Onu Çok Özlüyorum
Geçen yıl Eylül ayına şiirler yazdım. ?Eylül Şiirleri? başlığı altında on civarında şiir. Hatta bazılarına sunu da yapıp yayımladım internette. Bilmem okudunuz mu? Şiir severseniz ve en azından bunların birkaçı ulaşmadıysa elinize, benden söylemesi ziyandasınız!
Eylül şiirlerini yazdığım günlerde, güven parkta bir ağacın altına oturup içimi dinliyordum. Eylül'ü kokluyordum. Eylül nasıl kokar bilir misiniz? Eylül can kokar. Derinden gelir Eylül kokusu... Eylül kokusunu burnunuzla hissedemezsiniz... Gönlünüzü, ruhunuzu... Hayır hayır... Yetmez tüm benliğinizi burun yapmanız gerek... Ölüm kokmaz eylül... Biraz ayrılık kokar, biraz da hüzün... İşte Eylül'ü ruhumla kokladığım bir gün elimdeki yaprağın kulağına söylemiştim şu şiiri:
Meyveyi devşirir dalı kırarız
Yaprak hazanını bekler, dökülür
Derler ki ağaçlar ayakta ölür
Kendi ölümüzmüş gibi ağlarız
Ve gerçekten ağlamıştım, elimdeki yaprağı dizimin üzerine koyup, okşarken...
Tam kalkıp gidiyordum. Özellikle bırakılmış hissini veren bir yazı gözüme ilişti. İster istemez alıp okudum. Bir zarfa konulmuştu yazı, zarfın kapağı açıktı. Kâğıt tertemiz ama buruşuktu. Bir defterden koparılmıştı. Dikkatlice bakınca bir günlükten koparıldığı belli oluyordu. Birkaç kez okunmuş gibiydi. Düzgün bir el yazısıyla yazılmıştı. Defterden özenle koparılmış sayfaları İki yıldır masamın gözünde saklıyordum. Uzun süre okuyucuyla paylaşıp paylaşmamakta tereddüt ettim. Ama gizlenmek istenseydi öyle ulu orta bankın üzerine konulmazdı değil mi?
Ve sonunda sizinle paylaşmaya karar verdim. Bir büyük sevdanın günlüğe geçmiş, sonra da ne düşünceyle bilinmez yırtılıp bir bankın üzerine, hazan yapraklarının arasına konulmuş sayfaları okuyun haydi... Yüreğinizin pusulasını o meçhul, ama asil yüreğe çevirerek... Hazanı ve sevdayı soluyarak, hissederek... Gözlerinizi yumup, buruk bir hüzünle gülümseyerek...
...
? Bütünüyle güzel... Bir tek yönünü, bir tek yanını, bir tek uzvunu methedecek olsam diğerleri darılır gibi geliyor bana... Neresine baksam ayrı bir güzellik. Ama iki güzelliğinden ayrıca söz etmem gerek. Eşitler arasında birinci olandan. Bir gözleri... Ki güneşle ufkun ihtilafını çözen, dalgalı denizlerde kürekleri çekendir onlar... Ve o gözlerden süzülen bakışları... Gayet zeki ve tatlılık dolu bakışlar... Neden bir an bile unutamadığımın sırrını çözdüm: Kâkülünün ucu çengel gibi gönlüme takılmış, gönlümü, aklımı daima yanında tutuyor. Zeki gözlerinden dökülen sihirli bir nur huzmesi içimi dolduruyor, bana kendimi kaybettiriyor. Onu böyle yoğunlukla andığım her nefeste, gönül dilim şu beyti söylüyor:
Daim arayan bulsa sevgilim seni bende
Bir gonca gül olsan da senin gülşenin olsam
Sevgili günlüğüm, şimdi nasıl anlatsam onu sevdikten sonraki hallerimi. Her nereye gitsem ve her ne yapsam o aklıma geliyor. Her işimi makine gibi yapıyorum. Bana bir şey söylense anlamıyorum. Onun aşkında, dalmış, bitmişim. Bu halim arkadaşlarımın dikkatini de çekiyor. ?Sana ne oldu böyle, çok dalgın ve düşüncelisin diyorlar.? Size öyle gelmiş deyip geçiştiriyorum. Tenhalarda adını sayıkladığım oluyor. Ve o sanki bana cevap veriyor. Size öyle gelmiş diyorum gelmesine ama içimde alev ateş fışkırıyor. Başka kimselerle konuşmak istemiyorum. Tenhalara kaçıp hep onu düşünmek istiyorum. Ve çoğu kez öyle yapıyorum. Böyle yapmak bana çok tatlı geliyor. Hayalimde onunla cennet gibi bahçelerde gezintiler yapıyorum. Yeşil gözlerini hangi kurumuş ağaçta gezdirse, ağaç yemyeşil yapraklarla donanıveriyor. Onunla güzel bir evde oturuyorum. Çocuklarımız oluyor. Hem de birkaç tane. Onu canım gibi seviyorum. Azıcık üzülse canım ağzıma geliyor. Birazcık hasta olsa doktor olmak arzusu geliyor gönlüme. Reçeteye canımı yazıyorum, ilaç yerine. Ufacık bir keder duysa gönlümde canım yanıyor. Yüreğim daralıyor, yüreğine daralma gelse. Gözleri yaşarsa kederden, bütün okyanuslar gözyaşım oluveriyor. Sanki ben ağlamışım da dünyanın üçte ikisi derya deniz olmuş gibime geliyor. Hayalim şöyle devam ediyor. İşte üzülmüşüm, çıkışta eşe dosta uğramışım, kederim geçmemiş. Eve geliyorum ? a sen neden üzgünsün ? diyor, melek kanadıyla sıvar gibi minik ve yumuşak elleriyle yanaklarımı okşuyor, boynuma sarılıyor, yanağını yanağıma dayayıp duruyor. Bütün kederlerim bir anda gidiveriyor. Onunla millete ve topluma yararlı yiğit evlatlar yetiştiriyoruz. Birlikte büyütüp terbiye ediyoruz. İşte böyle türlü hayaller. Aşk hayalleri. Aşk, sen ne tatlı şeysin.
