Paradoks hikayeleri 3

Yüz Yüze...




Ayaklarının dibinden akıp geçen derenin çığıltısına susmuş doğanın kollarına bırakmışlardı kendilerini... Sessizliği aralayan suyun şırıltısını dinlerken Erva, ne konuşacağının, söze nasıl başlayacağının tereddüdünü yaşıyordu. Uzun bir bekleyiş sonrası, sabırsızlaşan Melissa sitemle konuştu:

'- Kimsin sen? Aşkın neden bu kadar acı veriyor? Sende insanların bilmediği, idrakine varamadığı bir gizem görüyorum oh Erva. Herhalde bizim gibi aynı balçıktan yoğrulmuş, aynı hayatla canlanmış bir varlık değilsin. Ya bir meleksin ya da bir şeytan! Aslını neden bizden gizliyorsun. Sana erişemediğimize ve seni anlayamadığımıza rağmen neden gelip hâlâ aramızda oturuyorsun? Cennetten geliyorsan, söyle seni başımızın üstünde taşıyalım. Eğer cehennemden geliyorsan... Ama sen nasıl olurda cehennemden gelebilsin? Öyle güzel, öyle safsın ki! Kötülüğün nefes dalgası sarmış olsa ruhunu, bu tanrısal bakış, bu ahenkli ses bulunur mu sende? Ağzından ruhumu yücelten ve onu ötelere götüren böyle sözler dökülür mü?'

Melissa, kafasının içinde oluşan gelgitlerin etkisinden kendini kurtaramamanın telaşını titrek konuşmalarında sürdürdü:

'-Ama her şeye rağmen şeytandan gelen bir şey var sende Erva! Acı gülümseyişin, bakışındaki o tanrısal safiyeti yalanlıyor. Sözlerinin bir kısmı şüpheyle dökülüyor dudaklarından... Neden, neden böylesin sen. Aşkı inkâr ettiğin zaman inancını ne yapıyorsun. Aman yarabbi, nasıl olur da ışığı inkâr edersin? Sen kimsin kuzum, ağzından arada sırada çıkanları bilerek söylediğine göre. Olsa olsa sen... '

'- Benim kim olduğumu nereden geldiğimi neden öğrenmek istiyorsun?' Diyerek Melissa'nın sözünü kesti Erva ve Melissa'nın karanlıkta yakamoz gibi şavkıyan gözlerine dalarak konuşmaya devam etti:
'-Senin gibi ben de gözyaşları vadisinde doğdum, yerde sürünen bütün bahtı karalar benim kardeşlerimdir. Bir düşüncenin kucaklayıverdiği, bir kırlangıcın çevresini birkaç günde dolaştığı bu dünya o kadar büyük mü ki? Bir insanın hayatında garip ve esrarlı ne olabilir? Bir güneş ışınının başlarımız üstüne az veya çok dikey düşmesinde ne gibi büyük bir etki tasavvur ediyorsun? Dünya bütünü ile güneşten o kadar uzak ki; o hem çok soğuk, hem çok soluk, hem de çok küçük. Bir sor rüzgâra: onu bir baştan bir başa kaç saatte alt üst ediverir?
Dünyanın öbür ucunda doğmuş da olsam seninle benim aramda ayrılık pek azdır. Her ikimiz de ızdıraba mahkûm, her ikimiz de zayıf ve eksik, her zaman kuşkulu, her zaman kendi dışımızdaki bir mutluluğa susuz... İşte ortak alın yazımız bu, işte esaret ve hasret diyarında bizi kardeş ve arkadaş yapan bu...
Nice yoksul ve garip insanların içinde karakterleri bakımından çok sağlam ve çok mutlu olanlarını gördüm. Bütün insanlarda aynı derecede hayatı kavrama yetisi yoktur. Dertlerimizin en büyük yapıcısının gözünde, bu dünya düzenindeki çeşitliliğin her halde büyük bir önemi yoktur. Görüşü bu kadar dar olan bizlere gelince; ömrümüzün yarısını, birbirimizi incelemekle, tepemizde dolaşan kara bulutların, her seferinde gösterdiği ince ayrıntıları hesaplamakla geçiririz. Bütün bunlar O'nun önünde ne ki... Çayırların otları arasındaki ayrılık bizim için ne ise... İşte o. '

'- Yine de senden korkuyorum Erva. Sana ne kadar çok yaklaşırsam, seni o kadar az anlıyorum. Beni şüphe ve endişe denizinde çalkalayıp duruyorsun. Sanki ızdıraplarım sana bir eğlence oluyor. Beni göklere çıkarıyor, sonra ayaklarının altında çiğniyorsun. Beni düşüncelerinin içine sokarak sonsuzluklara götürüyor, o şekilsiz karanlıklara atıyorsun. Zavallı aklım böyle imtihanlara dayanamıyor. Kıyma bana oh Erva... '
'- Ne çocuksun... Henüz yeni doğdun, yaşamak için çırpınıyorsun. Hayatı daha yaşamış değilsin. Oysa çok aceleci davranıyorsun. Mutluluğun nerede olduğunu, daha önce onu tadıp tatmadığını, bir gün onu tatmak kendisine nasip olup olamayacağını soran sen mutlu çocuk! Ey aranıp da bulunamayan kara cahillik! Sana cevap vermeyeceğim.
Hiç korkma, bilmek istediğin şeylerden yalnız bir tanesini söyleyip de seni bedbaht etmeyeceğim. Seviyor muyum, sevmiyor muyum, sevebiliyor muyum, sevemiyor muyum? Seni mesut edebilecek miyim, edemeyecek miyim? İyi yürekli miyim, hain miyim? Aşkımla yükselecek misin yoksa kayıtsızlığımla perişan mı olacaksın?
Görüyorsun ya, ben bunları düşünürken senin aceleciliğine de bakarak bu söylediklerimin senin çağındakiler için çok erken olduğunu düşünmeye başladım. Bekle! Senin için hep hayır duadayım. Huzur içinde yaşamayı öğren ve öylece yaşa. Henüz anlayamadığın, bizlere en büyük lütuf olarak geleceği gizleyen o örtü ile örttüğü yarının da, gençliğinin öteki günleri gibi güzel olacaktır.'

'- İşte cevapların hep böyle... Pekâlâ! Suskunluğunun altında öyle ıstıraplar seziyorum ki, buna teşekkür etmekten başka elimden bir şey gelmiyor. Bununla beraber pek tatlı sandığın bu bilgisizlik hâli korkunçtur. Erva; onu küçümseyen hafiflikle ele alıyorsun, çünkü bu bilgisizlik hâlini tanımıyorsun. Çocukluğun mutlaka benimki gibi geçmiştir ama içinde yanan tutku, öyle sanıyorum ki, benim içimdeki gibi korkularla savaşmak zorunda kalmamıştır. Şüphesiz kendin sevmeden önce, sevildi. Kalbiniz, yani dünyanın kralı olsam da yine önünde diz çöküp yalvaracağım bu büyük hazine, başka bir gönül tarafından büyük bir istekle çağrıldı. Kıskançlığın ve korkunun işkencelerini bilmedin. Aşk seni bekliyordu, mutluluk sana doğru atılıyordu. Bahtiyar olmaya ve sevilmeye razı olmak sana yetmişti. Hayır, benim çektiğim ıstırabı bilmiyorsun, yoksa acırdın; çünkü iyi bir kalbe sahipsin... Sözlerin iyi olduğunu inkâr etse de hareketlerin sözlerini yalanlıyor. Soğuk bir muhakemenin silip atamayacağı bir iyilik, doğuştan bir iyilik var sende Erva...

'- Bensiz yaşayamaz mısın sen?'

'- Yaşayamam... Yoksa bu belirsizliğinde deli olacağım. Yanaklarımın daha şimdiden nasıl çöktüğünü, dudaklarımın hummanın ateşinden nasıl solduğunu, uykusuzluktan gözlerimin ve göz kapaklarımın nasıl mahvolduğunu görmüyor musun? Şimdi hayallerimin hasta olduğunu hala söyleyecek misin? Ah Erva, aşkının bu vücudu öldürebileceğini görmüyor musun?'

'- Solgunluğun seni üzüyor, ama seni güzelleştirmiş. Benim böyle sevilmem ve uğruma bu denli kendini harap etmen beni düşündürüyor ve korkutuyor. Mutluluğu bende bulacağını sanıyorsun. Ah benim küçüğüm beni putlaştırıyorsun adeta, hayatı deneyimsiz adımlarla dolaşmaktasın. Hem bilir misin sen, ben bu sevgiye layık biri miyim? Ah yavrum az önce, çelişkileri savuran senin dudakların değil miydi?'

Melissa, Erva'nın gözlerinden süzülen şefkat pırıltılarının yanaklarına yürüdüğünü fark etti. Yüreği denize kavuşmaya sabırsız nehirler gibi çağlayıp coşmaya başladı. İrade dışı bir hareketle Erva'nın ellerini avuçladı ve hızla çarpan kalbinin üzerine götürdü.
'- Kalbimin atışlarını hissediyor musun? Seni seviyorum Erva, hem de büyük bir aşkla... Eğer bu yangını söndürmesen, bu ateş seni de yakacak' dedi ve ağlamaya başladı Melissa...

Erva beklenmedik bu hareketin etkisiyle yaprak gibi titremeye başladı. Bir süre kendine gelemedi. İçinde kıvılcımlanan ateş, alev olup tüm bedenini kaplayıverdi. Hiç söyleyemediği sabırsızla yıllardır beklenen kelimeler ağzından dökülüverdi:
'- Ben de seni seviyorum ah Melissa...' Dedi ve gözlerini kapatıp epeyce düşündükten sonra konuşmaya devam etti:
' ? Seni seviyorum, lakin yanlış anlaşılmasından ve kötü paylaşılmasından korktuğum bu duyguya karşı savaşıyorum. Ama gördüğüm aşkının yüceliği karşısında ne yapacağımı bilemez oldum artık. Direnmenin de faydası olmayacak artık biliyorum. Ah Melissa rahat ol kendimi Allah'ın takdirine ve kalbinin gücüne bırakıyorum. Memnun musun şimdi, mutlu musun, Melissa?

Melissa kendinden geçmiş bir halde Erva'nın ayaklarına kapanarak ve onları gözyaşlarıyla yıkayarak:
'- Oh çok mutluyum. Acaba rüya görmediğim doğru mu? Böyle konuşan acaba Erva'nın kendisi mi? Mutluluğum o kadar büyük ki hâlâ buna inanamıyorum.'

'- İnan, Melissa ve ümit et ki gerçek aşkın sahibi bize acıyacaktır. Toplumdan soyutlanan bu kalbe yeni bir hayat verecek senin yüce sevgine layık bir hale getirecektir...'

Melissa, parmaklarını Erva'nın dudaklarına götürerek sözünü kesti:
'- Oh! Sus, böyle konuşma. O'nun önünde benden yüz kere daha büyük değil misin? Gizlediğin aşkla benden daha çok sevmedin mi? Oh! Mutlu ol artık ve pek çetin alın yazını nihayet benim kollarında dinlerdir. Aşk adına aşk için yorulma, zavallı kalbini benim için yeterli olmamak korkusu içinde üzüp durma. Oh! Yine tekrar söyleyeyim, elinden geldiği kadar sev beni.'

Erva, kollarıyla Melissa'nın boynuna dolanırken dudaklarına uzunca, yanardağlarından daha yakıcı bir kor bıraktı. Sonra tarif edilemez bir gülümseme ile antlaşmalarını kabul eden göğü gösterdi. Bu ilk öpüştü. Melissa'nın göğe bakacak takati kalmamıştı. Dudaklardaki yangın tüm bedenini sararken Erva'nın ayakları dibinde aşktan ve sevilmekten sarhoş olmuş bir halde oturup kaldı. Bu kucaklaşmadan sonra uzun bir zaman geçti. Ama Melissa, tatlı ve uzun bir hülyadan hâlâ sıyrılamadı.
'- Beni bir daha öp...' Diye mırıldandı.

Erva ilk defa yaptığı gibi, onu öptü. Fakat dudaklarını onun dudaklarından çekerken Melissa ıstırapla inledi ve yere yığıldı.

Erva onu yerden kaldırarak başına dizlerine doğru çekti:
'- Aman Yarabbi, neyin var'

Melissa inledi:
'- Ateşim var, kendimi hasta hissediyorum.'

'- Aşkım sana hiç iyilik getirmedi mi? Hâlâ seni üzüyorsam ben ne kadar bedbahtım.'

'- Erva bana acımayacak mısın?

'- Sana acımak mı? Daha fazla ne yapabilirim? Ruhumun bütün asi güçlerini sana boyun eğdirdim. Zevkimin en güzel, en temiz duygusunu sana sundum. Daha ne istersin?'

'- Ne mi isterim? Ne mi isterim? Soğuksun Erva, oh bir mermer gibi soğuk. Ben hastayım, yanıyorum. Göğsüme hava girmiyor. Bu kokular beni tutuşturuyor. Bu çiçekleri söküp at lütfen, beni öldürüyorlar.'

Melissa sararıyordu. Erva dalgın bir tavırla onu seyrediyordu.

Erva açtığı beyaz sayfaya kara lekenin damlamakta olduğunu hissetmişti. Hemen hemen küçümseyen bir ses tonu ile:
'- Bana kendini acındırdın. İstediğin bir ruh, bir gönül değil, beden değil mi?

'- Her ikisi de. Nihayetinde ben tanrı değilim. Gençliğim bana eziyet ediyor. Sadece bedenini istemeyeceğimi pekâlâ sen de biliyorsun Erva. Ama bir günlüğüne, ruhun ve gönlünle beden olamaz mısın? Afakî bir aşka inanmamı nasıl isteyebilirsin bana sunmadıktan sonra. Ey Erva bu, tabiatın bir isteği olduğunu, sevişen iki varlığın birleşmesiyle sözle anlatılmaz hazların meydana gelebileceğini hissetmiyor musun?
Hayran olduğu bir şeye sahip olmasını istemesi insanın temel içgüdüsünde bulunmuyor mu? Güzel bir çiçek gözüne ilişince onu koklamak, senin, yalnız senin olması için göğsünde saklamak, sapından koparmak istemez misin? Ah ne kadar mükemmelsin Erva! Seni seyreden, sana hayran olan tüm kadınlardan daha mutlu olmamı istemiyor musun?'

Erva'nın yavaş yavaş alnı karardı. Nihayet öfke ile konuştu:
'- Daima zekânın o yüce hamlelerine karışan kaba istekler. Daima düşüncenin pek saf olarak yarattıkları şeyler üstünde ağızların o kirli solumaları. İşte benden istediğin bütün şey bu değil mi? Pek şairane, pek yüce olan tutkularının amacı olarak gösterdiğin o tanrısal mucizeye benzer sonuç nerede kaldı?'

Melissa ümitsizliğe düşerek yüzünü elleriyle kapattı. Parmaklarını ısırarak:
'- Hareketlerinle beni öldüreceksin, beni öldüreceksin ah Erva .' Dedi ve ağlamaya başladı.

Bir süre öylece ağladı. Sonra ellerini gözlerinden çektiğinde Erva'yı göremedi. Gittiğini sandı ve korktu, kendini derin bir karanlık içinde buldu. Erva'yı aramak için karanlıkta ayağa kalktı. Hafif terli ve sıcak bir çift el onu arkadan yakaladı. Ve Erva'nın tatlılaşmış sesi karanlıkta yankılandı:
'- Bak canım, sana acıyorum. Omzuma yaslan ve üzüntünü unut.' Dedi ve başını göğe kaldırdı. Gökyüzündeki ışığı parmağıyla işaret ederek:
'- Bak görüyor musun, şu en parlak yıldızı. Onun adı Çoban Yıldızı, Venüs yani... O gecenin en parlak yıldızıdır. Merkür'den sonra güneşe en yakın olan gezegendir. Kendi ekseni etrafında, diğer tüm gezegenlerin aksi istikamette döner. Bir nevi farklıdır yani. Sanki sanki benim gibi; hani senin düşündüğün... Ama yolcuların rehberidir o. Eskiden yolcular yönlerini onunla bulurlarmış...'

Melissa kollarını bir mengene gibi sıkarken, sanki bırakıp gidecekmiş gibi Erva'nın boynuna daha bir kenetlendi. Omzuna yaslanmış halde göğe bakıyordu. Erva dönüp Melissa'nın gözlerine baktı. Doğa tüm sakinleriyle serenadı fısıldarken, Erva' da Melissa'nın ıslak gözbebeklerinde Çoban Yıldızı'nı seyrediyordu...



( Devam edecek)

'Sessiz yürüyüş' adlı üzerinde çalıştığım romanımdan...

01 Kasım 2010 12-13 dakika 2 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar