Ölümü Özlüyorum Serseri

En acı hüküm, kendine biçtiğin cezadır.
Odanın sessizliğinde o da kendini yargılıyordu. Daha inandırıcı olsun istedi. Sanığı karşısında görünür kılmak için duvardaki simi dökülmeye yüztutmuş aynaya baktı. İçi yargıç ,tiksinerek baktığı aynadaki görüntüsü ise sanıktı.

"Amaçsızsın. Bir amacı olmayan insan yaşamı sevmez sevemezi. Sevgileri tükettin bir bir ve elin mahkum yapayalnızsın, yapayalnız kalacaksın.Yaşadığın her gün kara kış oluyor,içine aldığın her soluk kurşun kadar ağır sana ... Tanıdığın tüm insanlar, dostların , dostlukaların tek adı var:menfaat... Cebin boşken de yapayalnız değil miydin sanki. Kazandığın paraları cebine koyup alkolü de içine aldığında; kadının, erkeğin sana ne güzel davrandıklarını gördün.. Akbabalar yaralı bir hayvanın nasıl gücünün bitmesini beklerse onlar da senin alkolden sızmanı öyle bekleyip cebindeki son kuruşuna kadar soydular . Ama o süreç içerisinde senin her yaptığına katlanabilecek kadar aşağılandıklarını görüp onun verdiği mutlulukla yetinebiliyordun Gerçi onların da başka ne yapabilirlerdi ki. Yaşamın getirdiği yoksulluk onları en olmadık kişilere karşı boyun büker yaptı. Senin sarhoş bedenine arkadaş olmaları bu yüzdendi işte. Yoksa çekilir gibi değilsin. İçtiğin gün emeğin karşılığının ne kadar zor elde edildiğini, hatta bazen hiç mi hiç elde edilemediğini unutuverdin. Çünkü unutmak istiyordun. Yaşadıklarını, çektiklerini unutmak istiyordun. Isırılmış yüreğinin acısını unutmak istiyordun... Çalışırken ayık kafana Maraş'ın tüm güneşi toplanırdı, unutuverdin. Çünkü sarhoşluğunda silerdin, iğrendiğin, kızdığın, küfrettiğin her azabı. Yüzünü Gavur Gölü'nün toprağı gibi kararttıkça yaşam, bir yandan da sana acıyla güldü. Zor günlerinde seni tanımayan en yakın akrabalarını unutmak istiyordun. Seni oturup yanı başında dinleyen bir yaşam arkadaşının olmamasını unutmak istiyordun. İçtiğin günlerde ağlarken göz yaşlarınla alay eden tüm tanıdıklarını da unutmalıydın. Sokakların kaldırımlarında uyuyup kalacak kadar içmeliydin. İçtin..."

İçme isteği ,her şeyi unutmak isteği bütün bedenini sarmıştı. Yargılamayı sürdürdü.

"Sıcak yuva bulamayıp bir sokak köpeğine sarılarak onunla sabahlayacak kadar içmeliydin. Öz amcanın zor günlerinde elinden tutması gerekirken onun annene dul kalışından yararlanıp yaptığı sarkıntılığı onuruna yediremeyip iki kadeh de toplumun namus anlayışının şerefine almalıydın. Dünyada sana ait olan belki seni anlayacağı için erkek erkeğe oturup konuşabileceğin oğlunun ellerinden eriyip gidişine de içmek gerekirdi. Onu elinden alan ve sana her zaman karşıt gibi davrandığını düşündüğün Tanrıya da kadeh kaldırdın. Sevgin ısırılmış elma gibi gittikçe tükendi. Yüreğinde şimdi yalnızca atılmak üzere duran bir eşelek var. O da bu ısırılmalarda çürümeye yüz tuttu. Biliyordun ki bu çevrede kokuşmuş olan göstermelik davranışlar dolmuş. Kadınların kirlenen bedeninin karşılığında aldığı senin paranla "el aleme karşı ezilmeyelim" diyerek kurban kesen, kocalarındaki kurban kesmenin geçersiz onuru bile sana bu yaşamın ne kadar aşağılık olduğunu anlamaya yetti. Aşağılık hayat..."

Maraş'ta "zahra" zamanıdır. Tarhana yapılacaktır. Büyük bir yarış içindedir halk. Siyah şalvarlarını hala övünerek giyen erkekler,siyah "ızarlarını" asla bırakmayan kadınlar peşpeşe düşüp tarhanalık alacaklar. Yapılmasa herkesin kendileriyle yoksul diye alay edeceklerinin korkusu içlerine düşmüştür. Yoksulluğun bu kadar aşağılanacağı korkusunu duyan ,gerçekte çoğu yoksul olan bu insanlar, tanımını da yapamadıkları bir " gurur savaşı"na girmişlerdir. Borç harç yapılacak bu tarhana.
Buğday değirmenlerde çekilip " döğme"ye dönüşür. İçine insanın bile sıgacağı isli bakır kazanlar kurulup döğme kaynatılır. Kapıların önüne kurulan her kazan ,telaşlı bağırtıları da getirir. "Kız kevkir getir .Kazanın altına odun at. Kazanı karıştır.". Bağırdığı her kimse aslında kendilerine oldukça yakındadır ama aslında bu bağırmalar, konu komşuya bir tür "tarhana yapmaya başladık" duyurusudur . Ardından yoğurtlar kazanlara katılıp mayalandırılır. Tarhana çiğlerde kurutulurken konu komşuya da firik tarhana dağıtılarak tarhana yapıldığı son kez duymayanlara duyurulmuş olur. Firik tarhanayı alanlar 'Bereketli olsun bacım."der. Kendilerinden daha iyi olmasını istemeyenler de "Yoğurt yağlı değilmiş, yazık olmuş ."gibi kıskançlıklarını bir başkasına söylemeden edemezler.

Temmuz gününün bu çabaları için Nazlı da ilçede oturan annesine gitti. Yanına çocukları da aldı. Getirebilirse döğme getirecekti Gerçekte bu bir kaçıştı. Eşref'in temmuzda işleri iyi gitmiyordu. Bu nedenle sövmelerin,dövmelerin sayısı da oldukça artmıştı. Yoksa annesinin yanına bir sığıntı gibi gitmek ister miydi. Üstelik "Deli Nazlı" demelerine de katlanır mıydı. "Evet aklım birçok şeye ermiyor ama bana böyle demeleri de zoruma gidiyor anam."diye sağa sola dert yanardı. Hamile kaldıkça annesinin evine gelmelerde şişmiş olan karnıyla sokak sokak gezer,evlenebildiğini ve kocasının kendisini ne kadar sevdiğini, buna karnındaki bu bebeğin kanıt olduğunu herkese duyurmuş olurdu. Hamile kalamadığı yaşlara gelmiş, kimseye hava atabilecek bir durumu kalmamıştı. Kız kardeşleri de annesinin evinde fazla kalmaması için artık onun önüne yemek bile koymuyorlardı. Ama o aç kalmazdı Önlerinden yemeği çeker alırdı. Hiç olmazsa kocasının evinde böyle şeyler yaşanmıyordu ama o dayak yok mu... Bir süre de olsa o dayaklar olmayacaktı.

Annesi bu yaşlı halinde sabahlara kadar uykusuz bırakıp ite kalka yormasından bıkmıştı. Şimdi Nazlı da çekip gidince bütün yükü tek başına kaldıramayacağını bildiğinden o da başka bir ilçeye akrabalarını görmeye gitmek istemişti.
Ev çok sessizdi. Ne çocukların ne de annesinin sesi. Ocağa çay koymak için kalktı. Fakat sular akmıyordu. Yüzünü yıkayacak su bile yoktu. Şalvarını giyip dışarı çıktı. Dış kapının yanındaki demir elektrik direğine zincirle bağladığı motosikletinin yanına gitti. Zincirin kilidini açıp motosikleti çalıştırdı. Maraş'ın tüm sokaklarına bütün kış durmadan yağan yağmurlara ancak dayanabilecek Arnavut taşlarıyla döşenmiş yolları üzerinde motosiklet zıplayarak eksoz sesinin patlamalarıyla yol alıyordu. Sabahın erken saatleri olmasına karşın temmuz sıcağı insana dokunacak kadar etkiliydi. Motosikletin hızıyla gelen rüzgar Eşref'in düğmelerinin yarısı açık gömleğine vurdukça o, rahatladı. İçine uzun bir süre motosiklete binip bu esintiyi gövdesinde duymak isteği doğdu. Sepetin ön kısmına yazılı Köroğlu Eşref yazısına baktı. "Bu atın rüzgarlarla yarışma zamanıdır."diye geçirdi içinden. Dükkanının olduğu yere geldi. Dükkanı Maraş'ın eski halinin altındaydı.. Güneş görmeyen bu yer sürekli rutubetli ve bir lağım kokardı. Dükkanının olduğu yere yöneldi. Balık tablaları dükkanının dışında duruyordu ve üstleri boştu. Komşu dükkanlara uğradı. Tekrar yukarı çıkarak motosikletini koyduğu yerin yanı başındaki çayevinin önündeki küçük hasır bir sandalyeye oturdu. Çaycıya demli bir çay söyleyip gelen çayı yudumlarken sigarasını yaktı. Keyifli miydi bilemiyordu.

"Mademki yalnızsın iç içebildiğin kadar,oğlum Eşref. Hayatta neyin var sanki . İç ve sabahleyin kimin koynunda uyanacağını bilme. Naime kadın ya da onun kızı hatta yine ikisiyle birlikte.. . Kürt Sultan ya da şaşı ama petek gibi olan kızı Fadime, İzo... Her sabah birinin koynunda uyanıp ve sonra bunların hiç birini anımsayamıyorsun. Gündüz dolapçı beygiri gibi çalış, gece ise yaşadıklarımı unutmak için iç ve herkese acı çektir..."

Bu iç konuşmalarında yaşam ipliği koptu kopacak bir kişinin son anda kendini ve yaşamını birkaç saniye içinde usundan geçirişi vardı. Yaşam sevgilerini almış, yerine insana özge olmayan yargılarla dolu bir yaşam felsefesi bırakmıştı. Bu felsefede aşk yerini sekse, yaşamın amacı yerini kin ve nefrete bırakmıştı. Alkol onun için insanlara kin ve nefreti uygulamada tek araçtı. Onsuz bilemediği bir takım duygular ya da her neyse kendisine engel oluyordu. Az içse yaralı bir hayvan gibi acıyan yerini yalayıp ağlıyordu. Onun için yaptıklarını unutacak kadar içmeliydi . Çevresindeki yıkmış olduğu tüm insan enkazlarını gördüğü zaman bunları ben yapmadım diye inkar ediyordu. Kişiliği çatlamıştı ve o,dışındakinden daha çok içindeki bu gizli kişiliği seviyordu. Çünkü o kişilik ancak başkalarından yaşadıklarının öcünü alabiliyordu.
Gazinoların balık gereksinimlerini Eşref karşılardı. İki aydır vermiş olduğu balıkların parasını almamıştı. Şimdi alamadığı paralara karşılık kendinden geçene kadar içecekti; ama daha erkendi.
Hava sıcaktı. Önce baraja gidip ayaklarını suya soktu. Barajın sığ yerlerinde görülen tarla otları su üzerinde kımıldamadan duruyordu. Biraz daha uzakta barajda serinlemek için yüzen en büyüğü on altısını göstermeyen çocukların ıslak, beyaz, uzun donları tenlerine yapışıyordu.
Birkaç sigara içecek kadar burada kaldı. Sonra Motosikletin sepetinde duran heybeye gözü ilişti. Onu görünce ilerde tarlalarında domates, patlıcan ve biber ekmiş ve onları toplamakla didinen köylüleri görmek için motosikletin üstüne çıktı. Uzakta da olsalar onları seçebiliyordu, onlara doğru gitti.

Heybesini tıka basa doldurdu. Sonra gazinoya geldi. Bu saatlerde kimseler yoktu. Akşam olmadan da başka müşteriler pek olmazdı. Eşref doğru mutfağa gitti. Mutfaktaki aşçı onu görünce gülümseyerek:
-Ooo,Köroğlu nerelerdesin?"dedi.

Eşref :
-Tilkinin gelip geleceği kürkçü dükkanıymış,ben de geldim işte. Bu akşam beni paşalar gibi ağırlamalısın.