Bunlar hayallerim. Bir de gerçeğin soğuk yüzü var. Geceleri eve gelince o da benimle birlikte. Tv programları, diziler. Sevmiyorum, seyretmiyorum. Bana her şey onu hatırlatıyor. Çoğu kez başka bir odaya çekiliyorum. Işığı söndürüyorum. En çok karanlık hoşuma gidiyor. Gündüz evde iken de perdeleri çekip loş ışığa sığınıyorum. Karanlık gecelerime eşlik eden sadık bir dost daha var. Uykusuzluk. Onun sevdasına düştüm düşeli artık gözüme uyku girmiyor. Ve aşk hayalleri... Yine bin türlü hülya, her gün bir başkası, her gün daha bir güzeli, tatlısı. Hep o, o...Uyusam bile birkaç saat sonra uyanıyorum. Böyle nice karanlıkların ufuktan doğan bir aydınlıkla, seher yıldızıyla yırtılıp gittiğini, derken gözlerinin bütün ufku kapladığını, ne kadar aynı batıp güneş olduğunu, milyarlarca yıldızın söndüğünü gördüm. Gözümün bebeği içinde onun hayali saklanmış, sanki göz kapaklarım bir sinema perdesi olmuşta onunla birlikte bu manzaraları seyrediyoruz.
Kitaplara, yazıya daldım bu aralar. Saatlerce okuyorum. Fakat aklım başıma geldiğinde bakıyorum zihnimde hiçbir şey kalmamış. Çünkü zihnim işgal altında. Fikrimde hep o.
Kızılaya inip geziyorum. Fakat onun için geziyorum. Ve onunla. Hasreti içime düştüğünde nadire uğrayıp bir çay söylüyorum kendime. Ama tabi sen bileceksin nadiri. Trafik lambalarında beklerken onu düşünmek en büyük zevkim. Kırmızı yandığında yasakları geliyor aklıma. Yeşil yandığında bana göz kırptığını sanıyorum. AAA ben kaldırımlarda da onu görüyorum. Bütün güzel kadınlar o sanki. Yok, onun gibi güzel bir kadın asla yok. Üç milyar insanı mutlu etmenin formülü geldi aklıma geçen gün. Onu üç milyar adet kopyalamak. Geçen gün güven parkta oturdum. Bir ağacın altında. Şimdi buraya geliverse dedim. Çam dalları arasından süzülmüş ışıklar parça parça birer ayna gibiydi. Bu ışıklara dikkatle baktım, aşkımın yaratıcısı olan güzelin resmi gözümün önünden sinema şeridi gibi geçiverdi.
İşte böyle dertliyim. Bu derdimi de kimselere açmıyorum. Sevmek doğal, sevgi ve aşk ilahidir. Ama arada büyük engeller var. Aşkı böyle kül altında söndürmeye çalışıp durmadayım. Ben söndürmeye uğraştıkça o alevlenip duruyor. Şöyle yürekten bir aahh çeksem, biliyorum sadece Ankara değil bütün bir dünya yanıp kül olacak. Bu nasıl iş, bu ne biçim sevda?
Dengeli bir adamdım. Ben de duygusallıklara karşı müthiş bir direnme gücü vardı. İrademle meşhurdum. Şimdi yüzsüz, kovulsam da onun kapısından ayrılmayan bir dilenci haline geldim. Ben artık o ben değilim.
Kapkaranlık içindeyken bana kuyruklu bir yıldız doğmuş. Peşinden gidemiyorum. Karanlık kaderim olmuş. Ona hala şiirler yazıyorum O şiir yazdığım tek kadın. Şiirlerimde buluşuyorum onunla. Onu çok özlüyorum. ?