar arasına mahkûm ve mecbur eden bu dış dünyanın cazibesi, insanları ve olayları değil miydi? Altmış beş yıllını zindana çeviren, ömrünün en güzel yıllarını acımasızca örseleyen, bütün emeklerini türlü tuzak hile ve yalanlarla çalan, tertemiz duygularını kirletip hırpalayarak, yaralayıp sömüren, bu sokak, bu çarşı, bu şehir, bu dünya değil miydi? O artık şuursuzca akan insan seline karışmaktan, yorulmuş, bıkmış, usanmıştı.

Adam artık aranmak, sorulmak, tanınıp bilinmek istemiyordu, unutulmak için elinden geleni yapıyordu. Beklentileri her geçen gün biraz daha azalıyor, umutla umutsuzluğu, iyilikle kötülüğü, vefa ile vefasızlığı, ihanetle sadakati, sefa ile cefayı, olumlu olumsuz ayırt etmeden hepsini tek görüyor ve gönlünü daraltan o buz gibi kalın surlar yıkılıyor. Ruhunda ki güç hudutları yok ediyor, gönül kanatlarının estirdiği sevgi rüzgârı evrenin her köşesine dalga dalga yayılıyordu. O bu rüzgâr dalgasını bir nefes alırken içine çekiyor, verdiği nefesle geldikleri yerlere yeniden yolluyordu, Sanki haşir ve neşir bütün ihtişamıyla bu iki nefes arasında bayramdan önceki arifenin heyecanını yaşatıyordu.

Önüne sayısız maddi zenginlik verecek, nice fırsatlar çıkmış, gönlüne kaç mecazi aşk güneşi doğmuştu, Sevgilisi olmak için ne çok sesler gelmişti. Fakat idrakine hükmeden, adını bilmediği, tanımını yapamadığı bir güç, onu sürekli engelliyordu, kaç defa "aradığım sen değilsin" çığlıklarının tenha yerlerde her tarafı çınlattığını kendinden başka kimse duymuyordu, hâlbuki duyulmalıydı, duyulacaktı. O duyurmamaya öylesine özen gösterdi ki, deli diye dillere düşmek, başka türlü de ardından gelinmesini istemiyordu. Ancak biri duymalıydı, biri bilmeliydi "aradığın benim" demeliydi, o bunu bekliyor ve der miydi diye de beynini parçalıyordu. "Diyecek bir gün diyecek" hissini bütün hücreleri titrerken öylesine derinden hissediyordu ki, onunla kaplandığını ve kendinin kaybolduğunu kaç kez yaşamıştı, kim bilir ne zamana kadar kaç defa daha yaşayacaktı?

Ta ki o aradığı sırrı çözene kadar.

30.09.2012

29 Eylül 2012 2-3 dakika 1 öyküsü var.
Yorumlar