Göle yakın bir yerdeki masaya geçti. Rakı , kuşbaşı kebap, karpuz, yoğurt ve bolca salata getirildi. Hiçbir şey yemeden birkaç kadeh rakıyı üst üste içiverdi...
İki şişe yetmişlik rakıyı bitirmişti. Ayağa kalkmaya çalıştı,sendeledi, bir sandalyeden tutundu.
Artık çevreye saldırıya hazırdı. Eşref, "Ben adamı ne yaparım lan!" diyerek gazinocunun üzerine yürüyor, o da "Her şey yaparsın Köroğlu." diyerek hep alttan almayı sürdürüyordu.
Aşçı yanına gelip oturdu. Eşref'le sohbet ediyor, onu övdükçe övüyordu. Eşrefin aradığı da bu olsa gerekti ki sakinleşmeye başlamıştı. Eşref bir süre sonra burada daha fazla kalmak istemedi ve ayağa kalkıp para ödemeden dışarı çıktı. Giderken gazinocu "Yine bekleriz Eşref Ağam." dedi.

Gecenin on biri olmuştu. Gece dipsiz bir kuyu gibi gökyüzündeki yıldızları, ayı, çevredeki köy evlerini, buraya gelirken gördüğü zeytin ağaçlarını, çocuklarını, annesini hatta tüm insanları yutmuştu. Barajın olduğu yer daha da karanlıktı. Başı dönüyor dönüyordu. Şimdi bu yalnızlığında içki, birkaç dakikalık gönül eğlencesi kadınlar gibiydi. O kadınlardı ki başkalarıyla yaşamını, sevincini paylaşır fakat kendisine birkaç dakikayı ayırır; bir başka gün sokakta, otobüs durağında onlarla karşılaşsan seni hiç tanımamış gibi olur bir kez dahi dönüp bakmazlardı.
Alnına bir esinti geldi. Yarı açık gözlerini çevrede gezindirdi. Hiçbir şeyin görülmeyişi ve sessizlik ona bir insanın mezardaki durumunu çağrıştırdı. Tüm düşüncelerden kurtulmuş derin bir uykuda olmak. Ne aşk acısı, ne geçmişten bu yana taşıdıkları sorunları kalmıştır. Ölümü hep merak etmiş ve özlemişti. Oysa tanımadığı bir şey özleyemezdi. Hiç tanımadığı ve tanımış olsa da ölmüş birinin bir daha asla onu özleyip özlemediğini düşünebilecek bir durumda da olamayacağını biliyordu. Öyleyse ölümü nasıl oluyor da özledim diyebiliyordu. Sana ancak o "Dur!"diyebilir. Neyi bekleyeceğim ben? Yaşamdan ne beklentim var ki. Tüm sevgileri ölmüş olan birinin başkasına durmadan zarar vererek yaşamasının hangi zevki olabilir.
Bunları düşünürken yavaşça eğilerek motosikletin direksiyonuna başını dayadı. Demirin sertliğini , serinliğini hala hissedebiliyordu.

"Ölümü özlüyorum."dedi. Bunu seslice söylediğinin ayrımına vardı. Daha çok bağırarak söylemek istedi. Bağırdı da. Ağlamaya başladı. Hem " Ölümü özlüyorum." diye bağırıyor, hem de ağlıyordu. Her şeyi yutmuş olan şu andaki o koyu karanlık, sesini de yuttu. Motosikleti çalıştırıp asfalta çıktı. Asfalt yokuş yukarı virajlarla uzayıp gidiyordu. İçindeki sanık anlatmaya başladı.

Ben yaşamdan son öcümü alacağım. Anemin benden önce ölüp elimden gidişine ağlayan olmayacağım. Benden sonrakiler bana ağlasın. Gerçi kardeşim ve annemden başka ağlayanım da olmayacak, evet ölümü hep özlemiştim,şimdi bu özlemimi gidermeliyim, içimin karanlığına ölümün karanlığı dayanabilecek mi bakalım, diyordu


Genç ölüp hızlı yaşayanın ölüsü yakışıklı olurmuş. Beni yaşam denen fırıldak yaşlandırıp sonra da başkalarının elinde itip kakılan biri yapamayacak. Artık ne güneş, ne iş, ne param için benim sarhoşluğumu bekleyen olacak. İkiyüzlü insanlar birbirlerini kandırmayı sürdürecek ve yaşlılıklarında Tanrıdan merhamet dilenip duracaklar. O namuslu gibi görünen gizli hayat kadınları yeni Eşrefler bekleyip onlara bedenlerini satarak konu komşularına yoksul olmadıklarını kanıtlayacaklar. Gösterişlerin yaşadığı bu dünya bensiz olmalı." Kardeşimin arada bir söylediği insanların kardeşliği ile ilgili sözleri de yalan. İnsanlar kardeş diyordu. Bir gün çalışanların, emek verenlerin yönetimde olacağı, o zaman insanların emeklerinin karşılığını alacağını ve insanca bir yaşamın başlayacağını söylerdi. İnsanca bir yaşam... Çevremde kimi görsem birbirini kazıklayan bu insanlarla mı insanca bir yaşam? Usu bir çekirdek kabuğunu doldurmayacak kadar olan bu insanlar koyun sürüsü gibi hep güdülmeye gereksinimleri var. Tüm yaşama ilişkin bildiklerinin yaşadıkları çevrede hep gösteriş yapmak olan bu aç ve zavallı insanlar, yönetime gelecekse o yönetimden ne beklenir ki. Bunlar "solcu" söylemleri. Ah kardeşim! Bu düşünceler yüzünden sizin gibiler hep ya dayak yedi ya da bir şekilde ceza gördü. Umarım yaşam bu beklentilerine kar olup yağmaz ve sen beklenmedik anda gelen o kar ile yapayalnız donmazsın. Sana kaç kez söylemiştim. Üniversite bitirdin ama bunları göremiyorsun. Benim ki hayat üniversitesi. Biliyorum ki ne bu insanları değiştirebilirsin ne de bu yaşam kanununu. Benim gibi yapmalısın. Bu dini bile çıkarları için kullanan sahtekârlardan, bu yoksulluğun altında namuslarını bile hiçe sayıp yine de onurluymuş gibi yaşayanlardan, zengin olup insanların ahmaklığından yararlanıp biraz daha parasını arttıran ve sonra da sana gelip namus anıtı gibi dimdik ahkâm kesenlerden artık umudunu kes. Hala bir karıncayı bile incitmekten korkan bu düşüncelerin bana göre değildi. Onlar değil insan olarak yola gelmeye, birlikte yaşamaya bile değmezler. Yoksulluğunda elini uzatmayan akraba ve dostlardan, seni bırakıp her an bir başkasıyla olabilecek kadınlardan, paran kadar sana değer veren insan ahlakından; tümünden öcünü alabilecek yine kendin olmalısın. Sevgili kardeşim, senin o güzel duyguların kitaplarda kalıyor. Gerçeklerse benim yaptıklarım ve yaşadıklarımdır. İnsanlara kardeş dediğin gün ve bu kardeşlere güvenip sırtını döndüğün an sırtından binlerce bıçak yarası alırsın. Bu ülkede ilişkiler çıkar üzerine kurulu. Aç ve yoksul olan insanların sayısı o kadar çok ki bunlar, bu nedenle her türlü yanlışa hazır bekliyorlar. Ellerine aldıkları eski cüzlerle başlarını kapatarak yaşama başlayıp yine onlarla yaşamı bitiriyorlar. Ben bunlardan küçücük bir para karşılığında hemen altına yatan nicelerini de gördüm. Bıçağı gırtlaklarına dayadığımda oldu. Bu bir kuruş etmez yaşamı nasıl sevdiklerini göstermek istercesine onlara her şey yaptım ve bana asla karşı çıkmadılar. Demek ki ellerindeki o eski cüzler bunu bile öğretmekte yetersiz. Onlar yaşamı özümsetmemiş yalnızca ezberletmiş. Ben alkolümle yaşama bağlandım. Sen de bu düşüncelerinle. Ama beni bitiren, tüketen bu bağ gibi seni de kendi düşüncelerin tüketecek. Sen kardeşim, o düşlerinle yaşa ama bir gün sen de bana haklıymış diyecek ve benim bunları bilmeme şaşıracaksın. Çünkü ben hep senin söylediklerinin bir bir gerçekleşmesine şaşkındım.

Ya sen annem, senin dizlerinin üstünde saçlarımda parmakların gezerken düşüncelerden uzaklaşıp uyumayı ne çok isterdim. Biliyorum acı çekmeni sürdürmen için bir de ben varım. Yaşadığım sürece seni hep ağlarken gördüm. Seni ağlatmak değil güldürmek isterdim. Senin acı çekmeni değil mutlu olmanı isterdim. Ama yaşadığım süre içinde hiçbir şey yolunda gitmedi. Doğanın çürük olan bir meyvesiyim ben. Ağaçta çiçekken yediğim dolu benim diğer meyveler gibi yaşamam gereken süreci engelledi. Ağacın dibine düşüp orada çürüdüm. Toprağın bedenine karışmaya az kaldı.

Sevgi, onu aramaya çıkmayan yaşam gezgini için bulunması olanaksız bir gizdir O ılık bir nisan yağmurudur. Aşktan Kim ıslanırsa ve onda yaşama ilişkin küçücük bir im varsa o zaman yaşamın tüm güzellikleri açılmaya başlar. Onun bir insanda doğumu için yine içinde bulunan aşkla buluşması gerekir. Kısır bir yürekte aşkın doğması olanaksızdır. Yaşamı güzelleştiren, onun tüm sıkıntılarına katlanma direnci veren odur. Çocuk sevgisi, çiçek sevgisi, insan sevgisi aşkların gözenekleridir. Bu gözeneklerden bir ağacın dal vermesi gibi o da içinde çoğalır.

Sen yaşamın tüm olumsuzluklarına karşın içindeki sevgiyi kısırlaştırdın. İlk aşk deneyimindeki yenilgin, sendeki tüm sevgileri kuruttu ."

Belleğine kazınan, yaşamının tek aşkına lisede okurken yazdığı o tek şiirini haykırmak geçti içinden. Akşamın suskunluğunu bozan börtü böceklere okuyordu o şiiri.

"Nice nice yollardan kalbine
Yavaş yavaş girecektim olmadı
Fotoğrafını taktığım siyah albümü
Tekrar sana verecektim olmadı

İsmini yazan şu kara kalemi
Kırk yerinden kıracaktım olmadı

Bu dünyanın çokmuş çakıl ile dikeni
Yanan kalbe gördüm benzin dökeni
Seninle bir mezara girmek için ben seni
Seni ben vuracaktım olmadı"

Sustu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Düşüncelere dalıp gitmişti. Şiir, o sert acımasız halini silmişti. Az önce yargıladığı çevreyi, yoksul insanları ve aşkı yeniden yargılamaya başlamıştı.

"Yapman gereken sadece "Benim aradığım sensin." diyebileceğin yeni bir aşkı aramaktı. Saplandın kaldın ona. Yoluna çıkan sis, dağılana kadar bekleyemedin. Yolundaki taş ve dikenlerinin acısından yılıp senin gelmeni bekleyen aşka doğru yürüyemedin. Dar bir çevrede gördüğün ilişkilerle yaşamı yargıladın. Ne dini inançları olanların tümü ikiyüzlüydü ne de tüm yoksullar namussuzdu. Geleneklere gelince onlar, yanlış kişilerin elinde çirkinleşirler. Çıkarları olanlar her zaman bulunacaktır. Ama sevgi üzerine kurulu ilişkiler, çıkarcılığı bir ayrık otu gibi toplumdan sökecektir. Yalnızlığına gelince onun da emi yine sevgidir. Seven ve sevilen insanlar asla yalnız olmazlar. Seven yalnız değildir çünkü sevdiklerinin varlığı, onun içinde boş yer bırakmaz. Onlarla çoğalır. Sevilen insan yalnız değildir; çünkü sevenler onun sürekli yanındadır. Yoksul insanların ezilmişliği onları zedeliyor. Korkak ve ürkek yapıyor. Onlar, her şeyden kendisine bir zarar daha gelecek korkusu içindeler. Onların elinden kim tutmuşsa o kişilerin kendilerinde bir saygınlığı oluyor. Bu yoksul kişilerin aile yaşamına inen tüm olumsuzlukların onlara yüklenmesiyle aile ocakları çatlayabiliyor. Toplumda sosyal açlık ahlaktan üstün geliyor. Senin hayat kadını dediğin bu sosyal açlığın kurbanlarıydı. O ellerinde cüz ile öğrendikleri onların kendilerine tanınmayan eğitim haklarının bir biçimde giderebilmek için yaptıkları çabadır. Ama sen bunları da göremezdin.

Dine olan inancını, insana olan inancını ve sevgiye olan inancını yitirdin. Yaşamak acısı ve sevinciyle güzeldir. "Sevinci bulamıyorum." diyen sen kuyunun dibindeki kurbağa gibi gökyüzünü kuyunun ağzı sandın. Sen de bir kurbağa gibi kuyunun dibinden yeryüzüne çıkıp sonsuz gökyüzünü göremedin. Sıkıntılarını emdiğini sandığın alkol, usunu, görebilme yetini de emdi. Yüreğindeki sevgi damarlarını yaktı. Oysa içtiğin bir suyun serinliğini bile duyduğun anda yaşamın sana en güzel aşk olduğunu görebilmeliydin ."

Yargılama bitmiş; kendini, hayatı ve çevreyi suçlu bulmuştu. Karar: "Sanığın ölüm cezasına ..."

Kendini yaşamın bir çürük meyvesi olarak gören Eşref, alkolün bu çürük meyveyi yere düşürmeye başladığını da anlıyordu. Yolu güçlükle seçebildi. Uzaktan bir araba farı görülüyordu. Bu farın ışığı bulunduğu yoldan ayrı bir yönden geliyordu. Yolun kesiştiği yerde durdu. Motosikletin direksiyonuna başını koydu. Şimdi çocukluğundan bu yana geçen tüm yaşamını düşünüyordu. Ama bu uzadıkça uzayan yaşamında ne kendine gülümseyen; benim için kal diyen bir olay, ne de bir insan, bir mutluluk görebildi. Onu çağıran tek şey şu karşıdan gelen küçücük bir araba ışığıydı. Bu ışıkla belki yeni bir tat bulabilirdi. " Çok özlediğim mutluluğa giden yola bu ışık yol gösterecek, buna inanıyorum."dedi. Başının dönmeleri gittikçe artıyordu. Motosikleti yola doğru sürdü.
Birden büyük bir gürültü koptu. Yokuş aşağı hızla inen Mercedes kamyon, acı bir frenle durdu. Şoför ne olduğunu anlayamamıştı, ama korkular içindeydi. Kamyonundan hızla aşağıya indi. Kamyonun iri tekerleri altında kâğıt bir levha gibi olmuş sepetli bir motosiklet ve yanında bir adam vardı. Yaşayıp yaşamadığına bakmak için telaşla eğildi. Neredeyse bedeninin yarısı yana kaymış gibi görünüyordu. Onca korkusunun içinde gördüğü şey onu daha da şaşırtmıştı: Kanlar içinde kalmış bu kişinin yüzünde bir gülümseme donmuştu sanki... Olması gereken son halin can acısı yerine bir gülümseme... Şaşkınlık içinde gözleri çevrede bir yardım mı yoksa bir gören oldu mu araştırmasıyla gezinmeye başladı. Kimsecikler yoktu. Kamyonla geceye karışıp kayboldu.
Baraj günün ilk ışığıyla maviliğinin tam kıvamındaydı. Sabah serinliğinde zeytin ağaçları geceden de aldığı esintilerle daha diri duruyordu. Çamlar da altına sığınacak olan insanlar için hazırdı. Cırcır böcekleri gece boyunca ötüşmenin yorgunluğunda susmuştu. İnsanlar henüz uyanmadan gökyüzünün küçük bulutçukları bilinmeyen bir yolculuğa çıkmıştı. Doğa yaşama yeniden başlarken güneş asfalt yolu da ısıtıyordu. Kimsenin görmediği bu kaza yerinden kaçabilmek için kamyoncu tarafından kenara çekilmiş ve hala "Köroğlu Eşref" yazısı okunabilen ama motosikletten çok bir demir yığını biçimine dönüşmüş 'Kırat', kimsesizdi. Bu asfalt yolda küçücük bir gölet oluşturmuş olan Eşref'in kanı, pıhtılaşıp kuruyarak orada koyu bir lekeye dönüşüyordu. Çevreye saçılmış olan domates, patlıcan, biberler ve bir de heybe, sanki buradan geçecek ilk yolculara "Bir kaza mı olmuş ?"demeleri için bekliyor gibiydi.

Eşref'in son olarak yaşamının pazarcılığı burada kurulmuştu. Sebzelerini hiçbir alıcı beklemeden asfalt üzeninde bıraktı. Onu, son uğurlayan, heybeden asfalt yol üzerinde dağılmış ezik domatesler, kırılmış biber ve tozlu patlıcanlar oldu.

10 Nisan 2009 22-23 dakika 8 öyküsü var.
Yorumlar (5)
  • 15 yıl önce

    Öyküde geçen şiirin ikinci bölümü eksiklikten kaynaklanan bir hata taşıyor. Özür dileyerek -belki buradan okunur diyerek- tam hali aşağıdadır.kimi noktalama yanlışları ve eklenecek cümleler var ama verilmesi olanaksız.

    Budünyanın çokmuş çakıl ile dikeni Yanan kalbe gördüm benzin dökeni Seninle bir mezara girmek için ben seni Seni ben vuracaktım olmadı

  • 14 yıl önce

    Uzun bir öykü,kısa bir roman özeti gibi okudum. İnsan psikolojisi,çeşitli örneklerle çok güzel yansıtılmış. Yalnızlık,işe yaramazlık duygusu,beğenilme kaygısı, beğenilmeme korkusu,kıskançlık,iki yüzlülük,yaşam karmaşasından kaçış,içkiye sığınış,anneye yaraşır olamama sızısı,bütün bunlara karşın yaşam savaşı verme,öç alma çabası ve yöntemi,özetle yoksulluk ve yoksunluk içinde bir yaşam kesiti sanatlıca anlatılmış.Doğa,kasaba,köy kokusu,içki kokusunu dengelemiş.En azından Fakir Baykurt romanlarındaki anlatım düzeyinde güzel. "Su testisi su yolunda kırılır" misali,kahramanın da içkiden ölmesi beklenirken,ayna karşısında kendini yargılaması çok yaraları kanatıyor. Belki eski Türk filmleri gibi olacak ama kaza yapan kamyon şoförünün de Eşref'in yakından tanıdığı biri,hatta oğlu olması beklenirdi ki etkileyicilik daha da artabilirdi. Bitişte dağılan sebzeler,başlangıçtaki ve yaşam boyu dağılma ile de uyumlu.Okur üzerindeki etki,öykünün sona ermesiyle de bitmiyor.

    İçtenlikle k u t l u y o r u m .

  • 13 yıl önce

    Sait Öğretmenim;

    Çok tanıdık iç hesaplaşmalar ve yargılar ki bu nedenle kendimi dahi buldum içinde, gerçekten gerçek hayatın kesiti ve oldukça güzel bir anlatım.

    Bu toplumun gerçekleri, değerleri, insana içten ve dıştan bakış bir potada erimiş. İnsan eksenli ve saygı sevgi çerçevesinde olmayan her şey-kişi(ler) insana, insanlığa ve kendine zarar verir.

    Bence gerçekten iyi bir eser olmuş ki dil zaten başarılı ve insanı ortak müştereklerle insana anlatacak sadelikte kullanmışsınız.

    Haddimi aşmış olmayayım Sait Öğretmenim. Tereciye tere satmadan, teşekkürler ve saygımla...

  • 13 yıl önce

    Müthiş bir öykü,anlatım ve hüzünlü bir final...yaşamın kıyısından sözünü hatırlattı bana ...kutluyorum yılın son gününe düşen yazınızı...dilerim yeni yıllar hepimize sağlıklı hayatlar sunar..

  • 13 yıl önce

    Deneme, öykü, portre kısaca uzun soluklu bir yazın türünden bir parça gibiydi. Umarım en kısa zamanda raflardaki yerini alır ve okuyucusuyla buluşur. Böylesi güçlü bir kaleme de bu yakışır diye düşünüyorum.

    Yöreyi yeniden dolaşmış gibi hissettim kendimi. Tarhana kokusunun eşliğinde yaşama bir anından dokunanların duygu dünyalarına girerek hem de... Saygıdeğer kalem dostumu yüreğimle kutluyorum.