Politika

Akademi; Altıparmak'ta, işlek bir cadde üstündeydi. Gürültü ve soğuk gelmemesi için çift camlıydı. Bitişik nizam yapılmış, karşılıklı apartmanların altlarında iş yerleri vardı. Üst daireler çoğunlukla konut olarak kullanılıyordu. Okulun etrafında, özellikle öğrenciler için gereken her şey vardı. Demli Çay Bahçesi, Akademi Kitapevi, Kazıcı Sineması, Loş Restoran, Eflatun Kuaför, yiyecek ve giyecek satılan dükkânlar...

Akşam dersine girmek için biraz erken gelmişim. Bahçe kapısından girince, sola dönüp, ilk banka oturdum. Yoldan geçenlere, vızır vızır işleyen arabalara, arada kocaman afişlere bakıyorum. Sinema kapısının solundaki dükkânın vitrininde, mankenin üstünde, etekleri, yakası ve kol uçları kırmızı incecik biyelerle süslü, dışa kıvrılmış etek ucundan gördüğüm kadarıyla, içi kar gibi miflonlu, parlak beyaz bir kaban var ki: 'Al beni, al beni de giy beni!' diyor. Nereye baksam; dönüp, ona takılıyor gözlerim!

Aklıma, ?Al beni, al beni de sar beni!' cümlesi, sonra da onu ilk duyduğum kişi, yer ve konu geliyor. Yani hukuk dersinde dekanın ?alamet-i farika' konusunda kolunu öne uzatıp, gözlüklerinin üzerinden bize bakarak, parmaklarını saya saya dediklerini anımsıyorum:

_'Alamet-i farika, bir ticari malı, herhangi bir nesneyi tanıtmaya, benzerlerinden ayırmaya yarayan özel ad veya işaret olup, beş kelimeyi geçemez. ?Al beni' olabilir, ?Al beni, al beni de sar beni' diye bir marka olamaz.'

'Alsam da sarsa beni!' diye düşünüyorum. 'Böyle bir marka olabilir. Vitrin bozarlar mı acaba? ?Babacım, babacım, babacım!' desem? Olur, neden olmasın? Beyaz çizmelerime ne kadar da uyar! Bir ara bakarım. Fiyatını falan sorarım. İlk defa gördüğüm, özgün bir model. Pahalıdır, mutlaka.'

Hızlı bir akış, insanlarda ve taşıtlarda... Eve dönüş telaşı içinde herkes. Dışarıda; araba gürültüleri, fren sesleri, arada uzaklardan gelen, birbirlerine karışan şarkılar, türküler... İçerde de çakıl taşlarının; hırçın, asabi ve aceleci ezilişlerinin sesini bastıran konuşmalar, tartışmalar... Kümeleşmelerden oluşan cıvıltılar, şakalaşmalar, kahkahalar... Duvar diplerinde, kalabalıktan uzak kalmayı yeğleyen, dünyadan habersiz sessizce sohbet eden romantik sevgililer...

Bu arada Zülfikâr'ın, ara ara patlayan, ışığı daha çok fark edilmeye başlayan flaşının parıltısı ve bitmek bilmez teranesi: 'Foto! Foto!.. Baylar, bayanlar! Çekelim!'

O kalabalıkta bile gözümden kaçmadı; hiç bakımsız görmediğim, saçları, giysisi, makyajı ve meydan okurcasına güvenli yürüyüşüyle dikkat çeken; kısa boylu, tombul, esmer doktor hanım.

Okulun sağ tarafındaki apartmanın üçüncü katında oturur; sol taraftan ikinci sokağın başındaki muayenehanesinde çalışır. Abartılı topuzu nedeniyle, boyuna oranla kafası çok büyük göründüğünden, hemen fark edilir.

Mavimsi koyu siyah saçlarıyla aynı renkte boyattırdığı ve daima aynı model tarattırdığı; abartılı, kabarık iri dalgalarla örgülü; çabuk bozulmaması için yoğun spreyle sertleştirilmiş olduğundan kalıp gibi görünen kocaman postişi; arkaya toplanıp, kıvrılarak saklanan saçının üstüne tokalarla tutturulmuştur. Adım attıkça hafifçe sallanır.

Aralıklı dikilmiş ulu çınarların aşağılara kadar sarkan dallarına ve duvarın üstündeki seyrek, kahverengi demir parmaklıklara rağmen, gelişini fark eder, gözden kayboluncaya kadar izlerim.

Türkan Arca, kadın hastalıkları mütehassısı olup, partisinin kadın kolları başkanı ve aynı zamanda belediye başkanının sağ koludur. Gün inerken mutlaka çok yorgun olmasına rağmen, galiba topuzu arkaya doğru biraz sarkmış olduğundan, başı yukarda, kaykılarak, diğerlerine göre telaşsız, salına salına gidiyor. Evinde sürekli kalan bir hizmetçisi olduğu için yemek yapma, sofra kurma sorunu yok. Tamamen iş kadını...

Eşi hastanede, kendisi onca işi bir arada götürmekte... Acaba ikisi de son derece yoğun olan bu kişiler, yirmi dört saat içinde birbirleriyle kaç dakika görüşüp, konuşabiliyor ve neler paylaşabiliyorlar?

İdol olarak seçebileceğim bir kişiliğe sahip olduğu halde kendisini dışarı atış nedenini anlayamıyorum. Şairsel duygusallığım; sevgiyi, daimi beraberliğe dayalı düşünüşüm ve annemle babam arasında gördüğüm yakınlığın onlarda olmadığını, var idiyse de çoktan çözüldüğünü hissettiriyor. İki sınıfın derslerine birlikte devam ettiğim için bir ayağım okuldaydı ve onu her gün birkaç kere gördüğüm halde eşiyle beraber hiç görmemiştim.

'Sevgi ne kadar sürer? Çiftler arasındaki ?İlgi, sevgi, aşk, tutku' sıralaması ne zaman geriye döner de sevgisizlikte biter?' diye düşündüm. Mutlaka bir aşk evliliği yapacaktım ve annemle babam gibi fırsat bulduğum her anı onunla yaşayacaktım. Ayrı kalmak işkence; beraberlik, huzur ve mutluluk olacaktı.

Dersler bitip eve döndüğümde, iki defa belediye başkanlığına bir defa da milletvekilliğine adaylığını koymuş ama kazanamamış, bu arada servetler harcamış olan babama, aynı partiye mensup doktor hanımdan bahsettim. Kadınlar koluna girmek istediğimi söyledim. Artık ben de siyasi tercihimi yapmıştım. Gençlik kollarına üye olmamın daha uygun olacağını söyledi.

Aldığım kararı hemen uygulamak istiyordum. Sabah, telefonla Türkan Hanım'ın evini arayıp, randevu aldım. Yarım saat sonra müsait olabileceğini söyledi. Tam zamanında bir kız arkadaşımla yanındaydık. Ne kadar heyecanlı olduğumu görünce, memnun oldu:

_'Gençlere çok önem veriyoruz. Bize sizin gibi heyecanlı bir nesil lazım!' dedi, gülümseyerek.

Yardımcısına çay getirttirdi. İlk defa orada, pırıl pırıl gümüş tepsiyle gelen ve yine gümüş işlemeli altlıkların içindeki kesme bardaklarla çay içtik. Çok daha zevkliydi.

Aynı gün akşamüstü gençlik kollarına üye olduk. Fırsat buldukça parti binasına gidiyorduk. Zarflara adres falan yazıyorduk. Birkaç kere de toplantıya ve seçim propagandasına katıldık. Bana çok yavan ve anlamsız geliyordu. Evcilik de oynamamıştım, küçükken. Bu onun gibi bir şeydi.

Bir ay sonraki seçimlerde, nasıl olduğunu anlamadım; bulunduğum mahallede, seçimi kazanacağı belli olan listenin altına, seçime birkaç saat kala, tükenmez kalemle ismim yazılmış ve delege seçilmişim. Ne isteğim, ne çabam, ne de haberim var. İlk bayram, parti genel başkanından bir tebrik kartı geldi. Önce şaşırdım; bu kadar delegeye gidecek binlerce kartı ne kadar zamanda imzaladığını düşündüm. Dikkatli baktım ki tek imzayla halletmiş. Matbaada basılmış.

Siyasete girmemle çıkmam bir oldu. İçyüzünü çabuk gördüm. Zaten ailede bıkmıştım o muhabbetlerden. Ağabeyim aktif olarak katılmıştı. Küçüktüm o zamanlar.

Derslerimle ilgilenmeliydim. ?Poli', Yunanca ?çok' demekti; ?tika' da ?yüz'... Çok yüzlülük bana göre değildi. Meraklısı herkesin önünde eğildi. Kırılsam da eğilmeyecektim. Sessizce çekildim.

Az daha unutuyordum; babam, gerçekten ateşli bir taraftardı. Partisine üye olur olmaz, o can alıcı kabanı almam için para verdi. Satıcı, vitrin bozmak istemedi, çok direndi, başkalarını gösterdi, övdü ama çok ısrar ettim, mankenin üstünden çıkarttırdım, giydim.

Kaban sıcacıktı ve son derece şıktı. Gözlerim, yüzüm ışık ışıktı!

Siyasetse soğuktu, buzdu. O oyunlar, oyunu bozdu. Oyunu kullanan olacaktım. Oyuncak olmayacaktım!

10 Mayıs 2010 6-7 dakika 92 öyküsü var.
Yorumlar