Ormancı Bekir - 1

Altmışlı yılların son çeyreğine doğruydu. İhtilâl sonrası, fakirlik ve yokluk diz boyu idi. Askerlik bitmiş, bir kaç yere iş için müracaata gitmişti. Şehirden bir arkadaşı Orman Muhafaza Memurluğuna müracaat etmesini önerdi. İlgili yere gitti. Şartları öğrendi. Askerlik ve ilkokul mezunu olma şartları... İçeri girdi ve durumunu izah etti. İçeride ki Müdür'ün;"Boyun kaç?" sorusuna "Bir doksan" cevabını verdiğinde "Haftaya belgelerin al gel "demişti. Şimdi ise, aradan dört yıl nasıl da geçmişti bilemedi? Her defasında ilk geldiği günü, dünkü gibi hatırlar; içlenir...

Karanlık örtü, yeryüzüne çekilmiş, ışıyan yemyeşil orman sükûta ermişti. Bardız'a her geldiğinde bir iki saat dinlenir; ondan sonra, Şenkaya'da bulunan evin yolunu tutardı. Orman Şefliği'nin yapmış olduğu küçük kulübe, geçit konumunda ki bu yere ayrı bir güven ve değer katıyordu. Ormanın güvenliği ve güzelliğinin emanetçisi olmak kolay bir iş değildi. Gün içinde atılan turlar, yorucu ve tehlikeliydi. Çünkü burası; kaçakçıların geçiş güzergâhıydı. Nice maceralar yaşamıştı burada. Atının tımarını yaptı. Suyunu ve yemini verdi. Sonra, geri geldi. Azık torbasından "Allah !" ne verdiyse yedi. Cepkeninde gümüş zincirle sallanan, baba yadigârı "Serkisof" marka köstekli saatini kurdu. Kollarını yere paralel yukarı kaldırdı. Bir iki gerneştikten sonra; demir somyanın üzerine serili yün döşeğe kendini bıraktı. Rüzgârın, ağaç dallarında yaptığı hışırtının haricinde ki ufak tefek seslerle oluşturulan senfoni kulağını zevkle okşuyordu. Başını yastığa koyduğunu bildi.

***

Kulübenin küçük camına vuran çise çise yağmurun sesiyle uyandı. Saatine baktı.

"Ooo bayağı vakit geçmiş, neredeyse sabah namazı vakti girmek üzere" dedi.

Kulübenin yanında bulunan düzlükte duran çeşmenin yanına gitti. Çam kütüğünü oyarak yapmışlardı rahmetli Osman ile... Her abdest alışında Osman aklına gelirdi. Ruhuna Fatiha okurdu her daim. Bir görev dönüşü attan düşmüş, kafasına aldığı darbe sonucu kan kaybından ölmüştü. Bir an için gözleri doldu. Şair ruhlu bir insandı. "Ezana kadar biraz tefekkür edeyim, bir iki satır da karalarsam ne alâ" diyerek iç geçirdi.

Yazdığı şiirlerinde "Mecruhi" mahlasını kullanırdı. Birçok dost meclisinde, şiirlerini okumuş ve beğeni almıştı. Bugün bir başka efkârlıydı. Sevdiği kıza duyduğu hasretin haricinde, dost bildiği kişinin yaptığı vefasızlık, bağrını epey acıtmıştı. Eline aldığı kâğıt ve kaleme gayri ihtiyari şu dörtlükleri dizdi. Bir iki düzeltme yaptıktan sonra; seslice ağaçlara ve kuşlara içini döktü.

"Bu gece öylece, yağar bir yağmur
Islanır bedenim, sen aklıma gelince
Bu gece öylece, taneler sen olur
Islatır gönlümü, o yağmur dinince

Bu gece içime doğan bir ışık;
Geceye vuracak, sen görmesen de
Bu gece fikirler, nur'a karışık
Bilsen de doğacak, sen bilmesen de

Bu gece ay bile, buradan kaçmalı
Gökyüzü kalmalı; sade ve yalnız
Bu gece kendince, nurlar saçmalı;
Şahidi olmalı, gidince yıldız..."

Her zaman önem verdiği, sabah namazını huşu ve huda içinde kıldı. Göğe açılan elleriyle, Rabbine içten dualar etti. En çok ta sevdiği kızın kendisine yâr olması için...

***

Atının eğerini son kez kontrol etti. Tüfeği ve tabancasının yağlama işini iyi ki sabahtan yapmıştı. Akşamlık yediği azık torbasını da eğerine intizamla yerleştirdi. Her daim heybesinin sol yanına astığı su kırbasını sağa sola salladı. Kalan bir iki yudumu da tek nefeste kafasına dikti. Keçe montunun koluyla ağzını iyice sildi. İri parmaklarıyla ıslanan burma bıyıklarını büyük bir keyifle burdu. Kendi kendine sesli bir şekilde söylendi;

"Çok şükür Allah'ıma! " Etrafı son kez kolaçan etti ve mırıldandı.

"Ha, unutmadan kırbayı da doldurayım yolda susanırım !"

Bağlı bulunduğu ağacın etrafında, yay çizerek dolaşan kır atı, en yakın dostuydu. Karnını iyice doyurmuş ve suyunu içirmişti. Devletin ona emanet ettiği şimdiye kadar ki; üçüncü attı o. Ama en iyisi buydu. İsmini "Ayar" koymuştu. Gözü gibi bakıyor; kimseler el vursun istemiyordu. Üzengiye ayağını tam basacakken; iki el silah sesi duydu. Olduğu yere çömeldi. Elini beline attı, on dörtlüsünü hızlı bir şekilde çıkardı. Siperini aldıktan sonra, beklemeye başladı. Yaklaşık, altı- yedi yüz metre mesafeden gelmişti ses.

"Allah Allah! Kim ola ki bu saate?" Etrafını dört gözle kolaçan ettikten sonra, arka yamaca doğru dikkatli bir şekilde tırmanmaya başladı. Sorduğu soruya gayri ihtiyari kendi kendine cevap verdi;

"Ya kaçakçılar, ya avcılar ya da sarhoşlardır "

Yamacı epey tırmandıktan sonra; sesin geldiği yöne doğru ağaçların arasından sessizce süzüldü. Birileri kendi aralarında konuşuyorlardı.




-İkinci Bölüm Yarın İnşallah-

04 Haziran 2012 4-5 dakika 84 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar