Ölümün Eşiğinden Sıyrılmak

Yıl 1990 gitme diyordu annem, yalvarıyordu.Lakin bir aşk yağmurunda ıslanırken nasıl durdurablirdi beni,ayaklarım sadece ona varış için acele ederken, onunla aynı anda atabilmek için kalbim yarışa hazırlanıyordu. İçimdeki fırtınanın dinmesi mümkün değildi. Sevdiğimin nefesi bana oksijen çadırı gibiydi, boğulmaktan nefes darlığından beni bir tek o kurtarıyordu, sanki can veriyordu ruhsuzluğuma ve iyi geliyordu susuzluğuma.



Gitme! diye tekrarlıyordu annem... Sanki içine başka bir acı düşmüş gibiydi. Lakin ben o zamanlar tam bir deli yürek, beni seven erkeğimin yanına gitmeliydim... Az yol değildi, Erzurum... Otobüsle on sekiz saat,uçakla ise iki saate yakın. Lakin ilk uçak yolculuğu denememi başka sefere saklamıştım.



Hiç adını bile duymadığım bir otobüs firmasından almıştım biletimi, önden üçüncü sıra. Hem yolu takip edecektim,hem de şoförü kontrol edecektim aklımca... Neredeyse yol boyunca hiç uyumadım, gözümü bile kırpmadan yolu takip ettim. Dar ve uçurumlu tahta köprüleri, kahverengi dağları,ezik taşlı yolları hep telaşla geçtim. Molalar hiç olmasın istiyordum, amacım bu uzun ve çetin yolun bir an önce bitmesiydi. Tam dalar gibi olduğumda çay istiyordum,otobüs hostesinden,çünkü uykusuzluğun tek çaresi çaydı... O kadar arabesk çalıyordu ki, Müslüm baba, Orhan baba, Ferdi baba, gel de bu müzikle uyuma. Erzincan iline yaklaştığımızda benim göz kapaklarım iflas etmiş, uyku bayrağını çekmişti. Aylardan nisandı. İstanbul'dan çıktığımızda hava kapalı ve az yağmurluydu.Tabi bu benim Erzurum'a ilk yolculuğum olduğu için, oranın havasına uygun ne alacağım konusunda oldukça acemiydim. Ama üzerimdeki kısa kahverengi deri mont ve ayağımdaki kot pantolon havaya uygun sayılırdı.




Uykuda insan üşür ya ben de biraz titremeye başlamıştım, gecenin keskin ayazı Erzurum'a yaklaştığımızın habercisiydi. Lakin bendeki bu titreyiş, üşümekten değildi. Canımı teslim edercesine bir titreyişti. Önce rüya görüyorum sandım. Uyandığımda kendimi yola devam ederken bulacağımı düşündüm, lakin uyku sersemi ne olduğumu bile anlamamıştım. Kollarım ve bacaklarım kayıp, başım ters dönmüş yerdeydim. Hiç bir yere kıpırdayamıyor, kollarımı bacaklarımı başımı oynatamıyordum. Aslında anlayacağınız şoktaydım. Kırık camların önünde dikilmiş insanları, seslerinden fark edebilmiştim. Sonra rüyada değil,öldüğümü sandım. Bedenim çarptığı darbelerden dolayı oldukça acıyordu. Lakin gözlerimi daha iyi açıp, bedenimi kıpırdatmaya çalıştıkça ölmediğimi anladım..




Teskeresini alıp memleketine dönen iki asker vardı, hatta biri annesinin ona ördüğü beyaz kazağını giyip ona öyle görünmek istediğini anlatmıştı, yan koltuğunda oturan yolcuya. Onun o kadar sevinçli olmasına ister istemez şahit olmuştum. O çamur olmuş beyaz kazağıyla dışarı çıkmayı başarmıştı. Sonra kendime gelmeye bağırdım tüm gücümle....




-Beni kurtarın!

Arka koltukta oturan çoğu yolcu, ağırdı ve hepsi yardım bekliyordu..

-Ellerimi kollarımı çıkarın her neredeyse ne olur yalvarırım!diye ağlamaya başlamıştım....


Ah dedim içimden şimdi annem olsaydı önce beni kurtarırdı....



Neyse o asker ters dönmüş otobüsün içine tekrar girerek bana elini uzattı. Lakin kolumu bulamıyordum ki. Önce ezilen bacaklarımı ve kollarımı buldu. Oturduğumuz koltuğun altından. Her yerim kanıyor ve şiddetle acıyordu. Kolumu ve bacağımı çekiştirmeden nazikçe kurtarmayı başardı. Sonra başımı o büyük elleriyle tutup, canımı yakmadan, kırık pencerelerin arasından beni çıkardı.



Öyle büyük bir kazaydı ki, kurtulma şansımız aslında bakarsanız neredeyse sıfırdı. Lakin uçuruma yuvarlanan otobüs Allah tan çamur zemine saplanmıştı, işte o çamurun yumuşaklığı bizi hayata döndürmüş, Allah bizi sevdiklerimize bağışlamıştı...




Uykuya dalan şoför, Tercan da, yolun ıslaklığıyla direksiyonu sağa kırmış ve bu kazaya sebep olmuştu. Kazazedelerin başında köyde görev yapan jandarmalar ve köy halkı ve öğretmenler vardı.Benim koluma giren köyün bayan öğretmeni, yolun kenarındaki ilk eve götürmüştü. Sabah erken saatlerinde hayvanları otlatmaya giden evin oğlu ve tandırı çamaşır yıkamak için yakan evin kızı çok erken saatlerde kalkmış işe koyulmuşlardı. Lakin beni gördüklerinde oldukça korkmuş ve olayı öğrendiklerinde oldukça üzülmüşlerdi.




Üstüm başım çamur içinde,elim kolum başım kan revan içindeydi, valizim ise kayıptı.



Ve işte o güzeller güzeli iri ve kara gözlü,kara sürmeli,elma yanaklı o güzel kız. Tandırın üstünde çamaşır yıkamak için kaynattığı su beni yıkamaya nasip oldu. Bir taraftan utanıyor, bir taraftan canımın acımasına rağmen yaşadığım için Allah'a şükrediyordum... Üzerimdeki çamur ve kanlar bir kazan suyla arınacak gibi değildi.




Üzerime giyecek elbisem de yoktu... Dönüşte geri vereceğimi vaat ettiğim o güzel köylü kızın elbiselerini giymiş, tekrar yola koyulmaya karar vermiştim, zira şikayette bulunacak ve ifade verecek mecalim yoktu. Öğretmen bayan yoldan geçen otobüsü durdurup beni bindirdiğinde herkes bana bakıp gülüyordu. Ben de acınacak halime güleyim mi ağlayayım mı bilmiyordum...





Aslında sevdiğimin yanına gitmekten çok, geri dönüp anneme sarılmak istiyordum, lakin bindiğim otobüs firmasını fark edip, otobüsü durduran sevgilim, bana sarılmıştı., Erzurum'dan Erzincan'a gelene kadar dudakları korkudan uçuklamıştı ve bizim bu buluşma anımızı tüm yolcular alkışlamıştı. Ölümün eşiğinden sıyrılmak ve hayatta olmak herkes için büyük bir mucizeydi.


Ve annemin ölene kadar bu kazadan hiç haberi olmadı.......


seni seviyorum annecim....

07 Ocak 2014 5-6 dakika 19 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 10 yıl önce

    Hayatın garip ve tesadüf anları vardır, bilmeden yakalandığımız. Birileri hisseder ve sizi o yoldan çevirmek ister, aldırış etmez gidersiniz...

    Bu öykü vesilesiyle bir kere daha annenize rahmet, size baş sağlığı dilerim..

  • 10 yıl önce

    Bulut bey,hayatımda çok önemli bir yer kaplayan bu öyküme,değerli zamanınızı verip okuduğunuz için ve bir kez daha baş sağlığı dileğiniz için teşekkür ederim.......