Okul Yıllarım (b.ö.r. -12-)

Okul yılları, o yılları yaşayalı yıllar geçti. Dünya kaç kez döndü güneşin çevresinde. Nice derelerin altından ak ve bulanık sular aktı. Geri gelmesi, bir kez daha yaşanması mümkün olmayan altın yıllar. Hala özlemle anımsarım o güzel günleri. Kendimi bir an okulun salonlarında düşlerim. Saat on yedi, doksan dakikalık birinci mütalaa başlıyor. Arkasından altmış dakika akşam yemeği ve dinlenme. Nihayet bir saatlik ikinci mütalaa. Yarım saat temizlik. Saat yirmi birden sabah altıya kadar uyku saati. Nihayet otuz dakikalık sürede giyinip kırk beş dakikalık sabah mütalaası ve ders zili. Salı ve Perşembe günleri altı saat ders, cumartesi dâhil dört gün beşer saat ders yapıyoruz. Mütalaa saatlerinde ders harici roman- gazete- dergi okumak yasak. Nöbetçi öğretmenle son sınıf nöbetçi öğrenci her mütalaa saatinde sınıfları kontrol ediyor.

Ders psikoloji, genç bir bayan öğretmen giriyor dersimize. Oldukça parlak bir Trabzon güneşi yükseliyor ufuktan. Ekim ayını bitiriyoruz. Buna karşın hava ılık, güneş ışınları penceremizden sınıfımıza kadar yansıyor birazcık. Anlatıyor öğretmenimiz:

'Çocuklar diyemem sizlere, sevgili öğrenciler. Üç yıl sonra meslektaşım olacaksınız. Sayılı günler çabuk biter. Sizlere arkadaşlar diye hitap etmek istiyorum. Önünüzde hep güzel günler olacak. Öğretmen olacaksınız. Bu saygın mesleğin mensupları olarak güzel yurdumuzun öncelikle ışık götüreceksiniz. Cehaletle savaşacaksınız. Beyinlerinizdeki bilgiler gözlerinizden ışık olarak yansıyacak, aydınlatacak karanlıkları. Yeni, makbul fikirler ulaştıracaksınız yurdun dört bucağına. Özgür düşünceli kuşaklar yetiştirme çabamızda hep birlikte olacağız.


Okulumuzda her sınıfta en az on kız öğrenci var. Gündüzlü okuyan bu kızlarımızı sınıflara dağıtmamızın bir gereği var. Kızlarla aynı sınıfı paylaşıp karşı cinsle iletişim kurmayı da öğreniyorsunuz. Yurdumuzun birçok bölgesinde erkeklerin kadınlarla konuşması hoş karşılanmaz. Sizler, sıkılıp utanmadan kadınlarla konuşma pratiğini böylece sınıflarımızda yaşayarak öğreniyorsunuz. Ayrıca maaş alacaksınız, kendi paranızı kazanacaksınız. Ekonomik bağımsızlığınız olacak...' Öğretmenimizin çok tatlı ve içten ders anlatımı, bizlerde gelecek günlere umutla bakmamıza neden oluyordu.

Her ders psikoloji dersi tadında geçmiyordu elbet. Dört yüz yatılı, üç yüzün üzerinde kız-erkek gündüzlü öğrencisiyle yedi yüzü geçiyordu okul mevcudumuz. Üç tane resim-yazı, iki tane beden eğitimi, iki tane müzik, iki tane tarih... öğretmenlemiz vardı. Öğretmenlerimiz, alanlarının en seçkin kişileriydi. Resim-yazı dersi resmen bir kâbustu. Elliye yetmiş resim kâğıtlarını bir kez katlatıp yazı defterleri yaptırıyorduk kitapçılara. Her hafta, okka ve mürekkeple üç sayfa yazı yazmak zorunluydu bu defterlere. Ayrıca haftada bir resim kâğıdına blok yazı yazımı ödevi verilirdi. Tablalı uç, kesik uç, her çeşit uçla yazı yazdık. Desen çizdirirdi öğretmenimiz. Aldığımız not, sıfır nokta beşten bir, ya da bir. Geçer not beş.

Müzik dersine genç ve güzel bir bayan öğretmen giriyor. Okul şarkıları öğreniyoruz. İyi hoş da ya flüt ya da mandolin çalmak gerekiyor. Ben mandolin aldım. Yavaş yavaş notalarla beraber şarkıları öğreniyoruz. Bir sınav yaptı öğretmenimiz, sonuçlar felaket. Herkesin durumu birbirine yakın. İki almışım. Mandolinimle beraber günlerce çalıştım. Sahile gidip martılara müzik yaptım. Yine sınav yapıldı. Öğretmenim beni çok beğendi. Büyük ilerleme kat ettiğimi söyledi. Notlar okundu, aldığım not dört. Yüzde yüz ilerleme sağlamışım. Lakin bu not yine geçer not değil.

Beden eğitimi dersi yapıyoruz. Öğretmenimiz bizi sahile çıkardı. Karadeniz sahil yolunun yan tarafındaki yürüyüş yolundan Akçaabat'a doğru kros koşusu yaptırıyor. Uzun Kum'a kadar ortalama gidiş dönüş on kilo metre koşacağız. O stil koşuyu hiç birimiz bilmiyor. Yüz metre koşucuları gibi fırladık varış yerinden. En çok iki kilo metre koştuk. Nefes alamıyorum. Ciğerlerim patlayacak adeta, göğsümden dışarı fırlayacaklar... Hepimiz aynı durumdayız. Sağımızda masmavi deniz. Tüm güzelliğiyle kendi âleminde. Hafif dalgalı yüzüyle sanki bizimle dalga geçiyor. 'Ben bile hırçın dalgalarımı aniden başlatmam. Önceden kabarırım ağır ağır, sonradan başlarım sahilleri dövmeye. A benim kuzucukların sizler de koşunuzu çok yavaştan başlamalıydınız...' Diyor biz çaylak koşuculara adeta. Martılar uçuşuyor. Suya mı atlasam, öleceğim neredeyse. Kimse ölmedi, fakat kusanlar oldu. Yürüye yürüye varış yerine vardık. Kız arkadaşlarımız ağlıyordu. Bu koşuları yine yaptırdı öğretmenimiz. Fakat bu kez öğrenmiştik işin sırrını. Büyük sınıflardaki ağabeylerimiz bizlerin görünmeyen öğretmenleriydi. Onlar deneyimlerini bize seve seve aktarıyorlardı. Okulda yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerini yaşıyorduk. Zaten yirmi dört saatimiz birlikte geçiyordu.

Derslerin yoğun işlendiği günleri yaşıyoruz. Yazılılar sözlüler başladı. Okul kurallarını içselleştirmiş durumdayız. Bir sabah mütalaasındayız. Nöbetçi öğretmen yoklama alıyor. Elinde bir liste numaraları okuyor:

'Numarası okunan öğrenciler tahtaya çıkın. Sizler yataklarınızı yapmamışsınız. Hemen yatakhaneye yürüyün. Çabucak yataklarınızı yapın ve sınıfa dönün...' Kafalarını asarak, utanç içinde bazı arkadaşlar tahtaya çıktı. İçlerinde ben yoktum. Bu durum ilk ve son yaşandı. Bir kez daha ileriki günler ve yıllarda böyle bir olguyla karşılaşmadım.

Paramın yettiği günlerde sinemaya gidiyorum. Diğer zamanlarda kütüphanede ve ders çalışmakla geçiriyorum günlerimi. Bu arada sınıflar arası voleybol, futbol, masa tenisi karşılaştırmaları yapılıyor. Sınıfımızın voleybol takımındayım. Lakin ilk maçımızı kaybedip, elendik. Futbol maçları çok çekişmeli geçiyor. Kasım ayının içindeyiz. Hava serin, rutubetli fakat kar yok. Futbol maçlarını izliyorum. Bir gün baş ağrısı, ateş yükselmesi, kendimi revirde buldum. Revircimizin verdiği ilaçlar hastalığıma merhem olmadı. Gitgide fenalaşıyorum. Hasta olan arkadaşlar bir iki gün revirde yatıp iyileşip derslere dönüyorlar. Ben, değil iyileşmek artık yemek bile yiyemez oldum. Ara ara sayıklıyorum. Okul müdürü ve müdür yardımcısı ziyaretime geldi. Konuşuyorlar kendi aralarında. Ben yarı baygın yatıyorum.

'Bu öğrencimizi memleketine mi göndersek acaba ne yapsak. Hele birkaç gün daha geçsin ...' Bu sözleri duyunca daha da üzülüyorum. Son sınıf hemşeri ağabeyler geldi. Beni apartopar hastaneye götürdüler. Hastanede bir penisilin iğnesi yaptılar bana. Adeta aklım başıma geldi. Hastane doktorun verdiği ilaçlarla yavaş yavaş iyileştim. Bu macera hemen hemen on gün sürdü. Ülkedeki eğitim-öğretim işini yazboz tahtasına çevirme uygulamasını o yıl yaşamaya başladık dersem yeridir. Sınavlar yapılıyor dersler işleniyor. Bir de duyuyoruz karneler ocak ayının hemen başında verilecek. Oysa karneler hep şubatın başında verilirdi. Normal yapılması gereken üç yazılı sınav ikiye indi o dönem için. Takip edemediğim dersler ve katılamadığım sınavlar yüzünden başarı sağlayamadım.

Tatile girdik. İki haftalık tatil için köylerimize döndük. Karneler posta ile gönderildi. İlkokul birinci sınıf birinci dönemden bu yana ilk kez karnemde düşük notlar gördüm. Üç adet üç, üç adette dört vardı karnemde. Evde güzel bir hava esmedi elbet. Hastalık ve diğer olguları anne-babama anlattım. Onlara ikinci dönem başarılı olacağıma söz verdim. Köyden ayrılırken yemyeşil ormanımız bu kez yağan karlarla beyazlara bürünmüştü. İklimimiz sert ve soğuk geçer kış mevsimlerinde. Köyümüz kuru ve soğuk havası bana çok iyi geldi. Kendimi annemden yeni doğmuş gibi sıhhatli hissetmeye başladım. Özlem giderdim bu arada elbette. Okula dönerken ilçeye beni uğurlamaya babam da geldi. Babam, adeta utanarak, ' Derslerine biraz daha fazla dikkat et...' dedi. Babamdan derslerle ilgili ilk ve son sözler bunlar olmuştur tüm öğrencilik yıllarımda...

İkinci sömestri dönemine fırtına gibi girdim. Yeni ve büyük bir kent, farklı bir okul ve farklı bir iklim. Bu olgular akademik başarımı yerlerde süründürmüştü. Şimdi memleket özlemimi gidermiş, moral toplamış olarak derslere çalışıyorum. Sanki dersleri daha önce öğrenmişim, yeni bir tekrar yapıyorum. Yazılılar sözlüler gönlümce geçiyor.

Yatakhane binasının en alt katında iki sınıf geniş bir yatakhanede yatıyoruz. Pis su gider borusu bozulmuş, yatakhanemize koku yayan pis sular akıyor. Nöbetçi öğretmenlere durumu arz ediyoruz, sonuç yok. Arkadaşlar toplandık, karar verdik. Pijamalarımızı giyip kapının önünde bekleyeceğiz. Durumu proteste edeceğiz. Yaşlı ve sessiz bir öğretmenimizin nöbetinde yapıyoruz bu eylemi. Öğretmenimiz geldi, nöbetçi öğrenciye beraber. Sert konuşmaya başladı.

'Niçin yataklarınızda değilsiniz?..' Arkadaşlar yanıtladı, hemen:
'Hocam burada yatılır mı hiç? Bakın ne pis bir koku var...' Neyse. Konuşarak çözüm üretildi. Bir hizmetli çağırıldı. Hizmetli ıslak yerleri paspasla kuruladı. Ertesi akşam yatakhane pırıl pırıldı. Sızıntı yapılan borular değiştirilmişti. Birlikte eylem yapmanın özellikle haklı olunan konularda olumlu sonuç verildiğinin pratiğini de yaşamış olduk genç öğretmen adayları olarak.

İlkbahara doğru köyden bir mektup aldım. Mektubunda nişanımın bozulduğunu yazmıştı babam. Şimdi daha bir özgürdüm artık. Ders, sinema ve kütüphane üçgeni içinde geçiyor günlerim. Sene sonu yaklaştı. Akademik başarı durumumdan eminim. Karneleri aldığımızda mayıs ayının son günleriydi. Sınıfımı direk geçtim. Birçok arkadaşım bütünlemeye kalmıştı. Direkt sınıf geçenleri okul iki hafta daha tatile bırakmadı. Öğlene kadar çeşitli eğitsel etkinlikler yaptık. Öğleden sonramız boş, mütalaa yok. Zamanımızı şehir turu yaparak, akşamları açık hava sinemalarını ziyaret ederek geçiriyoruz. Bu arada, o yıllarda var olan Trabzon ünlü Uzun kum plajında yüzme öğrendim. Yaz tatiline, okulun verdiği takım elbise ve güzel ayakkabılarla köyüme döndüm...

23 Mayıs 2016 9-10 dakika 205 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 8 yıl önce

    Okul Yıllarım adlı öykümün 31.05.2016 tarihinde günün yazısı seçildiğini gördüm. öykümü günün yazısı olarak değerlendiren Şiirkolik seçici kuruluna iten teşekkürlerimi sunarım. Daha güzel öykülerde buluşmak dileğiyle yazım yaşantısını sürdüren şair ve yazar dostlara selam ve başarı dileklerimi iletiyorum. Saygılarımla.