Sakata Kim kız Verir

Bacağını sürüye sürüye elindeki tavşan kanı çayı masama saygıyla koydu.
Teşekkür etmek için başımı kaldırdım, gözlerimiz buluştu.
Aman Allahım gözlerinin içi gülüyordu.
Dudaklarımızda hafif bir tebessüm ama aslında gözlerimiz gülüyordu.
Üzerine küçük gelen, eski siyah ceketi şöyle bir aşağıya doğru çekti ve yine bacağını sürüye sürüye kahvenin en dip tarafında ki masaya gidip oturdu.
otuz, otuzbeş yaşları civarında gösteriyordu, masanın üzerinde duran eski iskambil kâğıtlarına uzandı ve kâğıtları karmaya başladı.
Gözlerimi ondan ayırmadan bir süre çayımı karıştırdım.
Biraz önce çayımı masama koyan, sanki o değilmiş gibi bir havaya girmişti ve bana hiç bakmadan kâğıtları masaya tek tek açmaya başladı.
İskambil falına her halde düşkündü veya can sıkıntısından öylesine bakıyordu.
Bu garip halinde, beni kendine çeken bir şeyler vardı.
Çayımı elime alarak, oturduğu masaya doğru yöneldim.
Selamünaleyküm
Kâğıtlardan gözünü ayırmadan selamımı aldı.
Boş sandalyeyi çekip oturdum.
Hala kâğıtlarla meşguldü.
Bazen kâğıtları yavaş bazende hızlı hızlı açıyordu, bir süre bu rutin hareketlerine devam etti.
*Ne oldu, falın çıktı mı?
*Sana ne?
Üstüne vazife mi?
Sorduğuma soracağıma pişman olmuştum.
Sende nereden çıktın der gibi bakmaya başlamıştı.
*Faldan anlıyorsan bana da bakar mısın?
*Beleşe bakmam!
*Kaç paraya bakıyorsun?
*Beleş dediksek, parayı kastetmedik herhalde.
*Neyi kastetdin?
*iki çay yeter.
*İki çay mı?
*Birisi sana birisi bana.
*Tamam anlaştık.
*O zaman kâğıtları güzelce kar ve kararken de bir niyet tut.
Ocakta ki çocuğa iki çay getirmesi için işaret yaptım ve kartları karmaya başladım.
Aslında falla filan ilgilendiğim yoktu.
Karşımda ki adamın beni kendine çeken gizli cazibesinin peşindeydim.
Beynimi okur gibi gözlerini üzerime dikmişti ve her hareketimi sanki takip ediyordu.
Kartları karıp önüne doğru uzattım, bu arada çaylarımız masaya konmuştu.
Yavaşça masada duran kâğıtlara bakarak çayını karıştırmaya başladı.
Hayretle adama bakıyordum, çayına şeker atmamasına rağmen hala bardağını melodiler çıkartarak karıştırıyordu.
Bardaktan çıkan melodiler sonunda bitmişti, tekrar gözlerime baktı.
*Niyet tuttun mu?
*Tuttum.
Kâğıtları bir bir masanın üzerine açtıktan sonra tekrar gözlerini üzerime dikti.
Adamın sanki gözleri bir silahtı ve o silahtan üzerime kurşunlarını boşaltıyordu.
Biraz önce o gülen gözlerinin yerini ölüm kusan bir makineli tüfek almıştı..
Bir insan kısa zamanda bu kadar nasıl değişebilirdi.
Bir şeyler anlatmaya başladı sesi sanki yerin altından geliyor gibi boğuk boğuk çıkıyordu.
Fal umurumda değildi ve adamı dinler gözükmeye çalışıyordum.
Birden kâğıtları sertçe topladı ve masaya hızlıca attı.
*Bana bak bana!
Sen beni dinlemiyorsun, senin falla filan işin yok.
Hadi yavaşça ikile de, ense tıraşını görelim...
*Kızmana gerek yok, pür dikkat seni dinliyordum.
*Sana hadi yaylan dedim.
Benim kafamı bozma, sonra kötü olur.
Sandalyeyi hızlıca altından çekti ve sendeleyerek ayağa kalktı.
Hiç istifimi bozmadım, ne oluyor dercesine yüzüne baktım.
O sırada kahvenin sahibi Ahmet amca yanımıza geldi.
* Hop hop!
Dursun ağır ol bakalım, sen kime dayılanıyorsun?
O karşındaki adam kim biliyor musun?
Kahvenin sahibi Ahmet amcaya elimle bir şey yok anlamında bir işaret yaptım.
Ahmet amca bir bana, birde saldırıya hazır Dursun'a baktı.
*Ahmet amca sana zahmet bize iki tane taze çay söylesene..
Ahmet amca halen kaşlarını çatmış Dursun'a öfke içinde bakıyordu.
*Ahmet amca tamam!
Bir şey yok, sen hadi bize iki çay söyle.
Ahmet amca bir süre daha adama ters ters baktıktan sonra ocağa doğru yöneldi.
*Demek ismin Dursun öyle mi?
*He Dursun ne olacak.
Senin derdin ne yoksa bana düşman mısın?
*Oooo!
Sende amma sinirliymişsin, resmen buluttan nem kapıyorsun.
Nereden çıkardın, düşmanlığı filan, hadi otur.
Otur da şöyle ağız tadıyla çayımızı içelim.
O sırada Ahmet amca elinde ki çaylarla yanımıza geldi ve çayları masaya koydu ve ..
*Artistlik yapma lan!
Bak bu çocuk benim elimde büyüdü.
Benim mekanımda bu çocuğa yanlış yapan, bana yapar bunu iyi bil.
*Dursun yelkenleri indirmişti.
Ahmet amcamın eline sarıldı ve zorla öptü.
Yine gözlerinin içi gülmeye başlamıştı, keyifle tam karşıma oturdu.
Biraz önce yaptığı gibi yine bardağa şeker atmadan çayı karıştırmaya başladı.
*Demek Ahmet abiyi tanıyorsun
*Evet babamın arkadaşı olur, küçükten beri tanırım.
*Anlatılanlara bakılırsa eskiden çok hızlıymış, birçok sefer de mahpusa düşmüş.
*Doğru duymuşsun ama ona buna pislik yapıp düşmedi.
O bizim mahallenin kabadayısıdır, pislikler üzerine bulaştı o da üzerinde ki lekeleri temizledi.
*Bende mahpus yattım hem de tam onüç sene iyi halden faydalanmasaydım, hala içerdeydim.
Sağ olsun Ahmet abi bana kol kanat gerdi de işte burada akşama kadar oyalanıyorum.
Benden çay parası falan almaz, karnımı da doyurur, senin anlayacağın bana babalık yapıyor.
Onun tanıdığını baştan bilseydim, sana sesimi yükseltmezdim.
Kusuruma bakma!
Allah var ya seni düşmanlarımdan birisi sandım.
*Düşmanın çok mu?
*Yok be!
İnsan hapiste uzun süre yatınca herkesten huylanıyor.
Tekrar kusuruma bakma.
*Fal bakmayı hapiste mi öğrendin?
-He
Dört duvarın arasında geçmeyen zamanı öldürmek için.
Faldı, tavlaydı, dominoydu işte günlerimiz öyle geçti.
*Neden girdin içeri?
*Kaderimde varmış, istemeden oldu.
Ahmet abi, senin için elimde büyüdü dedi hayırdır.
*Rahmetli babamın arkadaşı, babam ölünce bana o baktı.
Bende onu mahcup çıkarmadım okudum, onların gözünde önemli adam oldum, senin anlayacağın.
Ahmet amcayı görmek için ara sıra buralara gelirim, aslında beynim gelmek istemez ama ayaklarım, beni zorla getirir.
Yıllardır bu böyle, alışkanlık işte.
*Baban sen küçükken mi öldü?
*Onu kaybettiğimde, yedi yaşındaydım.
*Eceliyle mi öldü?
*Yok!
Ahmet amcayla beraber, bir kavgaya karışmışlar orada vuruldu.
*Yoksa!
Sen devamlı anlatılan şu Biryantin Vahit'in oğlu musun?
*Evet!
Babam saçlarını devamlı biryantinle taradığı için ona Biryantin lakabını takmışlardı.
*Baban çok namlı adammış, herkes hala ondan bahsediyor.
*Boşa konuşuyorlar..
*Niye öyle söylüyorsun, aslan gibi babam varmış, bak hala namı yürüyor.
*Keşke kedi gibi olsaydı da yaşasaydı, ona her saniye doya doya baba deseydim, elinden tutsaydım, saçlarımı okşasaydı.
Sen babasız büyümek, nedir bilir misin?
*Bende öksüz büyüdüm.
Babam ben üç yaşındayken, sizlere ömür.
Rahmetli anam anlatırdı, ulu çınarımın, bir gece karnı ağrıdı, sabaha yataktan cenazesini kaldırdık derdi.
*Doktora niye götürmemişler?
*O zamanlar köylük yerinde doktoru nerede bulursun.
Bırak doktoru hastayı şehre götürecek araba mı vardı?
Vade işte!
Sen ne kadar çırpınırsan çırpın vaden gelmişse, elden bir şey gelmez.
*Başın sağ olsun.
Hapise nasıl düştün?
*Kaderimde varmış diyelim, biliyorsun kaderin önüne geçilmiyor.
O sırada Ahmet amcam tekrar masanın yanına geldi.
Dursun hemen ayağa kalktı.
*Ahmet abi bir emrin var mı?
*Kabahatin özüründen büyük, bir daha benim mekanımda sesini yükseltirsen
Şu kapıdan içeri şart olsun ki giremezsin.
Dursun kafasını önüne eğdi.
*Ahmet amca tamam, hatasını anladı, benim hatırıma affet.
Ahmet amcamın kalın elleri, saçlarımı şöyle bir okşadı ve sırtıma babacan tavırla iki sefer vurduktan sonra yanımızdan ayrıldı.
Dursun hala başı önde esas duruştaydı.
*Hapise nasıl düştüğünü anlatıyordun.
Sandalyeye tekrar oturdu, dirseklerini masaya dayadı ve gözlerini bana dikti, bir süre öylece baktı.
*Ahmet abi beni tövbe affetmez, ben ona yanlışın kralını yaptım.
*Tamam!
Sorun yok ben gerekeni söyledim işte.
*Öyle yaa, benim hatırıma dedin, şimdi rahatladım.
Senin için arkandan benim doktor oğlum diye gururla bahsediyor.
*Öyle mi diyor?
*He vallahi öyle diyor, derken de gözlerinin içi gülüyor.
Mahpusa nasıl düştüğümü sormuştun
İçeriye ablamın yüzünden girdim.
Köy yerinde başımızda baba olmayınca, öksüzüz ya!
Bizi hakir görüyorlardı.
Ablamı köyün delikanlılardan biri istetti.
Rahmetli anam oğlum bizim kapımızı hiç kimse çalmaz, bu kızı baş göz edelim dedi ve o eniştem olacak puşta verdi.
Şerefsiz içip içip ablamı dövüyordu.
Ablam çok zaman canını kurtarıp, bizim eve sığınıyordu.
Yine öyle bir gecede gece yarısı biz uykudayken, kapı pencere kırıldı.
Telaşla döşeklerimizden kalktık.
Eniştem olacak o şerefsiz bir elinde şarap şişesi, öbür elinde bir bidon benzin, bizim ahşap evin duvarlarına küfürler ederek, benzini döküyordu.
Ablam yanına doğru koştu ve elinden benzin bidonunu almaya çalıştı.
Ablama vurunca ablam yere düştü, karnına tekmeler vurmaya başladı.
Bir yandan da kısır karı diye küfürler ediyordu.
Dayanamadım ablamı elinden kurtarmak için üzerine saldırdım.
O zaman on sekiz yaşıma yeni girmiştim ama bacağımdan dolayı şerefsize gücüm yetmedi.
Beni de dövmeye başladı, bir ara elinden kurtulup, eve girdim.
Rahmetli babamdan kalan emektar çifte duvarda asılıydı, onu alıp, tekrar dışarı çıktım.
Korkutmak için bir el havaya ateş açtım.
Hiç oralı olamadı, cebinden bir kibrit çıkarıp, evi tutuşturmaya çalıştı.
Bu sefer çifteyi anlının tam ortasına doğrultum ve silah sesiyle beraber sırt üstü olduğu yere düştü.
Böylece mahpusluk günlerim başladı.
Ben hapisteyken anam ölmüş, ablam iki bebeli dul bir adamala evlenip, çekip gitmiş.
Bak sana bir şey söyleyeyim.
Ablam kısır değilmiş, kısır olan o şerefsizmiş, şimdi ablamın o evlilikten iki tane çocuğu var.
*Sen evli misin?
*Yok be!
Bu topala kim kız verir.
Rahmetli anamın köyde çalmadığı kapı kalmadı ama topala verilecek kızımız yok dediler.
Anam en sonunda komşu köyde tek gözü kör bir kıza dünürcü oldu.
O bile beni istemedi.
Her işte bir hayır var, iyi ki olmamış.
Niye biliyor musun?
*Niye
*O tek gözü kör kız başka birisiyle evlendi, daha evliliğinin haftasında kocasının gece koynundan sırra kadem bastı.
Ben hapisteyken onu tanıyan bir mahkum ile karşılaştım, kısacası kötü yola düşmüş.
*Dursun Kardeş bacağın anadan doğuştan mı?
Yoksa sonradan mı oldu?
*Kendimi bildim bileli böyleyim, rahmetli anam küçükken devamlı ağladığımı söylerdi.
Demek ki bacağımdan dolayı canım yanıyordu da ondan ağlıyordum.
Gariplik, öksüzlük derken, bacak bana, ben bacağıma alıştım.
Ama biliyor musun?
Ahmet abi bana söz verdi, beni evlendirecek, birkaç yere haber uçurdu.
Oradan gelecek, haberi bekliyoruz.
*Peki işin var mı?
*Hem var, hem de yok.
İşte burada hava kararıncaya kadar otururum, kahvenin işlerine yardım ederim.
Hava kararınca da çöpe çıkarım.
Çöplerden kâğıt, plastik falan toplayıp, ekmek para mı çıkarıyorum.
Geceleri de, sandalyeleri birleştirip, burada yatıyorum.
*Bu bacakla dolaşman, zor olmuyor mu?
*Zor ama başka şansım yok.
*İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş.
Seni ameliyat etmek isterim, tabii sen kabul edersen.
*Doğru ya!
Sen doktordun değil mi?
*Evet!
Ben cerrahım yani ameliyat yaparım.
*Acaba düzelir miyim?
*Deneriz ama bu halinden daha iyi olacağına ben eminim.
Çünkü senin gibi birkaç kişiyi ameliyat ettim ve iyi sonuç aldık.
Dursun birden ayağa kalktı ve bacağını sürüye sürüye Ahmet amcama doğru gitti ve onu bileğinden tutarak yanıma getirdi.
O gülen gözlerinden pınar gibi damlalar yanaklarından yere süzülmeye başlamıştı.
Ahmet amcam bana şaşkın şaşkın ne oluyor dercesine bakmaktaydı.
Dursun hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, tam konuşmaya başlayacakken, tekrar ağlamaya yeniden başlıyordu.
Bir süre bu dramın bitmesini bekledik, en sonunda kendisine geldi ve
*Ahmet abi senin bu doktor oğlun, beni ameliyat etmek istiyor.
Bacağım düzelirse beni o zaman hemen evlendirirsin değil mi?
C.D.

06 Mart 2011 11-12 dakika 67 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar