Öyle Bir Hayat ki

"Neyim kaldı ki verecek, bir tek canımdan başka?" dedi adam iki dudağının arasından zor duyulan bir sesle... Eğer mutlu edecekse sizi, alın, parçalayın. Lime lime olan etlerimi atın kurtların önüne. Belki doyurur aç gözlüleri yetimin eti... Almayı maharet sayıp, vermeyenlere inat, alın kalbimi de parçalayın ellerinizde. Zaten kırık, zaten yaralı, zaten harap...




Gülüştüler adamın söylediklerine, kanına enjekte ettikleri uyuşturucunun etkisiyle saçmaladığını sanıp. Halbuki hayatında söylediği en doğru sözlerdi ağzından çıkanlar. Hüsranlar, vefasızlıklar, aldanışlar öyle yaralamıştı ki, kolu kanadı kırık kuşlar gibi kalmıştı ortada... Özgürlüğün tadını yaşayamamıştı hiç ve sevilmemişti, delicesine severken herkesi... Acıyan bakışlara maruz kalmak ne demek bilir misiniz? Yırtık ayakkabılarla dolaşmak senelerce ve nasır tutan parmaklarının acısını hissetmek her adımında... Horlanmak, itilmek ve kimsenin okşamaması saçlarını... Ne demek bilir misiniz?




O biliyordu... İlk kez değer gördüğü bir toplulukta olduğunu sanmıştı, ne kadar yanıldığının farkına varmadan. Onun gibiydi herkes. Kirli, yaralı ve suçlu... Cebinde ilk kez bir kaç kuruş parası vardı. Zengin bir adamın cüzdanını çalmak üzereyken yakalanmıştı bir kez. Bir sene hapis yatıp, döndü sokaklara.



Sokaklar... Evi, yurdu...



Kaldırımlar... Avuç açıp, dilendiği mekan... Ve onurunu da insanların ayaklarına serdiği yer...



Ağaçlar... Sonbaharda hüzün, yazın ise hayaller...



Ve kuşlar... Her zaman keder, tek imrendiği canlı...



Arka sokaklarda kaç kişiyi yaraladğını bilmiyordu. Tek bildiği çektiği otun etkisiyle kafasının dumanlı olduğu ve hayatında hiç hissetmediği kadar cesur olduğu...



Bir gün, gasp etmeye çalıştıkları bir adamın yanındaki küçük kıza, hızla kaçmaya çalışırken bir araba çarptı, öldü kız. O gün hep geceydi, her yer karanlık... Mazi araladı defterini ve çocukluğunun iç yakan sayfası belirdi gözünün önünde. Birkaç kötü adam babasını da bıçaklamışlardı daha o, on yaşındayken... Maaşını çekmişti ve ışıklı ayakkabı almaya gidiyorlardı, mutluluğun zirvelerinde yol alırken... Sonra koşa koşa eve geldiğinde annesinin de kaza geçirdiği haberini almıştı ablasından. Aynı gün kader ondan hem annesini hem de babasını almıştı...



Şimdi ise küçük kız, öylece, yerde, kanlar içinde...



O günden sonra tek istediği iyi bir insan olmaya çalışmaktı ama bırakmıyorlardı onu... Bu pisliğe giren çıkamıyordu... Polise gidip ihbar etmesinden korkan yandaşları her gün fazla dozda uyuşturucu enjekte edip uyuşturuyorlardı, ellerinden, ayaklarından zincirleyerek...



Ölüyordu...



Her geçen gün daha da eriyen bedeni, hislerini de eritmeye başlamıştı...


Bir gece yastık altında sakladığı kalem ve kağıdı alıp şunu yazdı:



" Cehennem... Bekle beni... Yanmaya geliyorum. Ancak kül olup ufalanırsam diner içimdeki ızdırap..."



Ertesi gün de isteğine kavuştu, artık kurtulmuştu...

18 Mart 2013 2-3 dakika 20 öyküsü var.
Yorumlar (7)
  • 11 yıl önce

    Seni öykülere "Ece" ilan edeceğim😡

    Çok ama çok beğendim.

    Nem kaldı demişti ozan,

    Bir kaç damla yaştan başka nem kaldı👍

  • 11 yıl önce

    Teşekkür ederim Işın ağabeyim:)

    Öykü yazmak ayrı bir zevk, apayrı bir tat...

    Sevgi ve sonsuz saygımlasınız......

  • 11 yıl önce

    Yine tadı damaklarda kalan bir öykü devamını sabırsızlıkla bekliyorum kaleminize sağlık..

  • 11 yıl önce

    😅 Kalemine sağlık. Çok etkileyiciydi.

    Tebrikler sevgili Seda

  • 11 yıl önce

    Baştan sona hüzünlü bir hikaye buna benzer bir dolu yaşanmışlıklar var toplumda. O batağa saplanıp da çıkabilen çok az insan var bildiğim kadarıyla. Anne ve babaların çocukları için çok önem vermesi gereken bir konu. Uyarıcıydı, bir misyonu var bu öykünün kutlamalı Seda hanımı...👍