Olmayan Kare
'Hadi ama söylemelisin'
'Tamam,'diyor kız bunalmış bir şekilde ve başlıyor etrafında ki gördüklerini beş yaşından beri arkadaşı ve ancak yirmi beş yıldan sonra birbirlerine karşı bir şeyler hissettiği çocuğa.
'Pekâlâ; karşımızda deniz var ve biraz dalgalı, sağ tarafımızda bir adam kestane satıyor kokusunu almış olmalısın. Arkamız yeşillik ama ağaçlar dışında beğendiğin o renkli çiçeklerden yok. Dümdüz arazinin arkası otoban, arabaların hızlı geçişinden sesler duyuyor olmalısın. Sol tarafımızda bir anne, iki erkek çocuk ve bir tanede küçük kızı var. Kızın saçlar kıvırcık ama albino hastası olmalı. Diğer bankta oturan bir adam var. Takım elbise giymiş gazete okuyor. Kırklı yaşlarında olmalı saçları ağarmış. Oldu mu?'
Bu onların beş yaşından beri oynadığı bir oyundu. Kız ona bu şekilde etrafta gördüğü her şeyi anlatırdı. Neden mi? Erkek arkadaşı doğduğundan beri kördü beş yaşına kadar bulanık görüyordu ama sonra her şey kararmaya başladığı esnada kız, onun gözleri olmuştu. Fakat bu gün hiç iyi değildi. Kızı sinir eden bir şeyler olmalıydı öyle ki bu sebep çocuğu gayet mutlu ediyordu.
'Hadi ama bir tanem bana bunu yapma,'dedi çocuk fazla sakin ve de neşeli bir sesle.
'Yapma mı? Lütfen, ben bir şey yapmıyorum ki... Keşke yapmasam.'Dedi. Kız en ufak bir söze sinirlenecek hatta karşısındakine bile haykıracak şekildeydi. Patlamaya hazır bir bomba gibi...
Çocuk elindeki bastonu yere bıraktı ve kıza dönüp yüzüne baktı. Sadece baktı, hiçbir şeyini göremeyen yüze, ona bir şey hissettiremeyen yüze... Sadece hayal edebildiği bir yüzdü. Derin, içten bir sesle;
'Bana söz verdin,'dedi. Kız, onun duymasını sağlayacak bir şekilde nefes aldı.
'Her şey bunun için miydi? O kadar öldürdüğüm insan bunun için miydi? Sözün canı cehenneme!'
Çocuk hafifçe gülümsedi ve elini kaldırıp soğuk teni hissetmeye çalıştı. Kız onun ne yapmaya çalıştığını biliyordu ve ona kolaylık sağlamak için elini, eline uzattı.
'Sana değer verdiğimi biliyorsun. Sende bana değer vermelisin.' Dedi.
Kız dayanamıyordu. Sessizce ağlamaya başladı. Hayatta, yanında oturan kör çocuk dışında en çok sevdiği şey, ağlamak... Çocuk bir anda irkildi ve elini çekti.
'Hey! Martıların sesini alıyorum bana bundan bahsetmemiştin,'sanki çok normal bir konudan geçiş yapmışlar gibi. Kız iki eliyle de yüzünü silip ona baktı.
'Bahsetmem mi gerekiyordu?' diye sordu ukala bir ses tonuyla.
'Evet, izin ver de her şey istediğim gibi gitsin,'dedi. Anlaşılan çocuk, kızın sesindeki alaycılığı pek aldırış etmiş gibi değildi. Kız üç saniye durdu ve kahkahaları bastırdı.
'Ne? Zaten her şey istediğin gibi değil mi!' dedi yüksek sesle. Bir anda çocuğun bağırmaktan hiç hoşlanmadığını hatırlamıştı. Sustu ve onun gibi denize baktı. Ona göre iki saat ama genel zaman dilimine göre iki dakika olan bir zaman sonra kız hiç duruşunu bozmadan bir soru daha sordu.
'Nerenden?' Çocuk onun ne demek istediğini anlamıştı ve hiç uzatmadan;
'Karnımdan,'diye cevapladı. Kız gözlerini kapattı ve dalgaları dinlemeye başladı. Sessizce bu kasvetli havada sanki ona diğer kıyılardan hüzünler, acılar, ayrılıklar getiriyor gibiydi. Hafif yosun kokuları burnunu tıkıyor gibiydi ama şu anlarda o kokudan iğrenemiyordu bile. Rüzgâr yavaş yavaş esmeye başlamış ikisinin de saçlarını bir o yana bir bu yana estiriyordu. Ölüm dansı gibi...
Kız montunun şapkasını geçirdi ve kendi çantasından çıkardığı bir şapkayı da ona taktı. Fakat çocuk şapkayı çıkarıp ona vererek;
'Hayır, bırak essin' dedi, ellerini tekrar cebine koyarak.
'Ama...'dedi ve sustu. Ama ne? Hasta mı olacaktı? Oda tıpkı çocuk gibi ellerini cebine koydu ama sağ cebinde görmek istediği en son şeyi hissedince birden titredi ve ellerini cebinden çıkarıp elindeki şapkanın kenarlarıyla oynamaya başladı.
'Nasılsın?' Uzun dakikalar sonunda çocuk sadece bunu söyleyebilmişti.
'Nasıl olmamı istiyorsan,'dedi kız. Sesine hâkim olmaya çalışıyordu. Şuan ona bağırıp çağırmak için sahip olduğu her şeyi verebilirdi.
'Amacım seni üzmek değil,'diyor ama kız buna cevap vermek yerine susmayı tercih ediyordu. Hayır, bunun daha iyi olduğunu düşünmüştü ama hayır. Sessizlik ona daha çok acı çektirmişti. Kız kafasını eğip fısıldayarak;
'Seni seviyorum,'diyebilmişti. Çocuk gülümsedi ve bir anda aklına önceden bu kelimeyi birbirlerine ne kadar çok söylediğini hatırladı. Kızın yaptığını görmemişti ama oda aynı şekilde kafasını eğerek;
'Bende,'dedi. 'Ne kadar kaldı yani 18.30 olması için?'diye sordu. Kız saatine baktı ve sorduğu soruya cevap vermeden önce aklına bir şey takıldı.
'Neden 18.30'da ısrarcısın?'diye bir soru yöneltti. Çocuk, kızı her zaman etkileyen o gülümsemesiyle onun olduğu tarafa döndü. Boşluğa bakar gibiydi ama kızın kahverengi gözleriyle ona baktığını çok iyi biliyordu.
'Senin, beni tanıdığın saat,'diye cevap verdi.
'üç dakika var,'dedi buz gibi bir sesle ve onun elinden tutarak ayağa kalktı.
İkisi de denizin kenarında yan yana duruyorlardı. Çocuk pür dikkat dalgaları dinliyordu, burnuna gelen kızın Manolya kokusu ve denizin yosun kokusunu iyice içine çekiyordu. Bir an aklına bir şiir gelmişti. Nerde duyduğunu, kimin söylediğini bile hatırlamadığı bir şiir ve onu söylemeye başladı. Sonuçta son üç dakikası vardı, her şeyi yapabilmek için.
'İlk önce rüzgâr eser derinden, derinden
Dikkat, ardından gelen yağmur damlacıkları seni yanıltmasın.
Bu sessizlik seni aldatmasın, bu caddenin boşluğu gülümsemez sana
Dikkat et, bu o güzelim sonbahar değil!
Çocukluğunu geçirdiğin evden, baktığın pencere değil bu.
Bu, uçurumun dibinden gelen rüzgâr,
Esiyor yanıltmak için derinden.
Bu ölümün hançerinden gelen damlacıklar,
Kanını silmek için oradalar.'
Kız o esnada cebinden ona fark ettirmeden bıçağı çıkarıyor ama ne gerek var ki... Zaten oda bunun farkında değil mi?
'Bu o güzelim sonbahar,
Leşini götürmek için orada yapraklar
Dikkat et! Bu kaldırımda ki kadın-
Bir anda sesi kesiliyor. Kız gözleri dolarak bıçağı söz verdiği gibi karnına saplıyor, söz verdiği gibi onu öldürüyor, söz verdiği gibi onu bu hayattan kurtarıyor... Ağlamaya başlıyor ama umursamıyor. Son kez onun dudaklarından bir cümle çıkıyor;
'Gülümsemesiyle öldürmek için.' Çocuk yavaş yavaş kan kaybından ölecek ve o esnada kız bıçağı bırakıp şiiri nerde duyduğunu hatırlıyor. Not defterine kendi yazdığı bir şiirdi ama şimdi ne gerek vardı ki böyle anlamsız bir bilgiye. Kız arkasına dönüp kanlanmış elleriyle saçlarının diplerini sıkıyor. Hayır! Sırf ona söz verdiği için yapmamalıydı bunu. O her şeyine hayran insana bunu yapmamalıydı! Kendinden iğrenmeye başlıyor etraftaki herkes gitmiş onu gören hiç kimse yok, onu teselli edip konuşabilecek olan hiç kimse... Çocuk hala ölmemişti. Dayanamıyordu, ah! Keşke arkasına dönüp bir bıçak daha saplatabilse o zaman ona iyilik ederdi o zaman onu bu dünyayla olan bağlantılarını koparabilirdi. Bıçağı yerden alıp sessizce kıvranan kör sevgilisini kurtarmak için arkasına döndü. Fakat gördüğü manzara tahmin edemeyeceği ama aynı zamanda etmesi gereken bir görüntüydü. Durdu ve sevgilisinin olduğunu düşündüğü boş yere baktı. Evet, orada kimse yoktu. Akan kanlar bile yoktu. Bekledi ve karnından kanlar akmaya başladı bir anda sancılandı. Hiçbir şey onu bu acıdan kurtaramayacak gibiydi. O saniyelerde hatırladı. Etrafta kestaneci, anne ve çocukları hiç olmamıştı ve otuz yıllık olduğu sevgilisi otuz yıldır hiç olmamıştı. O kendini bıçaklamıştı. Hatırlamıştı psikopat bir şizofren olduğunu o esnada tüm dalgaların duyabileceği dehşetlikte kahkahayı basmış ve bıçağı karnına iyice saplamıştı. Acısı arttı, arttı ve en sonunda kalbi son bir nefesle durdu.
Sevgilisi sandığı kendisiydi, söz verdiği kendisiydi, öldürmek istediği kendisiydi...
Çok etkilendim. mükemmel bir öykü çıkartmışsınız bu kadar sürükleyici olması bambaşka bir tat katmış, Çok güzeldi, tebrikler. Gerçekten..