Öldürmeliyim

Öldürmeliyim

Öldürmeliyim!

Kurtulmalıyım!

Mutlaka bunu yapmalıyım!

Gözlerini tavana dikmiş, göz kapakları sabitlenmiş, göz bebekleri kocaman olmuştu!

Saat sabah sıfır dört civarlarında olmalıydı. Eski yüz yıldan kalma taş yollarda bazı ayak sesleri duyuluyordu, sessizliği yarıp geçiyorlardı. Yataktan doğruldu, perdeyi aralayarak sokağa baktı.

Bu sefer yapmalıyım, bu sefer kesinlikle yapmalıyım dedi içinden. Karşı komşusu Hacı İsa sabah namazı için kapı önündeydi. Şuna bir de hacı demezler mi, dedi içinden.

Her türlü pisliği yap, sonra bir hacca gidip gel, oh ne ala dünya, dedi mırıldanarak! Duvarda asılı olan saat, alaca karanlıkta çok seçilmese bile görülebiliyordu ama gözleri tam olarak seçemedi, birkaç adım daha yaklaşarak saate baktı, sıfır dört on beş olduğunu fark etti.

Başını iki eli arasına aldı, saçlarını avuçlarcasına çekiştirdi “ölmeli, mutlaka öldürmeliyim” dedi tekrar.

Hızlıca odanın kapısını açtı, kapı eski bir ahşap kapı olduğu için menteşelerden gelen ses, paslı bir çiviyi ahşaptan söker gibi geliyordu. Tahta merdivenlerden inerken gıcırtılar devam etti, bu kadar gürültüye yaşlı annesinin uyanmaması şaşırtıcı geldi kendisine! Tam son basamağı iniyordu ki “oğul sen misin” diye bir ses geldi, soldaki odadan. He ana benim, ben, dedi.

-Nereye bu saatte
-Bahçeye!
-Bahçeye mi, bu saatte mi?
-Tamam ana sen yat, ben gelirim birazdan, dedi ve ayakkabılarının olduğu yere yöneldi.

Sabahın ayazı içini ürpertiyordu, köşe başına geldiğinde buz gibi akan köy çeşmesine yöneldi, eğilip bir avuç suyu çarptı yüzüne, ardı ardına dört beş sefer daha, yüzü buz gibi oldu!

Kafasını yukarı doğru kaldırdı, öldürmeliyim, dedi yeniden!

Hacı İsa, aşağıya doğru yol alırken, o da peşinden küçük adımlarla ilerlemeye başladı. Ardından birisinin daha geldiğini kuru öksürük seslerinden anladı. Usulca arka tarafına doğru baktı çaktırmadan yüzünü seçemedi ama öksürüğünden Hamit dayı olduğunu anlamıştı.

Yolun soluna doğru geçti, taşlara basmaya özen gösteriyordu, çocukluğundan bu yana döşeli taşların hep ortasına basmaya çalışırdı. Asla birleşme yerlerine basmak istemezdi. Yüzünün ayazın etkisiyle buz gibi olduğunu fark ettiğinde hafif bir rüzgâr daha yalayıp geçti suratını.

Adımlarını biraz hızlandırdı, Hacı İsa ile mesafesi gittikçe daralıyordu, dilinde tekerleme olan kelimeyi tekrar yeniledi “öldürmeliyim” dedi.

Kafası karışık, duyguları darmadağın bir halde yoldan aşağıya doğru sallanarak yürümeye devam etti. Hacı İsa caminin yanındaki duvara yaslanarak ayakkabısını çıkarıp sallamaya başladı, onu görünce bir an durakladı, sonra hızlı adımlarla caminin sağ yanındaki yola doğru yöneldi.

Pantolonunun kemer kısmını kontrol etti, yukarı doğru çekiştirdi belinden. O esnada birinin daha kendisine doğru yaklaştığını gördü yolun yukarı kısmından, tekrar geldiği yöne doğru dönüş yaptığında Hacı İsa’nın çoktan gözden kaybolduğunu ve camiye girdiğini fark etti.

Başını sağa sola kütürdeterek salladı birkaç kez, bu gün bu işi yapmalıyım, öldürmeliyim, dedi!

Camiden aşağıya doğru adımlarını hızlandırdı, birkaç ev sonra zaten köyün sokağı bitiyor, artık dağ yolu başlıyordu. Ormanın kenarında bu şirin köyde koca bir ömür geçirmişti. Birkaç dizi film için bile köyleri tercih edilmiş, epeyce bir para kazanmışlardı bu sayede.

Eskiden üç beş kuruşa talim eden köylü, şimdilerde köyü merak ederek gelen ziyaretçilerin çokluğundan bile şikâyet eder hale gelmişlerdi.

Sabahın bu erken saatinde ağaçların arasından dağın eteklerine doğru tırmanmaya başladı, ortalık karanlık sayılabilecek durumdayken, bu ormana bu şekilde çıkmak her baba yiğidin harcı da değildi, kendisinin de içi ürperiyordu ama bir yandan da dilindeki o kelimeyi hiç bırakmıyordu.

Bu gün bu işi yapmalıyım “öldürmeliyim” dedi!

Yaklaşık yarım saat kadar tırmandıktan sonra, ağlayan kayanın yakınına gelmişti. Kocaman bir kaya olan bu yer, dışarı doğru sarkan kısmından gelen kaynak suyu damlaları yüzünden ağlayan kaya olarak adlandırılmıştı. Çocukluğunda da buraya çok sık gelirdi, o vakitler bu kadar meşhur değildi kaya ama askerden döndüğü yıllardan bu yana çok meşhur olmuştu, gelip dilek tutanlar bile vardı!

Ağlayan kayanın üstüne çıktı, aşağı tarafta yer alan köyünün ve daha aşağılarda yer alan diğer iki köyün sokak lambaları ışıldıyordu.

Birkaç dakika kadar baktı o tarafa doğdu, derin bir iç çekişle arkasına doğru döndü. Oldukça sarp olan kayanın üst yanına doğru tırmanmaya başladı, yaklaşık üç dört metre kadardı mesafe, zor da olsa tırmandı ve hiç kimsenin bilmediği bir oyuğa elini uzattı!

Biraz da yoklayarak, zor da olsa küçük bir deri çantayı çekiştirerek çıkardı. Ağzıyla çantayı dişlerinin arasına alarak tekrar aşağı doğru sürtünerek de olsa inmeyi başardı. Sağ işaret parmağının kanadığını fark etti, kayanın keskin kenarları parmağını kesmişti.

Kayanın düzlüğüne geldi ve bağdaş kurarak oturdu. Derin bir iç daha çekti ve çantanın fermuarlı kısmını açarak içindekileri kucağına çıkardı.

Hüseyin kırk yaşına gelmişti. Çocukluğunda ve gençliğinde okuyabilmek için çok büyük mücadeleler vermiş ama bir türlü bunu gerçekleştirememişti. Babası Halit Ağa “bizim burada akıllı insanlar okutulmaz, sen aptal mısın, okula yollayayım” diyerek her seferinde önüne bir set çekmişti. Hayatının en büyük eksikliği sadece okuyabilmek değildi!

Bir de Hacer vardı, Yusuf öğretmenin kızı! Okulun öğretmenlerinden birisi olan Yusuf öğretmen, yaklaşık yedi yıl kadar köyde görev almıştı. İşte Hüseyin için hayatının en önemli yedi yılı, bu zaman diliminde geçmişti. Hacer onun biricik çocukluk aşkıydı!

Sırf o yüzden okumak ve onunla eşit şartlara sahip olmak istemişti ama bunu hiçbir zaman yapamamıştı! Kucağındaki duran mektupları açıp okudu, bir de fotoğraf vardı aralarında, Hacer ve Hüseyin’in yan yana durduğu!

Cebinden çakmağını çıkardı önce mektupları yaktı, rüzgâr yanan her parçayı hemen alıp götürüyor, sağa sola uçuşuyorlardı, gözlerinden akan yaşlara engel olamadı Hüseyin, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu!

Resim kalmıştı bir tek, onu da tutuşturdu, önce kendi bulunduğu taraf yanıyordu, Hacer’in olduğu taraf yanarken söndürmeye kalkıştı ama çok geç kalmıştı, yüzünün olduğu bölüm çoktan yanmıştı! Bu son hamlesine de kızdı içinden!

Ayağa kalktı ve avazı çıktığı kadar bağırdı, öldürdüm, öldürdüm seni!

Otuz yılı aşkın süredir, yüreğini kemiren bu sevdayı artık öldürmüştü!

Kayanın üstünden hızlıca inerken, çantayı da fırlatıp attı, neredeyse koşarcasına iniyordu patikadan aşağıya doğru!

Doğruca eve doğru gitti, sokak çeşmesinden birkaç avuç daha su alarak çarptı suratına.

Kapıdan içeri girdiğinde annesini gördü karşısında, göz göze geldiler, yüzünü çevirdi biraz, ana “Eminelere haber sal, evlenmek istiyorum” dedi…

16 Temmuz 2020 6-7 dakika 29 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (2)
  • 3 yıl önce

    Çok başarılı bir finaldi... Tabii öyküleme de öyle. Tebrikler.