Sen, Ben Olmasaydın Keşke!

Maziden resmi kalan etrafın dekorunda değişen ne çok şey var. Sanki ağaçlar daha büyük, banklar o banklar değil. Ne havuzlardaki yeşil ve mavi arasında gidip gelen renkler aynı, ne de yolların kenarlarına dizilmiş çöp sepetleri... Çitler, çiçekler, naylonlardan yapılmış ucube gölgelikler, sağa sola sıkıştırılmış ceset renkli yapılar, o günlerimden kalan hafızamın resimlerimde hiç yok. Ya yaprakların rengi bile değişmiş, ya da gözlerim seçemiyor eskisi gibi.

O kaygısız bakışlarında yakaladıkları sevinci ışıldatan insanlar nerelere gitmişler? Her biri başka bir bozgundan yaralı kalan hasarlı yongalara, paslı ve örselenmiş maskelere benzeyen suratlardan takınmış bu adamların yüzlerindeki kav, neden sop soğuk. Şimdi çocuklarda bile bir atalet, onların sevinçlerinde bile yapma gibi duran zoraki seslerden var.

İnsanlar, omuzlarında kamyon taşıyormuş gibi karamsar ve bezgin bezgin yürüyor.
Sanki ayaklarına dolanan bir şeyler var. Sanki paçalarından bir şey çekermiş gibi ruhsuz ve sevinçsiz yürüyorlar.

Bağbanların fıskiyelerinden çıkan sesler bile değişmiş. Bu suların gövdesinden kopup gelen zerreleri hissetmekten hoşlanmıyorum artık. Yüreğim yapma havuza dalıp da ıslanmayı bile içinden geçirmiyor eskisi gibi.

Ama ani bir telaş yelpazesinde sallanışım nedensiz değil. Aniden çıkıveren bu heyecan, hep seninle ilgili.

Nasıl da rastladım sana burada. Ne zamandır arayıp bulamadığım, ne zaman nerede yitirdiğimi anımsayamadığım seni nasıl da gördüm. Yeniden yaratılmış gibi oldum seni görünce. İnanamıyorum, inanamıyorum...

Ama sen, kaç on yıl öncesinden bıraktığım gibisin. Daha gözlerinde gözlük bile yok. Saçların eskisi gibi kapkara, sımsıkı ve darmadağınık duruyor. Demek ki dudak kenarlarındaki yaylar daha o zamanlardan çizilmiş. Bu şen gönülden çıkan gülücükler daha o zamanlardan yay olup kalıvermiş çehrende. Ama daha alnında caddeler açılmamış. Gözlerinin altında torbalardan eser yok. Yüzündeki ifade ne kadar canlı kalmış. Bakışlarından kırık ışıklar yansımıyor. Sen ne kadar umarsız, kaygısız ve neşeli duruyorsun

Umutsuzluğun sisi henüz dokunmamış yüzüne. Bakışların dipdiri ve zıpkın gibi atak. Gözlerinin fonunda hüzünler dolaşmıyor. Bir müddet sonra seni kasvetiyle sarıp sarmalayacak olan bezginliklerin, yenilgilerin, kırılıp dökülen umutların, çaresizliklerin bot izleri yüzüne çökmemiş daha. Endişeler gelmemiş çalmamışlar kapını. Şu duruşunda bile yüreğin nasıl da cap canlı titreşiyor?

İçinden bir ses hayattan ne bekliyorsan hepsine kavuşabileceğini söylüyor, şimdi sana biliyorum. Umutların bu bahar neş'vesinden her dalında bin bir çiçek açmış. Bilmiyorsun ki umut çiçeklerinin ömrü az; yaprakları narindir. Ama sen her zaman hep baharda, hep çiçekli kalacağına vehmediyorsun. Bu çiçekler meyvelerin habercisidir evet. Bu çiçekler, güzel günleri vaat ederler. Ama sen meyveye dolduracak ihtimamdan habersiz; yazın ve sonbaharın yakıcılığından bi haber, daha bu mevsimde bile olabilecek fırtınalardan, dolulardan ve başkaca tehlikelerden biganesin.

Sen, mevcut yeteneklerinin farkında, ama gelişimim, ihtimamın, üstüne düşmenin, emeğin farkında değilsin. Seni kapıp koyuveren gündelik zevklerin anlık tatlarıyla
oyalanma derdindesin. Bunca açan umut çiçeklerinden olabildiğince meyveye ulaşmanın mümkünatı işte bu bahar günlerindeki ihtimamlarının sayesinde olabileceğine akıl edemiyorsun. Bu günlerin verimini har vurup harman savunmanın bedelini ömür boyu çekeceğini hesap etmiyor musun?

Senin asli geleceğinin ana hatlarının bu mevsimde çizilip değişmeyeceğini bilmiyor musun sanki? Hasat zamanlarında ne kadar meyve vereceğinin haberini baharda açan çiçekler verecektir. Ama sen bilmezmiş gibi davranıp çiçekleri yolup dökmekle meşgulsün hep.

Bir baksana kendine bakım yaptığın bir dal olmadığı gibi sallayıp tehlikeye maruz bırakmadığın tek bir yaprak, tek bir çiçek bile yok.

Sana rastlamak kendimle hesaplaşmak oldu şimdi. Seni görmek, o zamanki beni anlattı bana. Sen şimdi önüme yığılan pişmanlıkların, sıra sıra dizilen eyvahlarımın,
senin yüzünden kaçırdığım ve artık yakalamanın mümkün olmadığı fırsatların, çekip giden yapabileceklerimin muhasebesinde bıraktın beni.

Geriye çevrilmesinin mümkün olmadığı anların nedametlerine düşüverdim. Ben, sen olmasaydım; ya da sen; ben olmasaydın keşke!

Şu vakit bir daha düzeltemeyeceğim hatalarımla hesaplaşıyorum. Bir daha dönemeyeceğim yıllarım geçip gidiyor aklımın takviminden. Bir daha yaşayamayacak olmanın derdine kapılıveriyorum. Tüm bunların suçlusu sen değil misin?

Sana rastlamasaydım, bu günlerde yaptığın hataların veya yapmam gereken girişimleri beceremeyişim yüzünden kaç on yıl geriye gittiğimi anlayıp üzülmeyecektim bile.

Sana rastlamasaydım, şimdiki çabalardan sonuç alamama nedenlerimin senin tedbirsiz, adam sendeci, erteleyici tavırlarından bende kalıplaşan şartlanmalar olduğunu nasıl anlayacaktım.

Sorumsuzluğunun bana aşamadığım bir İtalyan çukuru olarak miras kalacağını bilemeyecektim. Senin boş veren anlık lezzetlere dalan kafanın yüzünden fırsatları yakalamayı, fırsatları bulup değerlendirmeyi bir türlü öğrenemediğimi, artık bir daha da öğrenemeyeceğimi nereden bilecektim.

Sen şimdi bu halinle ne kadar boş umutlar, boş vermişlikler umarsızlıklar içindesin. Sen ne kadar aldırışsız, adam sendeci tamtakır kuru bakır hülyalar içindesin. Önündeki fırsatları tepen, fırsat olarak görmeyen, her yanında dolaşan imkânların hiç birine imkân değilmiş gibi kayıtsız duran, hatta hiçbir şeyi beceremediğin halde, kendinde her şeyi becerebilecek bir güç varmış vehmine kapılan, bu kendini kandırmacıların eseri olarak beni yaratacağını bilmiyorsun değil mi?

Kalıplaşmış tabuları aştığını sanarak, tembellere mahsus kendi eliyle ayağıma gelir vehimlerine beni alıştırmanı asla bağışlamadım. İşlerimi hep sona bırakıp, zar zor yetiştirme huyumun müsebbibi sensin. Senin plansız, programsız nasılsa yaparım ederim ataletinden bana miras kalan düzensizlik, özentisizlik ve acelecilik hayatımın başarsızlık öykülerinin ana nedenleri olarak kaldı. İşte bu yüzdendir ki başarısızlıklarımın öykülerine şiirler yazar oldum. Aşkta da, kumarda da, oyunlarda da hep bu yüzden kaybettim. İşte bu yüzden oflayan, puflayan, şundan bundan şikâyet eden biri olup çıkıverdim.

Feleğe, bahta çıkışmalarım bu yüzdendir. İnsanları ikna edemeyişimin sebebi bana miras bıraktığın bu darmadağınık duruşun sebebiyledir. Başkaları pek az ürününü pek çok vasıtayla hedefine taşırken, sen onlarca katını bir vasıtaya düzenli olarak taşıtacak intizama sahip olamadın. Onlar senin becerebildiğinin pek azıyla büyük üretici sayılamayı başardılar. Ama senden bana miras kalan bu başıbozukluğu görenler, başarılarımın bana ait olamayacağı fikrine kapıldılar.

Ben, hep bu yüzden şansına sitem eden, kaderine lanet okuyan, darmaduman bir arabesk şarkı gibi yaşadım. Sen, daha bu zamanlarda beni yalakaların, işgüzarların, işini becerenlerin yanına taşımadın. Kırk arada kırk derede hedefsiz, amaçsız, plansız dolaştırıp, rasgele insanlarla günlerini gün etmeye kalkıp darmadumanlıklara aşıladın sen beni.

Seni gördüğüme hiç sevinmedim, sen de bundan hoşlanmadın değil mi?

Bunları hiç kimseden duymayı istemezdin, hatta kendi geleceğinden bile...
Öyle değil mi?

Geriye çevrilmesinin mümkün olmadığı anların nedametlerine düşüverdim. Ben, sen olmasaydım hiç; ya da sen, ben olmasaydın keşke!

21 Mayıs 2009 6-7 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar