Öyle Bir Geçer Zaman

'Sana kaçacağım' dedi.
'Anlamadım' dedim.
Tekrar etti: 'Sana kaçacağım'.
O kadar neşeli ve o kadar şen şakrak bir kızdı ki... Dünya umurunda değildi. Ya da ben öyle zannederdim. Kim bilir, nasıl bir muziplik yapacaktı? Merak ettim.
'Konak'ta, Saat Kulesi'nin önünde buluşalım' dedi.
'Tamam, buluşalım' dedim.

Bir sonbahar günü buluştuk. İzmir'in serinliği yüzüne vurmuştu. Üzerinde açık renk bir pardesü vardı. Sanki her zamankinden daha sarışındı. Ve de her zamankinden daha durgun. Hızlı adımlarla yanımızdan geçenler bizim farkımızda değildi. İnsanlar, her an bastıracak olan yağmurdan kaçıyordu. Biz öylece duruyorduk. 'Merhaba' bile demeden elini cebine götürdü.
'Getirdim' dedi.
Baktım, uzattığı şey nüfus cüzdanıydı. Dondum kaldım. Kelimeler bitti. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Şaşkınlığım geçince, O'na yanlış yaptığını anlatmaya çalıştım. Çünkü biz sadece arkadaştık. Muhtemelen söylemek istediği birçok şeyi söylemedi. Söyleyemedi. Ancak, söyleyebildikleri beni çok şaşırttı.
'Şimdi gidiyorum. Karşıma çıkacak ilk erkekle evleneceğim'
Ayrıldık. Çevremizde dolanan kuşlar birden havalandı. Yağmur başladı...

O tarihlerde, çay bahçelerinde bira satışı serbestti. Ümit Besen ve Ferdi Özbeğen'in şarkılarını dinlediğimiz yıllar. Derslerden kalan zamanımızı, okulun yakınındaki çay bahçesinde geçirirdik. O'nu uzaktan tanırdım. Biz çay içerken, O bira içerdi. İçtiği biralarla nasıl sarhoş olmadığını merak ederdim. Bir gün nasıl olduysa aynı ortamda bulunduk. Okul idaresinden alacağı bir miktar para varmış ancak, istemeye çekiniyormuş.
'Parayı alana yemek ısmarlayacağım' dedi.
Bu kaçırılacak bir fırsat değildi. Bir arkadaşımla bu görevi üstlendim. Çünkü öğlen yemeklerini genellikle okulun arka sokaklarında kaybolmuş bir mandırada yoğurt ekmek ile geçiştirirdik. Bu nedenle, vakit kaybetmeden okul idaresine gidip, parayı aldık. Kendisine teslim ettik. Gerçekten de bize yemek ısmarladı. Tanışmamız işte böyle olmuştu.

Olanları, arkadaşıma anlattım. Şaşırmadı.
'Geçenlerde, O'nu evine kadar götürmüşsün' dedi.
Evet, O'nu evine kadar götürdüm. Okul çıkışı, geç bir saatte eve gitmek üzere bindiğim belediye otobüsünde rastladım O'na. Otobüs çok kalabalıktı, beni görmedi. O ise, gözle görülecek kadar sarhoştu. Tatsız bir durum olacak diye çok huzursuz oldum. Birisinin yer vermesini boşuna bekledim. Hava kararmıştı. Kafamda, 'Nerede inecek, evine nasıl gidecek?' sorusu vardı. Gözüm, üzerindeydi. İnmek için hazırlandığı durağa baktım, çok tenhaydı. Tenha ve karanlık... Ani bir kararla, otobüsün kapıları kapanmadan arkasından ben de indim. Beni sonradan fark etti.
'Sen iyi değilsin, koluma gir' dedim.
Hiçbir şey söylemeden dediğimi yaptı. Karanlık bir yolda yürüdük. Kolumdan tutmasa düşecekti. Sıkıntılıydı. Belli ki mutsuz bir ailenin kızıydı. Oturdukları apartmanın kapısına kadar götürdüm. İçeri girdikten sonra da bir süre bekledim.

'Neden?' der gibi baktı arkadaşım.
Çünkü mahalle arkadaşım Osman da çok içerdi. Ben ve benim gibi içmeyen arkadaşlara ise, Osman'a göz kulak olmak düşerdi. Bir yaz gecesi, Osman'ı sarhoş bir halde gezerken gördüm. O halde bırakamazdım. Bir süre dolaştıktan sonra Osman'ı evine bıraktım. Ancak ertesi gün Osman, yüzü gözü mosmor bir haldeydi. Hiçbir zaman yatmayan öne doğru taradığı düz saçları dimdik olmuştu. Ne kadar ısrar ettiysek de olanları anlatmadı. Sonradan öğrendik ki, sarhoş olduğu için evine bıraktığım Osman, benim arkamdan dışarıya çıkmış. Sokaklarda gezmiş. Uykusu geldiğinde, kendi evi diye başkasının kapısını çalmış!
Arkadaşım bana hak verdi.
'İyi ki Osman gibi senin arkandan dışarıya çıkmamış' dedi.
Gülüştük. Yol boyunca yaptığım konuşmanın yanlış anlaşılmış olabileceğini de ekledi.

Kederinden içip sarhoş olmuş bir kız nasıl teselli edilebilir ki?
O'na,
'Neden içiyorsun? Düzgün karakterli güzel bir kızsın. Düştüğün bu durum hoş değil' dedim.
Konuşmadı, sadece dinledi beni. Karanlıktı. Yüzünü görmedim. Sesini duymadım.

Sonbahar bitti. Kış yüzünü gösterdi. Günlerden bir gün, benimle vedalaşmaya geldi. 'Gidiyorum' dedi. İzmir'den çok uzaklarda, Anadolu'ya bir ilçeye öğretmenlik yapmaya gidiyordu. O'na, başarı ve mutluluklar diledim. Adresimi istedi. Gidince yazacağını söyledi.
Gitti. Gittikten sonra iki veya üç kez mektuplaştık. Oraları anlattı bana. Ben de aklımca moral verdim, destek olmaya çalıştım. Daha sonra mektupları kesildi. Çok geçmedi, ben de İzmir'den ayrıldım.

Aradan uzun yıllar geçti. İzmir'e bir gidişimde arkadaşımdan öğrendim ki, dediğini yapmış. Civardan biriyle evlenmiş. Ancak, evliliği uzun sürmemiş. Eşinden ayrılmış ve İzmir'e dönmüş. Bir çocuğu varmış.
Rastlantı bu ya, bunları konuşurken arkadaşım,
'Biraz önce O'nu gördüm, gel arayalım' dedi.
Aradık ve bulduk. Arkadaşım,
'Sen görünme, arkasında dur. Sürpriz yapalım' dedi.
Dediği gibi yaptım. Arkadaşım konuştu, hal hatır sordu. Merakla bekledim.
Sonra,
'Bak sana birini getirdim' dedi arkadaşım.
Anlamadı. Arkadaşım, arkasına bakmasını işaret edince beni gördü.
'Merhaba' dedim.
Yüzünde hiç anlam yoktu. Ne şaşkınlık, ne kızgınlık, ne de kırgınlık... Tekrar arkadaşıma dönüp yarım kalan sohbetine devam etti.
Sanki bir filmin bir sahnesi atladı. Sanki o an, hiç yaşanmadı...


(Kasım 2010)

11 Nisan 2012 4-5 dakika 10 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 13 yıl önce

    Biraz problemli bir kişiliğin kısa hayat hikayesi gibi sanki. Gençlik geçip gidiyor işte, geriye sadece yaşanılanlar ve anılar kalıyor. Güzel bir öyküydü Ahmet bey kutladım...👍😅👍

  • 12 yıl önce

    Bazen birşeylerden kaçmak istendiğinde verilen kararlar doğru gibi gelir.Sorgulanmaz ve sonuç hiçte iyi bitmediğinde yaşama yeni bir tecrübe ile devam edilir.Bıraktığı izlerle... Anı bir hikaye gibi ,beğeni ile okudum.Güne gelişinize tebrikler...