Rayleigh Saçılımı

Çoğu zaman asfaltın kendisi gibi hissediyordum kendimi. Sonra kaldırımdaki ayak izlerime basarak kendimi takip ediyormuşum gibi geliyordu. Görünenle yaşanan ve yaşanmasını istediğimle içimde hicran duvarları ören bir hayatım vardı. Çok yetenekliydim, çok güzeldim, çok seçiciydim; çocukluğumdan beri aynadan gözlerime bakar, kendi hayranlığımı kendime iletir, aynadaki aksime göz kırpardım. Narsist bir kölenin kendi kendisine kucak açıp vatandaşlık hakkı elde etmek için direniyor olması gibi bir şeydi bu ve evet, belki de çoğu zaman külkedisini kıskanan bir kul kedisiydim ben. Beni yaratana ettiğim dualarla aksime ettiğim vecizeler kenar mahallede beş taş oynayan çocuklar gibiydi. Hayalimdeki insanlarla yaşantımdaki insanların renkleri değişiyordu çoğu zaman. Önceleri bunun nedenini anlayamamıştım, gözlerimde de farklılık görürdüm. Yeşil, yemyeşil olduğu anlarda fotoğraf karesinde birdenbire kahverengi gibi görür gözlerimin bile beni terk edip başka renklerin kölesi olduğunu düşünürdüm. Hep bir aitlik ekinin gazete kupürünü taşıyordum. Kimsesizler ikliminden yalnızlar rıhtımının devralınmış yasaklarına bulaştığımda anlamıştım hiç kimsenin hiç kimseye hiçbir şekilde gerçekleriyle, doğrularıyla ve pusu kurmuş yalanlarıyla bulaşamadığını... Kendine ayrı, başkasına ayrı, aynaya farklı görünürdü insan. Market sahibi Cemil Amca çekingen isteklerimin elçisi, komşumuz Bahar; suskun komşuluğumun izleyicisi, ev halkı ise geveze umutsuzluğumun sahipleriydi. Ben bana ters düşer, başkalarına kaçak çay misali hep kaçak arzuhallerimle seslenirdim. Her insanın böyle olduğunu yansımamın gülücük yosması teşhirciliğine denk geldiğimde anladım. Tek ben değildim yalnızken çok kalabalık olduğunu göstermeye çalışan züppe...
'Merhaba. Şuradan bir kişi alır mısınız?'
Her zamanki gibi dağınık açık saçlarım, pejmürde özgürlüğüm ve bilinmez duygularımla kendimi dışarı atmıştım. Ürkek para uzatışımla gözlerimin karşımdaki insana ela gibi göründüğünü düşünüp keşke gerçek rengine denk gelebilseler diyerek iç geçirip dış güzelliğimin hayat güzelliğimden daha önemli bir halde olduğunu bir kez daha kendime fark ettirmiştim.
'Bir kişi mi?'
'Evet. Yanımda herhangi birini görüyor musun? Tabii ki de bir kişi.'
'Cam kenarına vuran kambur yansıman ne olacak peki?'

Arkamda beni dikizleyerek espri bombardımanıyla kendisini bir halt sanan bir ergen vardı. Her zamanki gibi sesimi çıkarmadım. İnsanlarla münakaşa etmeyi beceremezdim ben, benim en büyük kızgınlığım kendimden başkasına olamamıştı hiçbir zaman. Sanal ortamın güzellik abidesiyle gülüştüğümde kendimi çok severdim ama eksiklerimi yüzüme vurduğumda boksörden bir farkım kalmazdı. Kalbimi kırar, onarım için hiç de çaba göstermezdim.
'Çok komiksin!' diyerek sosyal zayıflığını yüzüne dahi vurma gereği duymadım. Gözlerinin içine baktım, güneşli günlerde daha güzel görünürdü belki; ya da ruhundaki siyahlık gözlerine vurmuştu da gözlerini simsiyah görüyordum. Rayleigh saçılımı dedikleri bu olsa gerekti. Peki benim siyah kokulu bir kadın oluşumu ilk kim fark etmişti? Kokunun da bir rengi vardı ve bunu ilk fark eden hayata da bir sıfır önde başlardı.
Otobüsten inip kendimi caddenin küfürlü kalabalığına vurduğumda yanımda yalnızca ben vardım yine en güçsüz halimle. Gözlerime güneş vurduğunda gözlerim en güzel yeşillerden daha güzeldi ve ben hayatım boyunca en çok gözlerimin bana ait olduğunu hissetmiştim. Çünkü kusurlu yeşilin acılı siyaha denk gelişi gökkuşağını bile şaşırtırdı. Rayleigh Saçılımının dibini boyladığım fizik kuralınca ben bazen en çok kendime âşıktım. Aslında her insan gibi kusurlu yanlarımı döven bir gerizekâlıydım.
Kibir ateşi yandığında köz olan beden değil; hep gönül olur. Hayattan isteklerimi alamamıştım henüz, en çok kendime hayrandım, paspaldım, yalnız gözlerimin kusurlu güzelliğine müptela cennetinin ağlarını ören bir megalomandım. Hayatım boyunca beni ben olarak gören tek kişi annemdi. Dokuz ay karnında taşıdığı bir canlıyı rayleigh saçılımının renk değişimiyle değil de; ruh saçılımının gerçekliğiyle görecekti tabii ki. Annem zayıf yönlerimin zayıf karnelerimden bana daha çok acı verdiğini bilen tek güzel yanımdı. Aslında gökyüzünün rengi bile mavi değildi; ne büyük yanılgılarla doğup ölüyorduk!
Kendi rengimi bulmaya çalıştığım vakitlerde annem bana 'Işık dalgaları moleküllere çarptıklarında saçılırlar fakat hepsi aynı oranda saçılmaz. Mavi ışık diğer renklere göre daha fazla saçılım gösterir ve bu nedenle gündüzleri gökyüzü mavi görünür' demişti. Ruhumun bana şifa otları sunduğu hayalperest çocukluğumda gökyüzünün güneşle aşkından dolayı masmavi olduğunu sanırdım. Yanılgı uçurumundan atlayarak büyüyorduk biz çocuklar...
Yakışıklı bir adama sırılsıklam âşık olduğumu sandığımda aşk onu bana hep gökkuşağı renginde sunuyordu, ta ki her şeyin bir yanılsamadan ve onun ruhunun pezevenk siyahına denk geldiğini fark edinceye dek... Güçsüz, zayıf bir insan olmayı hayatın bana biçtiği rol olarak değil; benim ondan çaldığım rol olarak kullandığımı da güneş fark etmişti.
Çünkü güneş ışığının atmosferdeki rayleigh dağılımı, yayılmış gökyüzünün radyasyonuna yol açıyordu ve bu da gökyüzünün mavi; güneşin ise sarı olmasını sağlıyordu. Sarı ayrılıklar da renk değişimine mesuliyet verebilirlerdi demek ki; ayrılıkları kırmızı şarap misali içebilir ve midemizin en kalabalık hissizliğine atabilirdik. Güneş, kendi renginin renksizliğini fark ettiğinde bana:
'Güçsüz, zayıf bir insan değilsin sen. Siyah kokulu kadınlar kendi kokularını kendileri seçerler; parfümün rayleigh dağılımı renginin siyah günlü devralınma hakkıdır bu. Sen güçsüzlüğü siyah kokulu bir kadın olmayı seçtiğin rol hakkında elde etmiş güçlü bir fuşya kokulu kadınsın benim gözümde. Kadının hakkı çocuk doğurmakta saklı olsaydı pişirdiği yemekler en çok kendi boğazında kalırdı.' Demişti. Güneş, akıllı bir renksizliğin türlü renklere büründüğünü sanan mistik insanoğluna öğretebileceği en güzel dersi vermişti aslında bana.
Güneş ile annem çok yakın arkadaştılar. Ben kendimi ukala dümbeleği sandığım vakitler onlar beş çayında aslında eksiklerimin yağmalanmış hadise tuzaklarından kalma güçsüzlük vasfının bir rolü olduğunu konuşurlardı. Annem güneş ile bir araya geldiğinde annemin rengi hep gökkuşağıydı.
Bir kadın bütün kadınlardan güzel olmak hakkını hangi saçılımdan elde edebilirdi ki başka?
Yeşil gözlerimin kusurlu savaşında annem hep barıştan yanaydı. Gözlerimde gözyaşı olmasını istemezdi, gözyaşımın tuzunda çerezleri anımsatmak güzelliği yatardı çünkü iyilik dolu kalbinde. Annem saf güneşin saf sırdaşıydı.
Bir gün aynaya baktığımda gözlerimin hüzün ikramiyesine tosladığını fark edip gözlerimdeki parıltının hangi renge karıştığını düşünürken bunu fark eden annemin bana kendi gözlerindeki umut rengini vermek için çabaladığını da gördüm. Anneler hep böyleydi işte... Güneş vururken gözlerime, herkesin hayran olduğu bir yeşildim ben. Siyah kokulu kadının fikir muzipliğine kim karışırdı ki kadın bu kadar hayran olunası bir güzelken?
Bir adama âşık olduğumu sandım. Adamın adamlığını ona etiket gibi yapıştırarak gözlerimin görmek istediği renge boyayıp onu efsunlu adamlar kriterine layık gören güneşin yüzüme vurmadığı anlardaki kaba saba kahverengi öksüzlü rengimdi demek ki. Hiç kimse muhteşem olmak hakkını devralmamıştı, herkes farklı renklerin saçılmasıyla renk değiştiren bir bukalemundu.
Bir adama adam gibi âşık olduğumu sandım. Cinsiyet ayrımı yapan kalbim, adamın adam olamamışlığını hiçbir ışığın dağılımı olmadan bana göstermeye çalıştığında kalbimden ayrıldı cennet rüşvetlerim... Ben artık alnının teriyle hayatı yaşamak isteyen eşzamanlı fakir bir kul kedisiydim.
Babam, saçlarının güzelliğini gençlik günlerinin güzelliğiyle hatırlarken ben babamın baba olmak güzelliğini kalbime yerleştirip adamlığı bana öğreten tek adamın babam olduğunu kabullenip adamlık tacını sadece babama takmak istedim. 'Kimse benim gibi olamaz, hiçbir erkek benim gibi olamaz, benim gibisi zor bulunur' diyordu. Rengi babama göre eflatun efsunuydu galiba. Eflatun adamlığı kendisinden başka bir adamın adam olmak hakkının olmadığını ona bizzat gösteriyordu. Hepimiz kibirli fukaralardık, hiçbirimiz birbirimize gerçek rengimizle görünmüyorduk. Bir dükkâna girdim, çok sevdiğim kitapları incelerken akşam güneşinin fısıltısını bir tek ben duydum yine...
'Sevdiğin kitapları inceleyeceğine insanların sevdikleri bir kitap olmayı denedin mi hiç? Ah zavallı siyah kokulu kadın... Kendi cehenneminin kırmızı ateşinde kendini yakarken köze dönmüş bir kâğıt parçası olmayı seçmedin mi sen?'
Ellerimle tutabilseydim güneşi, yakardı belki; hatta kesin yakardı evet... Ama siyah kokulu kadınlara cehennemin türküsünü kıskandıran bir güneş ne kadar zarar verebilirdi ki? Hem kendi cehenneminin gönüllü sofrasına prenses olmayı seçen ahmak kokulu kadınların güneşten önce kendilerini yaktıkları bilinmez miydi?
Çıktım dükkandan, kitap almadım; aklımı orada bıraktım. Çünkü çokça bana ait olduğunu düşünsem de bu da bir yanılgıydı. Düşünüp de icraatın fosiliyle yaşayan siyah kokulu kadınların düşünmeleri bile kendilerine yasaktı. Önce düzelteceklerdi kendi düş bozumlarını; sonra yavaşlayacaktı kalp atışları, birdenbire döneceklerdi hayata yosun umutlu telaşsız umut kadınları...
Siyah kokulu kadınların rayleigh saçılımlarından aldıkları tek nasip hiçbir şeyin hiçbir zaman bir renge denk düşmediğini kendilerine öğretmeye çalışmalarıydı, inandırmak istedikleri 9 ay 10 gün boyunca karnında nefes aldıkları kadın değil; kendi düşbaz depresif akıllarıydı. Ben kendine renk biçmekte zorlanırken siyah kokulu kadınlara denk gelip siyah kokulu kadın olduğuna kendisini inandırmaya çalışan bir kul kedisiyim. Yaratanımın bana biçtiği rolün figüran hayata teslimiyeti sanıp set ışıkçısı olmayı seçmişim. Başrol olmak vaktim geldiğinde başparmağımı şaklatacağım; annem pembe yanaklarımdan öpecek, babam kumral saçlarımın yansımasız güzelliğine bir okşayış bırakacak. Cennet şarkılarının küfürbaz cehennem kıskançlıkları mutluluk farkıyla son bulmuş olacak. Siyah kokulu kadınlara iyi bakın, doğdukları gibi ölmezler. Güçsüz, zayıf, masumiyetin rezalet efendisi olarak kalmazlar. Onlarda hep bir düşten çıkıp gerçek olmak isteği vardır. Ben bir adam sevdim, adamlığı bana başrolümün en güzel hediyesiydi. Girdik bir dükkâna, kendi kitabımız yazıyordu kaderin ellerinde; siyah kokulu kadınları hafife almayın, yıkıldıkça güçlenmek onların tabiatında vardır ve yansımasız hiçbir tabiata uymayan renksizliğinde bile renklenerek siyah kokulu kadınların var oluşuna var oluş çığlıkları attırır...

17 Eylül 2016 10-11 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar