Sağu/m

Bir hıçkırık sesiyle uykusuz gözlerimi araladığımda, gece seheri öpüyordu alnından. Dehşete kapılmış gözleri ve ürperten kısık sesiyle abim içeri girdi...
Konuşamadı, çok şey anlatsa da konuşamadı...

Dili alınmıştı sözcüklerin. Altın saçları altında günün, gözlerim yokluğun intihar boşluğuna asılı kalmıştı adeta. Kızıl bir acı çöreklenmişti bu ebedi yokluğa, artık bu ıssız çölün içinde dikenler büyütecektim.

Zihnimden yeşil gözlerinin anları geçiyordu, dünden kalma hatırla. Kendime 'ölüm de var' diyordum. Ölüm bize de var.
Evet, ölüm vardı elbette biliyordum, bilmediğim bana da uğrayacağı. Yine de dilim varmıyordu ayrılığa ölümü şahit tutmaya...


Oysa yarım kalmıştı üç gün sonraki bayram sevincimiz. Tatlılar yapacak, sözümüze türküler dokunduracaktık, söndürecektik kederi bir süreliğine.
Ne çok nedenimiz vardı yaşa/t/mak için...
Şimdi ömrümün en yavan sofrasında iki büklüm ölümü ağırlıyordum. Akıyorken gözyaşları içime, dudağıma mühürlediğim adı eski bir alışkanlık olacaktı. Eski bir yaprak olacaktı, eski bir resimde gülümseyecekti artık.
Bir rüzgârın ellerine emanet ettiği canı savrulup gitmişti. Anladım k,i kalp denen şeyi aşk değil de ölüm durduruyormuş.


Donuk bakışlarımın ellerimden tuttuğu anlar uzun sürmüştü. Mütemadi ağlayan insanlar omzuma dökülen yaşlar... Kulağımda çınlayan annemden ağıtlar.
En nihayet bir kıvılcımla yanan köz dönmüştüm. Kor olmaya meyilli, bir çift yeşil gözün donuk bakışlarında dilim çözülmüştü. Damlalarım göle dönüşürken, ellerim saçlarına dokundu. Tıpkı çiçeksiz bahçelerde kurumuş dal gibiydim. Saçlarında rüzgâr oynaşıyordu. Ürkmüştüm buzul yamaçlarında teninin. Rüzgâra kinin o günden.


Sıcaklığı gitmiş, icebergden giysi giyinmişti adeta. Vakit darağacıydı sanki. İsyanım öfkesini kustukça tırnaklarımı geçiriyordum, Ekim yapraklarının ölüm kokan toprağına. Tarihin uzun molalarına tanıklık vaktiydi. Sancılı gidişlere göverdikçe ağıtlar.
Bir gözü açık, ölüm bakıyordu babam. Solgun gözbebeklerinde yarım kalmış hayallerini görüyordum.
Öfke çiçekleri açıyordum bu yaman uçurum diplerinde. Kıyametim kopmuştu. Artık baharlar ağlayacak, acının tozunu yuttukça toprak mor ağrılar çoğalacaktı.
Yüreğime dolarken kederin yankıları 'neden' diyordum neden!
Ayaküstü sızlanıyordum ellerini sineme yaslamaya çalıştıkça. Elleri soğuktu, elleri benden uzak, elleri bana yakın. Elleri, ellerime aldıkça iki yanına düşen kupkuru iki daldı...

Kıymık batımı olacaktı yüreğimizde bir ömür. Bu kurşunu hiçbir hekim çıkaramazdı hüznümüzden.
Ah....biliyordum artık baharlar büyümez, kışların buzu çözülmez..ölüm, gözleri aralı, donuk bakmaktı bir çıkın içinde.
Ölüm ayrılığı ağırlamaktı ölünceye dek. Dile vasfolunması mümkün değilken ve sönerken gözlerinde abı hayat.
Ölüm ayrılıktı evvelden.
Ölüm hicrana gömülmekti ezelden.
Ölüm ebedi kor olmaktı yaşarken.
Anladım.

12 Mayıs 2010 3-4 dakika 5 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (5)
  • 14 yıl önce

    Cok güzeldi, güne düsen öyküyü ve yazari kutlarim😊

  • 14 yıl önce

    En nihayet bir kıvılcımla yanan köz dönmüştüm. KÖZE mi olacak? Rüzgâra kinin o günden. KİNİM mi olacak? 'Ekim', cins isimdir. Sadece tarih atılırken büyük harfle yazılır.

    Gerçekse, başınız sağ olsun. Kurguysa, gayet başarılı...

    Kutluyorum.

  • 14 yıl önce

    ....her dalda başarın tartışılmaz..kutlarım👍👍👍👍

  • 14 yıl önce

    Okudum geçmişe uzandı düşüncelerim...

    "Bir gözü açık, ölüm bakıyordu babam. Solgun gözbebeklerinde yarım kalmış hayallerini görüyordum."

    Bir dakika hatta bir saniye önce ulaşabilecekken ona ulaşamaz oluyorsun,bu ne acı ve dayanılması zor..

    Hazalım nur içinde yatsın baban,babam ..

  • 14 yıl önce

    😥😥😥😥😥😥