Özgürlük

Virane'nin bahçesinde hava kararmaktaydı ama biz pazar günün bitmesini hiç istemiyorduk. Gün boyu beraberdik. Sabah dokuzda okulun önünde buluştuk dedeyi de alıp, Kültür Park'a gittik, tam kadro piknik yaptık. Börekler, dolmalar, sandviçler... Üç termos dolusu çay içtik sadece, meşrubatları sayamadım. Çimenlere oturduk, sohbet ettik. Fıkralar anlattık sırayla, kahkahalarla yıktık ortalığı! İhsan top getirmiş. Voleybol ve yakar top oynadık. Erkekler uzuneşek oynadı. Çok komikti! Kocaman adamlar! Kimde can kaldı! Körebe ve saklambaç da oynadık, öylesine. Çok sürmedi ama olsun! Çocukluğumuzu bir günlüğüne geri getirdik. Yakında okul tatile girecek, kısa süreliğine de olsa, çoğuyla yaz boyunca ayrı kalacaktık. Beraberliğin tadını kıyasıya çıkardık, doyasıya eğlenerek!

Akşamüstü Virane'ye dönerken, ordu gibiydik! Yol boyu da espriler, şakalaşmalar devam etti. Gençlik buydu, böyle olmalıydı! Kavgalar nedendi? Hiçbir sebep yokken hizipleşmeler, kutuplaşmalar, düşmanlıklar... Birbirini öldürmek ne demekti?

?Hey, Altıparmak sakinleri! Görün işte, gençliği! Tek elin sımsıkı bir yumruk olmuş hali budur! Her bir ilden, her kesimden birleşip, kardeşliği yaşamak o kadar kolay ki bilinçli olunca ve yürekler sevmeyi bilince! Yaşamak öylesine güzel ki beraberken! Kazıyın hafızalarınıza bu mutlu ve neşeli tabloyu!' dercesine geçtik o caddeden, esnafın meraklı bakışlarına aldırmadan, sokağa saptık. Herkesin kapısı, penceresi açıktı. ?Kim bunlar?' dercesine başlarını uzatıp, baktılar. Belki de artık adlarımızı bile biliyorlardı. Her gün oralardaydık.

Virane'nin sessizliğine taarruz edip, ıssızlığını işgal ettiğimizde, oturduğumuz yerlere iyice yayıldık. Nasıl da yorulmuştuk! Her şey çok iyiydi hoştu ama şu uykusuzlukla yorgunluk olamasaydı!

Oturacak yer bulmakta güçlük çekilir hale gelmişti kafe. Boş tenekeleri, sandıkları ters çeviriyor, üstlerine bir kâğıt ya da bez parçası koyup, oturuyorduk. Ayaklarını dinlendirmek isteyenler, yerdeki taşlara da oturuyorlardı. Yan yatanlar, bağdaş kuranlar bile vardı. Hele sediri boş bulanlar, yüzükoyun yatarak uyukluyorlardı. Fakat o çok zordu. Çünkü bir grup gidiyor, bir grup geliyor, hiç boş kalmıyordu.

İki satrancımız, üç tavlamız vardı. İskambil yasaktı. Turnuvalar düzenliyorduk. Puanlamayı, ağacın gövdesine bantladığımız bir listeyi işaretleyerek yapıyorduk. Kazananın adını büyük bir kâğıda yazarak, duvara asıyorduk. Bana tavlada kimse yenilmesin! Adet edindiğim gibi yapıyor, karşıdakini deli ediyordum! Yani galip geldiğimde, tavlayı kapatıyor, ayaklarımı onun üstünde üst üste koyuyor ve muzaffer bir komutan edasıyla mağlup olana emirler yağdırıyordum! Kaldıramayıp, darılanlar bile oldu. Kısa sürdü, biliyorlardı ki birazcık eğlenmek içindi. Güzel bir huyum varsa, yenince de gülüyordum, yenilince de kahkahalarla... Ben eğlenmek için oynuyordum. Yensem ne olacaktı, yenilsem ne değişecekti? Akıl işi de değildi ki hepten. Zar gelmezse ne yapabilirdik. Oyundu bu, yenmek de vardı, yenilmek de... Eğlenmek vardı ama en çok, deli gibi oynamak, kıran kırana, kıyasıya ve hep gülmek!

Tavşankanı akşam çayları geliyordu. Ahmet'in kız arkadaşı Duygu, bol kaşarlı tost basıyordu boyuna. En iyi tostu o yapıyordu. Fırsat bulunca, sessizce gezinerek temizlik yapıyordu. Masa örtülerini silkeliyor, küllükleri boşaltıyor, boşları topluyordu.

Ne güzel kızdı, Ya Rabbi! Kısacık, dalgalı, koyu sarı saçları, iri ela badem gözleri vardı. Kalkık burunlu, uzun boylu, dolgun vücutlu, tipik göçmen kızıydı. Bulgaristan göçmeni, yeni gelenlerden... Bunlar, küçük yaşta bir sevgili bulur, onun için ne tür fedakârlık gerekirse yaparlardı. Çalışmaktan asla yılmazlar, erkek işi kadın işi ayırımı gözetmezler, her işin altına girerlerdi. Köle gibi çalışır, hesabını bilir, biriktirir, kısa sürede elin biri olurlardı.

Bir ailede kaç fert varsa çalışır, para havuza birikir, mal mülk edinirlerdi. İlk beş yıl da vergiden muaf oldukları için, kendilerini çarçabuk toparlarlardı. Duygu da o yolda azimle yürüyenlerdendi. Hem okuyor, hem çalışıyor, fırsat buldukça da çeyizi için örtüler işliyor, danteller örüyordu. Bir ulusun bu denli çalışkan hale gelmesi için ille de komünizmi görmüş olması mı gerekiyordu?

Milletler kadar onları oluşturan kişiler de hürriyete âşıktı. En çok özgürlük mutluluk veriyordu bize. Karışan görüşen olmaması... Bu yaşlara kadar ailelerimizin gözetimi altındaydık. Hâlbuki büyümüştük artık. Onların gözlerinde çocuk kalmış olsak bile, yetişkin birer bireydik. Bu konuda bir sohbete başladık. Herkesin isteği aynıydı; kendilerine güvenilmesi ve özgür olduklarını hissetmek... Birbirini destekleyen sözler ettiler. Başlarından geçenleri anlattılar. En sona kalan Orçun söz alınca, çok ilginç bir olay anlattı:

Üç kardeşiz. İki kız kardeşim var, on dokuz ve yirmi bir yaşlarında... Derya ile Hülya... Babam çok titiz ve şüpheci... ?Çocuklarına bir şey olacak' diye aklı çıkar! Annemse bizi iyi tanımanın rahatlığı içinde... Onunla daha çok beraberiz ve her yaptığımızdan haberdar olduğu için ?gamsız' denecek kadar sakin.

Bir akşamüstü, hava kararmak üzereyken kardeşlerim aniden giyinip süslenmiş halde gelip, annemden izin istediler:

_ 'Anneciğim, çok canımız sıkıldı. Biraz dolaşacağız, vitrinlere bakacağız, hemen geleceğiz. Çıkabilir miyiz?' diye.

_ 'Çok geç kalmayın. Babanızı biliyorsunuz.' dedi annem. Mutfağa girdi, yemek hazırlamaya. Ben de kızaranlardan atıştırmak için dolanmaya başladım etrafında. Arada iş de söylüyor. Kızları gitti ya...

_ 'Şunu karıştırıver. Aman ha, taşmasın!' Bir taraftan salata yapıyor, bir taraftan masayı hazırlıyor. Aradan yarım saat geçmedi, babam başladı, salonla mutfak arasında mekik dokumaya, annemi yemeye:

_'Güneş batmadan evden çıktılar. Hani hemen geleceklerdi? Bak, hava karardı, hâlâ yoklar. Nereye gittiklerini, nerelerde dolaştıklarını biliyor musun? Hiç merak ediyor musun? Başlarına bir hal gelebileceğini düşünmüyor musun? Niye araştırmıyorsun? Nerde kaldı bunlar?' diye söylenip duruyor.

_'Kötü bir yere gitmezler. Hem, ikisi bir arada... Bir şey olmaz. Aklı başında kızlar. ?Hemen geleceğiz.' dediler, giderken, gelirler. Bir yere takılmışlardır.'

_' Arkadaşlarına falan telefon et, sor, neredeler?

_ 'Ne gereği var, canım? Arkadaşlarına gitmediler ki! Bu saatte arkadaş ziyareti mi olur? Tam yemek zamanı... Gelirler. Hiç bu kadar geç kalmışlar mıydı? Akşam olunca evin yolunu bilirler. Fakat zaten bugün çok geç çıktılar. Aniden akıllarına bir şey gelmiş gibi... Ben de anlayamadım bu gidişi. Aniden...'

_'Ne dediler sana? Nereye gideceklerini söylediler?'

_'Çarşıya çıkacaklarmış. ?Anne, biz biraz dolaşacağız. Vitrinlere bakacağız.' dediler.'

_'Çok mu lazımmış, akşamın bu saatinde? Bu zamana kadar akılları neredeymiş? Vakitlice gidip gelselermiş... Bunlar gizli bir iş çeviriyor, seni ayakta uyutuyorlar. Geldiklerinde al önüne konuş! Sor bakalım neredelermiş! Kızını dövmeyen, dizini döver! Kızını serbest bırakma, ya davulcuya ya zurnacıya varır. Onu da bulamaz bunlar, böyle giderse. Evde kalırlar. İzin vermeyecektin! ?Akşam oldu, bu saatten sonra ne gezmesi?' diyecektin. Senin bu huyuna çok kızıyorum!..'

_'Ben kızlarımı tanıyorum ve onlara güveniyorum. Benim çocuklarım kötü bir şey yapmaz.'

_'Görürsün! Onlar yapmaz ama cemiyet bozuk. Haberleri dinlemiyor musun?
Gazete okumuyor musun? Dünyada neler oluyor neler!'

_'Şimdi gelirler. Sorarız, bakalım neredelermiş.'

_'Sanki sana doğrusunu söyleyecekler. Bozacının şahidi şıracı... Biri der, diğeri de destekler. Öğren, öğrenebilirsen!'

_'Ben onları yalana zorlamam. Sıkıştırırsam, çeşitli nedenle yalana başvurabilirler. O nedenle her şeyin imini cimini sormam. Anlatmak istedikleri kadarını, kendiliklerinden anlatırlar. Ben sadece onlara, olabilecekleri söyler; uyarır, sonra da serbest bırakırım. Bu zamana kadar böyle davrandım, zararlı çıkmadım. Onlara hiçbir şey olmaz. Bebek değiller. Akılları başlarında. Kafalarını kullansınlar. Yapacakları her hata, bizden çok kendilerini üzer. Yıllardır her gün, her fırsatta anlattım. Hem, artık reşit onlar. Kanunen de yapacak bir şey yok. Kendi kararlarını kendileri alırlar, istedikleri gibi uygularlar. Hâlâ nasihat etmekteyim. Fakat sadece nasihat... Yapabileceğim başka bir şey var mı?'

_'Bilmem. Sen bilirsin. Benden söylemesi... ?Konuşmayayım' diyorum, yine dayanamıyorum!'

_' Biz başlayalım yemeye. Onlar sonra yesinler. Haydi gel!'

_'Bu işten hiç hoşlanmıyorum. Ailede akşam yemekleri bir arada yenmeli. Herkes için ayrı sofra kuruluyor bu evde.'

_'Sahabe, acıkmadan yemezmiş. Sünnet... Canları ne zaman isterse, o zaman yesinler. Beğenmezlerse, canlarının istediğini pişirip yesinler. Eskidendi o. Ne getirirsem onu yerlerdi. Pişirdiklerimden başka bir şey bilmezlerdi. Şimdi lahmacun, pide, döner, tost, sandviç... Aperatif şeyler... Kızartma ve makarna seviyorlar. Yakında sulu yemekler tarihe karışacak.'

_'Zil çaldı. Geldiler. Kapıya bak!'

_'Tamam, açıyorum.'

_'Anne, geciktik, özür dileriz. O kadar yer gezdik ki!'

_'Akşam vakti ha? Yarını yok muydu? Nerelere gittiniz?'

_'Dur, anlatacağım. Önce yapılacak bir işim var. Babam nerde?' dedi Hülya, anneme.

_'Yemekteyiz. Mutfakta... Bekledik bekledik, gelmediniz, biz başladık. Çabuk olun!'

_'Babacığım, babalar günün kutlu olsun! Bak bakalım, beğenecek misin? Her baktığında bizi hatırlaman için!' diyerek, elini öptü. Sonra da sarılıp yanaklarından öptü babamı. Derya da aynı şeyleri tekrarladı.

Babam, kendisine uzatılan gri jelâtinle paketlenmiş, kırmızı kurdeleli paketi aldı, açmaya başladı. Gözleri dolmuştu. Boynuna kadar kıpkırmızı olmuştu. Kızların yüzüne bakamıyor, elindekiyle meşgul oluyor, ağırdan alıyordu. Nihayet açtı, bir kol saati çıktı içinden. Sağ eliyle alıp, göz hizasına kaldırdı, iyice inceledi. Bunları yaparken, bir taraftan da konuşuyor, adeta özür diliyordu, onlardan da annemden de:

_'Beni çok duygulandırdınız, çocuklar. Ben bile unutmuştum. Tarifsiz duygular içindeyim. Beni ağlattınız. Canlarım benim! Allah Allah! Demek bu saate kadar... Onca zaman... Fakat çok beğendiğim bir armağan almışsınız. Takın bakayım, koluma! Her şeyden önce bana sevinç ve mutluluğu yaşattınız. Bu saati, ömrümün sonuna kadar taşıyacağım ve bu anı hatırlayacağım. Beni mahcup ettiniz. Ne diyeyim ben size şimdi ha? Ne diyeyim? Ben de neler... Neyse...'

_'Tekrar tekrar özür diliyoruz. Geç vakit hatırladık, apar topar çıktık! İlle zamanında vermek istedik. Yarına kalamazdı. Öyle önümüze geliveren yerden, sıradan bir şey de almak istemedik. Baştan savma değil, zevkine uygun olması için çok yer gezdik. ?Gecikeceğiz, merakta kalacaklar' diye hızlı hızlı dolaştığımız için de çok yorulduk. Nasıl koştuk yollarda! Hâlâ nefes nefeseyiz!'

***

27 Mayıs 2010 9-10 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar