Sapık Nü Ressam

Saç sakal birbirine karışmış, üstünde elbise varla yok arası, aşağı yukarı, iki metre boyunda, yüzeli kilo ağırlığında kolları bileklerinden birbirine zincirle bağlı, adamın biri sabahın ilk saatlerinde, hırdavatçı dükkânıma, destursuz resmen daldı.
Fal taşı gibi açılmış gözleri ve ateş kusan bakışlarla, beni bir süre süzdükten, sonra kocaman ve kıllı elini boş sandalyeye doğru uzattı.
Sandalye yer çekimini yenerek kuş gibi havaya kalktı.
Tahta sandalye yerle buluşunca, gıcırtılarla karışık bir gürültü, dükkanın raflarında yankılandı.
Sandalyeye bağdaş kurup oturdu, o deli bakışlarını yine üzerime dikti.
Ne yapacağımı düşünürken, acayip bir ses tonuyla
Şu kapıdan bak bakalım, beni takip eden var mı dedi?
Yanından korkuyla geçip kapıdan dışarı baktım, aksilik bu ya!
Bu sabah cadde de in cin top oynuyordu.
Kimse var mı?
Diye tekrar gürledi.
Kafamı sese doğru çevirince üzerime dikilmiş yine o deli bakışlarla karşılaştım.
Korkumdan sesim bacaklarımdan önce firar etmişti, onun için kafamı yok dercesine yukarı kaldırabildim.
Adem baba bana o kıllı ayı pençesini andıran fırıncı küreği gibi eliyle yanıma gelmemi istercesine işaret yaptı.
İçimden bildiğim bütün duaları okumaya başladım.
Batan geminin s.o.s verdiği gibi kafamı kapıdan çıkararak, bir sağa bir sola doğru baktım.
Etrafta bana can simidi atacak, Allahın bir kulu yoktu.
Yine o acayip ses bu sefer dükkânın vitrin camında yakılandı.
Adem babanın çıkardığı sesten dolayı, koca vitrin camı yedi şiddetinde deprem olurcasına sallanmaya başlamıştı.
İçimden inşallah vitrin camı çerçeveden kurtulupta yere düşmez diye geçirdim.
Dükkanıma sabah siftahı bırakacak hayırlı bir müşteri beklerken, hayırsız bir bela girmişti.
Yanıma gel diye bağırıyordu.
Korkudan dizlerim titremeye başlamıştı, ayaklarımın altında sanki yumurta vardı ve yere basmaya korkuyordum.
Bir kedi gibi sessizce yanına yaklaştım.
Kasatura gibi işaret parmağını uzatarak, karşısında ki boş sandalyeyi gösterdi ve oturmamı işaret etti.
Süt dökmüş kedi gibi usulca sandalyenin ucuna oturdum, inşallah bir cankurtaran siren çalmadan sessizce kapıdan giriverir ve benim nazik bedenimi şu karşımda tüneyen akbabadan kurtarır diye gözüm devamlı kapıdaydı.
Bir süre benim bütün organlarımı deli bakışlarıyla şöyle bir altan alta, üsten üste inceledi.
İçimden vallahide bu yaratık yamyam ya da vampir diye geçirdim.
Beni çiğ çiğ yemeği kafasına koymasına koymuştu da, belki de ilk önce kanımı emmeyi düşünüyordu.
Ağzından burnundan akan salyalarını kıllı koluyla sildi ve arkasından gök gürültüsünü andırırca kahkahalar atmaya başladı.
Korkumdan bedenime hakim olamayışımdan, altımda ki sandalye tirtir titremeye başlamıştı.
Ayağa kalktı ve yanıma Azrail gibi yaklaştı....
O Kocaman ayı pençesi ile yüzüme bir tokat attı.
Kanat takıp, sanki kuş olmuştum, dükkanın arka tarafına doğru havalanıp uçtum.
Düştüğüm yerden, doğrulup kaçmak için çabaladım ama nafile ayağa kalkamıyordum.
Bana doğru yaklaşan devasa çıplak ayaklarını yattığım yerden, bulanıkta olsa görüyordum.
Bir süre başımda bekledikten sonra, ensemden kavrayarak, kedinin yavrusunu taşıdığı gibi tekrar sandalyeye oturttu.
Kaçmalıyım canımı kurtarmalıyım diye, kapıya doğru baktım, kendimi şöyle bir yokladım, bir tokatta vücudum resmen iflas etmişti.
Belki de korkudan tansiyonum çıkmıştı, kendimde ayağa kalkacak güç bulamamıştım.
Bu seferde sanki çocuk sever gibi saçlarımı okşamaya başlamıştı.
Yine o korkunç ses duyuldu.
Yüzüme bak! Yüzüme
Ben kime benziyorum?
Ulan ben şimdi ne diyeceğim, Adem babanın sevmediği birisini söylersem, herhalde türlü türlü işkence yaparak, beni öldürür.
Tekrar gürledi ben kime benziyorum diye.
Nereden aklıma geldiyse, birden ağzımdan Fidel Castro çıktı.
Bu lafımın ardından bir tokat daha geldi.
Ulan ben ne şansız adamdım, sabah sabah dükkanıma dallamanın biri daldı, şu başıma gelenlere bak.
Bilemedin diye tekrar bir tokat vurduktan sonra...
Şu Kübalı sahte devrimciye mi beni benzettin, onun dudaklarının arasında, devamlı havana purosu olur.
Şu ela gözlerini aç da silikonsuz dudaklarıma bak!
Benim dudaklarımda puro görüyor musun?
Kafamı soktuğum yerden korkuyla kaldırarak, adem babanın yüzüne baktım ve sen Fidel değilsin dedim.
Aferim diyerek, saçlarımı okşamaya başladı.
Hadi! bil bakalım, ben kimim.
Lan ben nereden bileyim, senin kim olduğunu ama onun bunun çocuğu olduğun bellide, ben bunu yüzüne karşı nasıl söylerim.
Ulan! bu Adem baba inşallah beynimden geçenleri okumuyordur, yoksa içimden söylediğim lafları anlarsa, vay halime.
Bu arada kafamı okşamayı bırakıp, o kerpeten gibi parmaklarıyla saçlarımı yolmaya başladı.
Zaten kafamızda iki tutam saç kalmıştı, onu da bu dallama yoluyordu.
Kızılderelinin elinden, kafa derimi kurtarmak için, sen Saddam'ın ruhusun diye bağırdım.
Keşke demez olsaydım, beynime herhalde 50 kiloluk bir balyozla vurmuştu ve sandalyeden yere tekrar düştüm.
Bende görüntü tamamen kaybolmuştu, herhalde güneş batmış, ortalığı zifiri karanlık basmıştı.
Yattığım yerde, bir süre sara geçiren hastalar gibi şuursuzca debelendim ve dakikalar sonra göz kapaklarımda güneş doğmaya başladı ama hala etrafı puslu görüyordum,yinede verilmiş sadakam varmış, kör olmaktan kurtulmuştum.
Adem baba, yattığım yerden beni boş çuval gibi kaldırarak, sandalyenin üzerine attı.
Sana biraz önce ipucu verdim diye gürledi..
Saddam olmam imkânsız, onun dudaklarında silikon vardı.
Sana demin dudaklarımda silikon olmadığını söylemiştim ve onu eşek cennetine yolladılar.
Benim eşek cennetinden gelmiş gibi bir halim var mı?
Eşek cennetinden değil de zırzır deliler koğuşundan kaçtığın, belli diye içimden geçirdim.
Bu arada ayı yavrusunu sever gibi yüzüme bir tokat vurdu, bu sefer yavaş vurmuştu, çünkü sandalyeden iki seksen yere uzanmamıştım.
Demek benim deli olduğumu düşünüyorsun, benim hakkımda bu şekilde düşündüğün için, sana da öbürlerine yaptıklarımı yapmam lazım.
Âdem baba resmen aklımdan geçeni okumuştu ve baltayı taşa vurmuştum.
Bana deli diyenlere ne oldu biliyor musun?
Korkumdan hiç sesimi çıkarmadım.
Birisinin kafasına nah bu uzunlukta bağırta bağırta çivi çaktım.
Öbürünü testereyle milimetrik dilimlere ayırdım.
Hele birisini çarmığa gerip tarlaya kargaları kovsun diye korkuluk niyetine diktim.
Korkma, korkma!
Sana bir şey yapmayacağım, artık akıllandım, bir daha benim için deli diye aklından geçirme.
Benim hakkımda akıl hastası dersen, daha iyi olur.
Nasıl korkmayayım, korkma demek kolay, dükkânın her tarafı boy boy çivi doluydu.
Şimdi nerede kalmıştık?
Evet! Kime benziyorum, tahminler gelsin.
Bu seferde bilemezsem, herhalde benim de kafama çiviyi çakar.
Allahım! Sen büyüksün, Hızır niyetine şu kapıdan birisini yolla, benim canımı bu akıl noksanının elinden kurtar.
Cevabını bekliyorum.
Ulan hayvan ismi desem, yoksa insan mı?
Kartal, kurt, ayı, deve, kanarya, karga, horoz olabilir mi?
Ya hayvan değilse!
Valla çiviyi çakar ya da şu bileklerine bağlı zincirle beni boğar.
Kanuni, Yavuz Sultan Selim, Napolyon, ya Mozart'sa, Fatih, Fatih, Fatih diyeceğim.
Sen, Fatih Sultan Mehmetsin.
Bana bak!
Sen mi delisin, yoksa ben mi?
Fatih 1453 te istanbul'u aldı.
Sene kaç ?
Milenyum çağındayız, o tarihte yaşamış olsaydım belki derdim.
Yine bilemedin, hadi sana bir ipucu vereceğim, oradan yola çık ve kim olduğumu artık bul.
Ben çok ünlü bir boksörüm, bu kadar ipucu sana yeter cevabı bekliyorum eğer bu seferde bilemezsen, benden günah gider.
Adem baba tam on puan değerinde uzmanlık sorusunu tekrarlayıp, tek şık vermişti.
Yok,yok!
Kurtuluşum yoktu, Azrail kılık değiştirmiş, başımda canımı almak için bekliyordu.
Tekrar o koca pençesi suratımla buluştu, yine sandalyeden havaya doğru uçarak, raflara çarptım ve raftaki çiviler testereler, keserler, boya kutuları üzerime düştü.
Yavaş yavaş bileğindeki zincirleri şıngırta şıngırta yanıma geldi.
Sabrım kalmadı bil artık diye gürledi.
Muhammet Ali diye bağırdım.
Yattığım yerden beni kaldırıp, anlımdan öptü ve evet ben Muhammet Ali'yim dedi.
Ama o siyah zenci, sen beyazsın dedim, yediğim darbelerden ötürü her halde beynim sulanmıştı. keşke demez olsaydım.
Karşımda ki aklı kıt dev bu lafımdan sonra hüngür hüngür bir çocuk gibi ağlamaya başladı.
Tarifi imkânsız bir ses ve ağlama şekli, bir süre devam etti.
Ayağa kalkıp bacağıma bir tekme vurdu.
Kamyon çarpmışa dönmüştüm, herhalde bacağım kırılmıştı, acılar içinde avazım çıktığı kadar bağırarak, kıvranmaya başladım.
Elinde bir boya kutusu ve fırçayla başıma dikildi.
Beni simsiyaha boyayacaksın diye elime kutuyu ve fırçayı tutuşturdu ve üzerindeki birkaç orasını burasını örten bezi yırtıp attı.
Karşımda anadan uryan aklı kıt bir yaratık duruyordu.
Sandalyeye dayanarak ayağa zorla kalktım ve fırçayı kutuya daldırıp, adamı boyamaya başladım.
Tam hassas bölgeye gelmiştim ki kapıdan birisi baktı.
Allahım sana şükürler olsun, verilmiş sadakam varmış.
Birisi sonunda imdadıma yetişmişti ama içeriye giren kişi, hemen arkasını döndü ve koşarak dışarıya çıktı.
Adamın yardım çağırmak için kaçtığını düşündüm..
Fırça darbelerine mecburen devam ederken, polis arabalarının siren sesleri hemen dükkânımın önünde yankılandı.
Evet ! Delinin elinden kurtulmak için saniyeleri saymaya başlamıştım.
Adem babanın sadece ayağının birisi boyasız kalmıştı, tam o sırada,
İçeriye sivil, resmi, silahlı, kameralı, fotoğraf makineli bir sürü kişi daldı.
Kameralar çalıştı, flaşlar, patladı, silahlar üzerime doğrultuldu.
Dükkândan dışarı kaçan adam, beni göstererek, işte sapık bu, ihbarım doğru çıktı.
Değil mi diye kalabalığa sordu?
Şuna bakın, garibi çırılçıplak soymuş, üstelik birde zincire vurmuş, zavallıyı sapık emellerine alet ediyor.
Kameraman Adem babanın hassas bölgesine eğilmiş yakın plan çekim yapıyordu, biryandan da
arkadaşına da bak! sapık burayı iki renge boyamış, diye söyleniyordu.
Yediğim dayağı, Kırılan bacağımı bir kenara bırakmıştım.
Adım sapığa çıkmıştı ama kurtulduğuma çocuklar gibi seviniyordum.
O telaşla derdimi anlatmaya çalıştım ama kimse anlamak istemiyordu, gördükleri manzaraya mı inanacaklardı yoksa anlattıklarıma mı?
Tabii ki gördükleri çıplak heykele inandılar ve birisi beni kolumdan tuttu, sürüklüye sürüklüye polis aracına doğru götürdü.
Karakolda başımdan geçenleri anlatırken, açık televizyona gözüm ilişti şok şok haber şimdi x tv'de
Sapık nü ressam, diye alt yazı geçmeye başlamıştı.

06 Kasım 2011 10-11 dakika 67 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    Cengiz bey zevk ile okudum çok keyif aldım. Tebrikler...