Öpülecek Eller

Büyük bir sevinçle camiden çıkanlar, yarım yamalak giydikleri ayakkabılarını düzeltip, kapının önündeki dilenciye para atmadan birbirlerinden ayrılmıyorlar. Oysa hepsi de geldikleri yollardan geri dönecekler. Hepsinin evlerinde bekleyenleri var. Ben de onlardan biriyim.

Camiye gelirken geçtiğim sokaklardaki temizlik bitmiş. Bütün evlerin önleri süpürülmüş; beton merdivenler yıkanmış; çöp bidonları bile belli bir düzene sokulmuş. Kısacası, bu bayram sabahı, bir bakireden farksız durumdaki kent, -ölü sessizliği içinde- insanların evlerinden çıkarak kendisini kirletmesini bekliyor.

Eve geldiğimde, çocuklar kapıda karşılıyorlar beni. Belime her günkünden farklı şekilde sarılıyorlar. Gülen gözlerinden öpüyorum onları, içimden geldiğince kucaklıyorum her ikisini de. Para veriyorum ellerine. Annelerine koşuyorlar, bağıra çağıra!..

Bir tanıdıklara davetli olduğumuz için, yemek yemeden giyiniyoruz. Son bir kez boy aynası kontrolunden geçen kıyafetlerimiz, kaçamak bakışlar arıyor boş yere. Sokaklar boş, kimse görücüye çıkmamış. Gördükleri rüyanın etkisinden kurtulmaya çalışan çocuk sesleri bile henüz son uykularını tamamlayamamış. Şeker ve çikolata kağıtlarının uçuşmasına daha zaman var. Maytap ve çata pat sesleri çocukları beklemekten usandılar artık. Nerede kaldı bu veletler?

Zile bastığımızda, ev halkının 'efendim hoş geldiniz; buyursunlar, buyursunlar...' sözleri salona kadar eşlik ediyor bize.Herkeste şıklık ve gösteriş üzerine bir yarış olduğu gözlerden kaçmıyor. Bütün zorlamalarımıza rağmen yine de candan değiliz! Hareketler yapmacık! Öpüşmeler yabancı! Sözüm ona bayramlaşıyoruz!

Kahvaltı hazırlanıncaya kadar evin erkeği ile zaman tüketmek için uğraşıyoruz. Küçük kızın elindeki kolonya şişesi horon teperek geliyor ellerime doğru. Yeni kıyafetimi zor kurtarıyorum Karadeniz havasından. Ev sahibi sigara paketini uzatıyor.

-Allah kabul etsin, kurbanı kestiniz, diyorum.

Virjinya tütününün dumanları arasında sözcüklerimi toplamağa çalışan evin erkeği, büyük bir keyifle:

-Bir değil canım; iki iki, diyor sözcüklerin üzerine basa basa! Birini de bizim hanım için kestim. Bu bayram sevinsin, fakir fukara.; değil mi efendim?

-Vallahi, kesebilene ne mutlu. Hani kurbanlıkları da pahalı diyorlar, bilmem ki.

-Yok canım, ne pahalısı.Ucuz olan ne ki? Hayvanına göre para. Bakma biz çiftine altmış iki bin verdik; ama... sözleri iyice kaybolduğum koltukta adeta bir mengene gibi sıkıyor beni.

Evin hanımının 'sofraya buyurun beyler,' sözü yanık bir ezgi gibi kulaklarımı okşarken, salondaki esaretime de son veriyor.

Az önce, inandığımız Allah için kurban edilen koçun ciğeri şimdi, tabaklarda bizim yememizi bekliyor. Evin erkeğinin ' Haydi, buyurun,' demesiyle başlayan kaşık ve çatal sesleri arasındaki yarışta çeneler durmadan oynuyor! Hep birlikte, aynı tempoda çalışıyoruz. Fakat herkes kendi midesi için; ne garip şey! Kimse kimseyi görmüyor! Bütün dikkatler tabaklarda toplanmış; radyo boşuna çalışıyor! Dinleyen var mı ki?

Kapı çalınıyor. Herkes birbirine bakıyor. Kimsenin kalkmağa niyeti yok! Evin ufak oğlu birden fırlıyor masadan! Biraz sonra sallana sallana dönüyor. Dilinin ucuyla söylediği sözcük, zar zor çıkıyor ağzından:

-Çöpçü.

Evin erkeği yüzünü buruşturarak bakıyor; kadın biraz daha acımaklı:

-Bağırsaklarla işkembeyi veriver oğlum, diyor.

Ağzındaki lokmayı çiğnemekte olan evin erkeği:

-Biz böyleyiz işte, koca sene uğramazlar, mahalle kokudan geçilmez; ama anafora gelince sabahın köründe yüklenirler kapıya... Sanki alacakları varmış gibi, diyor.

Zoraki gülümsüyorum.

Bir düşüncedir alıyor beni. Az önce Allah için kesilen kurban, Allah'ın kullarına paylaştırılması; ihtiyacı olanlara, eti bulamayanlara dağıtılması için değil miydi? Mesleği çöpçülük olan ?dışarıdaki adam- bağırsaklarla ödüllendirilmekte. Acaba bir memur, bir esnaf veya bir komşu yahut durumu iyi olan bir tanıdık olsa, daha arifeden koçun bir buduna ortak olmaz mıydı?

Toplumun kanını emenlere, iliğini kurutanlara bile bir kol, bir bacak yollanır da, niçin bu garibanlara bağırsaklar bile çok görülür?.. Hiç olmazsa haftada bir pisliğimizi temizleyen bu insanlara hor bakmamız, kendimizden iğrenmemizden midir? Acaba bu sıradan insanlar olmasa, sokaklarda çocuklarımıza oynayacak, bizlere gezebileceğimiz yer kalır mı?

Canım sıkılıyor. Masada daha fazla kalamayacağımı anlıyorum. Bir şeyler yapmalıyım.Gözlerim birden, küçük çocuğun nazlanıp da götürmediği poşete ilişiyor. Masadan kalkıyorum; poşeti kaptığım gibi kendimi dışarıya atıyorum.

Karşımdaki ufacık, zayıf, esmer, yaşlı bir adamcağız. Sıkılarak yüzüme bakıyor:
-İyi bayramlar beyim, diyor.

Gülümseyerek yaklaşıyorum ona. Uzanan elini birden tutup, öpüyorum:
- İyi bayramlar Amcacığım, iyi bayramlar.

Poşeti verirken yüz lira da para sıkıştırıyorum eline.
- Ne yapıyorsun bey, diyor!..

01.11.1983 Karacabey

24 Aralık 2008 4-5 dakika 10 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar