Sarhoşluk

Burcu, Akif'in burnunda burcu burcu kokmaktaydı. O denli hasret kalmıştı ki günde iki paket sigara yetmemeye başladı. Arada bir bira alıyordu ama birkaç gündür şaraba da başlamıştı. Ayrılıklarının onuncu gününde, Viraneye zil zurna sarhoş geldi. Önce saldırgan ve kavgacı tavırlar sergiledi. Tutarsız konuşmalar yaptı. Övünmeler, emirler yağdırmalar, tehditler savurmalar... Aradan bir saat kadar geçince yumuşama, gülme, alaya alma, espriler...

O aklı başında Akif gitmiş, yerine garip bir yaratık gelmişti. Deli, desek değil, akıllı hiç değil... Bazı kutlamalarda alkol alanları görmüştüm ama hiç böyle bu kadar değişen birisine rastlamamıştım. Tanınacak halde değildi.

Önce ondan korkmuştum. Yanından uzaklaşmış, yaptığı rezillikleri uzaktan seyretmeye başlamıştım. Hatta bir ara, Neşe'yle Işıl'ı alıp, parka kaçmak gelmişti içimden. Fakat yalnız olmayışım, bizimle beraber sekiz erkek arkadaşımızın daha bahçede olması, onu gözlemlememin sakıncasız olduğunu düşündürdü.

Önce ona kızdım, ne yapıyor, neden yapıyor bunları diye; sonra haline baktım, baktım ve acıdım. Ayakta zor duruyor, sallanarak yürüyordu. Yıkılıverecek gibiydi. Gözleri yarı kapalı, bakışları şehla, yüzü ve gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Başının döndüğü belliydi. Görüşü de bulanık olmalıydı. Hedeflediği yerleri bulamıyordu. Yere basarken de, yer ona daha yakın geliyor gibi olmalıydı ki adımları daha yukarıda kalıyor, sonra yeri buluyordu. Bu nedenle düşme tehlikeleri atlatıyordu. Masa üzerinde duran sigara paketine doğrudan uzanamıyor, eliyle biraz yoklayarak alabiliyordu. Açarken, içinden sigara alırken zorlanıyor, bir iki tanesini yere düşürüyordu. Eli, ağzının yolunu biliyordu ama çakmağı yakıyor; aleve, sigaranın ucunu buldurmak için çaba sarf ediyordu.

Son derece güçsüzken, kaktırsak düşecekken, kendisini Herkül gibi hissetmesi, herkesi asacakmış kesecekmiş gibi havalara girmesi, aslında dostu olan kişileri düşmanıymış gibi görmeye başlaması ve gelir gelmez efelenerek onlara durduk yerden saldırması, meydan okuması o denli acze düşürüyordu ki onu. Erkek arkadaşlar, deli avutur gibi o ne derse kabul eder görünüp, ne emrederse ?tamam, peki' dediler ama bazıları bıyık altından, bazıları da kıs kıs gülmekten kendilerini alamadılar.

Bu gibi durumlarda, yani bu tür olayları gözlemlerken geri çekilirim ve farkında olmadan ağzımı sımsıkı kapatır, gözlerimi hayretler içindeymişim gibi kocaman kocaman açar, en çok parmaklarımı olmak üzere kol ve bacak kaslarımı kasar, hızlı hızlı nefes alıp vermeye başlar, yani heyecanlanırdım. Neden sonra bu durumda olduğumu fark eder, derin bir nefes alır, kaslarımı gevşetir, parmaklarımı hareket ettirmeye başlar ve normal hale dönerdim. Yine aynı hale gelmiştim. Ne güzel eğleniyorduk, onun gelişiyle tadımız kaçmış, rahatımız huzurumuz kalmamıştı.

İçki ve sigaranın, ayrılığa ne gibi bir faydası olabilirdi? Sayılı gündü nihayetinde ve geçecekti, nasıl olsa. Fakat bu zararlı maddeleri bir kez bile kullanmak, mayına basmak demekti. Sadece içeni değil, her şeyi tahrip edecekti. Sevgilisini de, ilişkisini de, geleceğini de...

Madde bağımlılığı, bir eksiği olanın, eksiğini tamamlamak için başvurduğu eksikliğiydi. Biz neden bağımlı değildik? Eksiklik hissetmiyorduk da ondan. Mükemmel insanın eksiği olmazdı ki madde alsın! Mükemmel demek, kemale ermiş, tamamlanmış demekti.

İçler acısı bir haldeydi. Tek başına ortaoyunu oynayan bir meddah gibi komik bir pozisyonda sahnedeydi. Herkes ona bakıyor, o kimseye güven ve saygı telkin etmiyordu. Bu durumda sevilmesi de mümkün değildi ve vazgeçilmez birisi olamazdı.

Sadece bizim için bu böyle değildi. Onun bu halini görmüş olsaydı Burcu da güvenini yitirecekti saygısı kalmayacak, sevgisi tek başına uzun süre ayakta kalamayacaktı ve bu beraberlik vazgeçememe nedeniyle evliliğe gidemeyecekti. Acaba kızın ailesi Akif'i bu halde görse, ona evlatlarını emanet ederler miydi? Böyle durumlara düştüğünü gören işveren ona iş verir veya öyle ya da böyle bir iş bulup girmiş olsa dahi onu işte tutar mıydı?

Bir aile dostumuzun oğlu, kaydolduğu Yıldız Teknik'ten yedi yıla yakın bir zamanda mezun oldu ve muhtelif yerlerde elektrik Mühendisi olarak görev yapmaya başlamıştı. Okuduğu süre zarfında içki müptelası olduğu için öğrenimi uzamış, hayata atıldığı zaman da içmeye devam etmişti. Son girdiği işyerinde, çalıştığı bölümde müdürlüğe kadar yükselmiş ama sabaha kadar gece hayatı, sabaha karşı sızıp kalmalar, öğleye doğru işe gitmeler, işinde randımanın düşmesi neticesinde hakkında tutulan raporla işine son verilmişti. Ayrıca son gün, kendisini kendisine göstermek için masasına bırakılan bir kâğıda adı yazılıp, üzerine çarpı çekilmiş ve iri harflerle ?Bu adam işe yaramaz!' diye not düşülmüştü. Akif de bu illete yakalandıysa, aynı akıbete uğrayacaktı.

Ben bu düşünceler içindeyken, ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. O hakaret eden, tehdit eden, hava atan, ona buna saldıran, kavga çıkarmaya çalışan kişi gitmiş; yerine, olura olmaza gülen, şakalaşan, son derece neşeli birisi gelmişti. Güya espriler yapıyor, mübalağalı hareketlerle gülüyordu.

Ahmet'le Mahir, onun bu kendini bilmez taşkınlıklarına son vermek için alıp götürdüler, duvarın kenarındaki çiçek tarhına kafasını eğip, başından aşağı bir şişe soğuk su döktüler. Yüzünü de yıkadılar ve ayılması için öylece bıraktılar. Duygu, iki fincanlık su koyup, ağır bir sade kahve yaptı ve onu fincana değil, çabuk soğuması için kalın bir su bardağına koyup, Ahmet'e verdi.

Akif içmemek için direniyor, Ahmet içirmeye çalışıyordu. Aklı başındaydı ve mantık yürütüyordu:

_ 'Şimdi içki 'uyu' diyor, kahve ?uyuma' diyecek. Olmaz! İçmem!'

Herkes içmesi için baskı yapınca mecbur oldu, içti. Ne kadar faydası olacaktı acaba? Hâlâ gözleri kayıyordu.

O gelmeden önce ?Kim? Nerede? Ne Yapıyor? Ne Yapsın?' oynuyorduk. Bu oyun, bir defter kâğıdını dörde katlayarak oynanıyordu. Işıl bize soruyor, cevapları yazıyordu. Önce ilk sütunu, aşağıya kadar, ?Kim?' sorusuna aldığı cevaplarla doldurdu. Hepimizin ve ortak tanıdıklarımızın adlarını yazdı. İkinci sütuna ?Nerede?', sonra üçüncü sütuna ?Ne yapıyor', dördüncüsüne de ?Ne yapsın?' sorusuna verilen cevapları yazdı ve kâğıdı açarak, sırayla okumaya başladı. Bu oyunda kadar komik cümleler meydana geliyor ki katıla katıla gülmemek imkânsız! Mesela: ?Define, pazarda takla atıyor, makyajını yapsın.' ?Neşe, meyhanede ders çalışıyor, giyinsin.' ?Hukuk Profesörü Yusuf Nihat Alatlı, düğün salonunda vaaz veriyor, emziğini emsin.' ?Duygu, banyoda zıplıyor, amuda kalksın.' ?Orçun, bayan kuaföründe bale yapıyor, ciddiyetini takınsın.' gibi değişik sözler ortaya çıkıyordu. Bunları hayal edince gülmekten kırılıyorduk!

Akif, sallana sallana Virane'ye geldiğinde, Işıl böyle bir kâğıdı açmış okuyor, bahçe kahkahadan çınlıyor, biz gülmekten yerlere yatıyorduk! O çirkin vaziyette gelip, ona buna sataşmaya başlayınca, tadımız kaçtı. Herkes hofun sofun oldu.

Biz onu aramıza almışız, arkadaş olarak bağrımıza basmışız, dışlamamışız; ne gereği var alkol almanın, huzur bozmanın? Bu bir kerede kalsa iyi de, ya devam ederse? Tekrarlayacak olursa, onunla arkadaşlığımızı kesmek zorunda kalacaktık. Gönül ister ki bir daha yapmasın, aramızda kalsın. Yoksa içki onu içine çeker, esir alır.

Öyle zor bir durumdaydık ki onu yalnız bıraksak, daha fazla içecek, mahvolacak, aramızda kalsa, huzur bozacaktı. Maksat vakit geçirmekse, ille de kendini alkole, sigaraya vurarak değil, aramızda da geçerdi. Yeryüzünde sevgilisinden birkaç aylığına ayrı kalan ilk o değildi. Ne gereği vardı bunun?

Acaba Burcu, onun bu halini görseydi artık ona güvenir ve saygı duyar mıydı? Bir sevgili ki toplumda saygınlığı kalmamış. Ona herkes ?Ayyaş Akif!', ?Sarhoş Akif!' demeye başlamış. Sevgisi aynı kalır mıydı? Onunla evlenmek ister miydi? Ya annesi babası? Ona güvenerek evlatlarını teslim etmeye yanaşırlar, bu evliliği onaylarlar mıydı?

İnsan, dünyaya tertemiz geliyor. Burada kirleniyor. Allah, insanları ?Eşref-i Mahlûkat' olarak yaratmış ve çok önemli bir değer vermiş. Akıl gideren maddeler, bu değeri kaldıracağı için onları yasaklamış.

?Ölüye üç gün ağlarlar, deliye her gün gülerler.' diye bir söz vardır. Kısa bir süre uyuşmak, güya avunmak için kendi rızasıyla, kendi parasıyla deliliği satın almış ve aramızda itibarını kaybetmişti. Ya Allah katındaki değeri neydi?

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ

07 Haziran 2010 8-9 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar