Sazlı Göl Sinekler ve Feto

Öykümüz, göğe direk olmuş ulu köknar ve ladin ağaçlarıyla çevrilmiş bir göl çevresinde geçiyor. Ladinler upuzun, dallı budaklı. Hepsi, olgun köy kadınları gibi dizilmişler göl kıyısına duvaklarda gelin ve damadı çevreleyen halkalar örneği. Ladinler ki, aralarında iki metreye yakın çaplı kocam olanları var. Göl çevresi, hele daha öteleri bir orman denizi. Gölün hayli uzak yamaçlarında çamlar farklı güzellikte. Biz de varız diyorlar bu bölgede. Güneşin doğuş saatlerinde ve akşamleyin batış anlarında ormanda oluşan ışık huzmelerinin ilginçliği en güzel biçimde bu yerlerde gözlemlenebilir. Nihayet, gürgen ve kestane ağaçları da eksik değil göl sularıyla karaların birleştiği kıyı çizgisi boyunca...

Bölge, yurdun en çok yağmur alan yörelerinde güzel bir yurt toprağı. Her mevsim bolca yağan yağmurlar ancak birkaç harman yeri büyüklüğünde olan gölümüzü besliyor. Bir küçük derecik de tatlı sularını dereye akıtıyor. Gün batıp hava karamaya başladığı anlarda; köknar ve kestane ağaçlarının gölgesi düşünce göl sularına garip bir siyahlığa dönüşüyor duru sular. Tıpkı esmer tenli, iri siyah gözlü Torosların Yörük kızlarının anlamlı, ilk görenleri çarpan buğulu gözleri gibi...

Göl çevresindeki düzlüklerde bir güzel köy kurulmuş yıllar önce. Köyün ne zaman, nasıl, kimler tarafından kurulduğu meçhul... Öykümüz, köylerimizin karanlıklar içinde yaşadığı; evlerin çıra ışığından petrol lambası ile aydınlanmaya başlandığı yıllardaki yaşanmışlıklarla ilgili.

Yüz yirmiye yaklaşan hane sayısı olan köyümüze ad olarak Sularaltı Köyü denmiş. Sularaltı'nın suları bol. Ormanların ilerisinden debisi oldukça yüksek bir de ak köpüklü çay akıyor. Köy çocuklarının ağustos sıcaklarında çimdikleri çay ormanın ve köyün özgünlüğünü tamamlıyor. Beş sınıflı okul daha yeni açılmış. Bir yıl sonra ilk mezunlarını verecek.

Okul, şirin mi şirin! Köyün hemen kenarındaki geniş bir çayırın ortasında. İlkbahar ve sonbaharda okul bahçesinde oynayan çocukların şen- şakrak sesleri ormanlardaki kuş seslerine karışıp farklı hoş bir ses senfonisi oluşturuyor. Suların daha coşkulu aktığı nisan ortalarında gelen ilkbaharlarda kuzu sesleri, civcivlerini çıkarmış tavuk gıdaklamaları, okul çocuklarını kovalayan kaz tıslamalarıyla köyümüz cap canlı.

İnsanlar ürünlerinin çoğunu topraktan elde ediyor. Ancak ağustos ayında sarı sıcakların iyice hissedildiği günlerde dövenlerle ayıklanıyor buğdaylar. Köy değirmenleri harıl harıl çalışıyor sonbaharların son günlerinde. Ortak işler imece usulüyle yapılıyor. Alınan kararlara uymayıp maraza çıkaran yok. Köy köpeksiz olmaz derler lakin köyümüzde hırsızlık, arsızlık duyulmuş değil. İnsanlar polissiz, karakolsuz yaşama olgunluğuna ermiş. Köyde oluşan komşuluk kültürü örnek teşkil edecek kadar hoş. Uzun yıllar içinde oluşmuş. Dargınlık, küskünlük az olsa bile, böylesi sorunlar herkes tarafsızlığından emin olduğu köy ulularınca çözülüyor.

Biz göl kıyısına dönelim. Suyu yıl boyunca ekşimeyen gölümüz mandalar için bulunmaz bir cennet yaz sıcaklarında. Çevresinde uzayan sazlar ise delice büyüyorlar. Hele kamışlar, 'uzun kavak ne gezersin engine...' uzatmışlar boylarını. Özgürce. Her yıl...

Görünüşün güzelliğine sözümüz yok. Havaların iyice ısınmasıyla başlayan sıcaklarda gölün üstünde kara bulutlar sıklığında uçuşan sivrisineklere ne demeli. Sivrisinek deyip de geçmeyin, her boyda. En küçüklerinden, iyice irice olanlar bir başka âlem. Karasinekler ve memleketin bil cümle her çeşit sineği uçmakta. Sineklerin yaşam alanı sadece gölün üstünde olsa ne ala! Öp de başına koy!

Sinek milleti uzun yaz günlerinde benim güzel köyümün barışsever insanlarımın baş düşmanı. Köyün ilçeye yolu yok. Sağlık ocağının yapımına daha yıllar var. Devletimiz okul yapmakla köye elini uzatabilmiş ancak. Hasta olanlar iyice yataklara düşünce dört saatte varılıyor ilçe merkezindeki hastahaneye. Ömrünün baharında kaç taze can vermiş köy ebelerinin elinde! Geride gözü yaşlı baba adayları bırakarak... Sivrisinekler ve sıtma hastalığı yazları kol geziyor. Çocuk büyük, kadın erkek demeden sıtma gayet adil davranıyor! Herkesi bir bir yokluyor! Sıtma çekilir diyelim! Uzun kış günlerinde kızamık nice anneleri gözü yaşlı bırakıyor! Bu duruma ne demeli! Küçücük yavrular karlar altındaki kara topraklara veriliyor.

Sineklerle savaş yıllarca devam etmiş köylülerce. Sonucunu sürekli hüsranlarla yenilgilerle biteceğini bile bile! Elle, süpürgeyle kov kova bilirsen insan kanını emmeye dadanan yaramaz vız vızları. Uzak da olsa ilçeden ısmarlanan sinek kovar silahları da yeterli gelmiyor köylülerin zafer kazanmaları için. Sıcak günlerde gölün çevresinde bataklık oluşuyor. Bataklık, yirmi dört saat mal imal eden fabrikalara taş çıkartacak düzeyde sinek üretiyor...

Soruna kalıcı çare bulmak gerek. Ama nasıl? Dert yaratan Mevlam elbet dermanını da yaratmış. Bu problem süpürge savaşlarıyla, ruh çağırma yöntemleriyle çözülebilseydi; çoktan çözülürdü! Köye yeni atanan öğretmeni rahat uyutmuyordu köyün unutulmuş, bilgiden, aydınlanmadan uzak kalmış halleri... Samsun'a çıkmadan önce Mustafa Kemal Paşa örneği düşüncelerle gözlerini sabaha beyaz açıyordu.

Nihayet karar verdi. Kalıcı çözüm yolunu ve yöntemini oluşturdu ruh dünyasında. Dağ ne kadar yüksek olsa zirveye çıkmak bir adımla başlar örneği yola çıkmalıydı. Kısa sürede devrim çabukluğuyla sorun halledilebilir... Düşüncelerini önce köy kahvesinde daha sonra Cuma namazı çıkışı namaz kılan cemaate anlattı. Buldum diyordu da başka bir şey demiyordu! İlk Pazar günü tüm köy halkını okulda toplantıya davet etti öğretmenimiz. Muhtar, imam, yaşlı genç, özellikle kadınlarımız gelmeli diyordu. Bizzat kendisi kapı kapı dolaşıp toplantıya katılımı eksiksiz sağlamak istiyordu...

Nihayet sınıfta soba yakıldı. Yavaş yavaş da olsa güzel köyümün emekçi insanları sınıfı doldurmaya başladı. Topal Hasan mı dersin, geçirdiği trahom hastalığı sonucu bir gözünün biçimi değişmiş Rüstem mi, köyün soğuk demircisi Zülal usta mı, çoban Hasan mı? Hepsi... Yaşlı ebe kadın Emine yenge, düğünlerde bar başı çeken Cevahir teyze ve de öğrenciler toplandılar bir düğün evine toplanırcasına... Öğretmen kravatlı, takım elbisesiyle öne geçti. Başladı makbul çözüm yöntemini açıklamaya:

'Köylülerim, yıllarca özellikle sivrisinekler çok canınızı yakmış. Ne çok insanımız her yıl sıtmaya yakalanıyor. Sineklerle yapılan mücadelede buna ben savaş diyeyim, başarılı olmak, zafere ulaşmak için başkalarından himmet beklemek kara kış ortasında temmuz güneşi hayal etmeden farklı değildir. Çaresizsiniz... Biziz, hepimiziz... Problemi ortadan kaldırmanın yolu sivrisineklerin ürediği ortamı ıslah etmeden geçiyor. Ne yapacağız peki?

Yediden yetmişe hepimiz kazma-kürek, bel ve çapalara sarılacağız. Zor değil yapacağımız iş. Geniş bir kanal açıp gölün suyunu yakınımızdaki dereye ulaştıracağız. Suyu kurutacağız. Göle akan küçük derenin akağını da değiştireceğiz.' Öğretmenin sözlerini dinleyen köy halkı sessizce iç sesleriyle konuşmaya başladılar. 'Neden olmasın! Öğretmenimiz dürüst, çalışkan bir insan. Okula geç gittiğini görmedik... Çocuklarımıza çok iyi davranıyor... Biraz sırtımız terleyecek! Olsun...'

Kısa sürede karar verildi. Bu arada günler geçti. Nisan sonlarında işbaşı yapıldı. Komşu köyden davul ve zurnacı davet edildi. Köy halkı geniş bir halka oluşturdu. Bar oynandı. Barbaşını Cevahir teyze çekti... İlk kazmayı muhtar, öğretmen ve köyün kadrosuz imamı vurdu kara topraklara. Kadınlar yemek getirdiler eli kazma- kürek tutan herkese. Toplantıda yapılacak işi dağlar kadar büyük görenler; el birliğiyle çalışınca göl sularının kurutulduğunu görünce hayretlerini gizleyemediler.

Göl kurutuldu. O yaz ve diğer yazlarda gölden türeyen sivrisinekler artık görülmez oldu. Onlar bir başka, bilimin ulaşmadığı köylere gittiler.

Demek ki, sivrisinekleri tek tek öldürmekle sonuca ulaşılmıyormuş. Bu gerçeği öğretmence az da olsa aydınlanan köylüler anlamıştı. Soruna kalıcı çözüm bulmanın yolu sorun çıkaran ortamı düzeltmekten geçiyordu. Babadan kalma usul ve el yordamıyla yapılan tedavi yöntemleriyle sıtma hastalığı yenilemiyordu! Çare bilimdi, ilimdi. Liderlerin ilmin aydınlatıcı yolundan gitmekti...

Öykümüz uzadı. Bitirelim artık. Halkımız, bizler, hepimiz ve ülkemiz Feto olayından büyük zararlar gördük. Can ve mal kayıpları yaşandı. Yıllarca gençlerimizin emekleri ve hayalleri buharlaştırıldı. Gölün kurutulması, sivrisineklerin yenilgiye uğratılması ilginç bir örnekti Feto sorunlarını çözmek için... Feto olayı bir afetti yaşandı! Dilerim büyüklerimiz ve bizler bu olaydan ders alıp yeni Fetoların ortaya çıkacağı, büyüyüp semizleşeceği ortamlar yaratmayız. Feto'yu teslim alıp, idam edip öldürsek sorunu çözemeyiz. Feto'yü yetiştiren düzeni değiştirmedikçe bir Feto ölür yeniden daha genç Fetolar türer.

Fetolar okullarda türedi. Okulculuk çalışmalarını devletimiz kendi babacan elleriyle yapmalı. Böylesi oluşumların yeniden yaşanmaması, halkımız ve ülkemiz aydınlık ve güzel günler görmesi adına henüz başka çözüm yolu bulunamadı her gün güneş etrafında dönen yer karasında...

15 Ocak 2017 9-10 dakika 205 öyküsü var.
Yorumlar