Sevda Sürgünü ( 1 )

Gecenin zifiri karanlığındaki sessizliği, zaman zaman havlayan köpeklerin ürpertici sesleri bozuyordu. Karanlığın büyüsüne yıldızlar eşlik etmiyor, olacakları hissetmişler gibi bulutların arkasına saklanıyorlardı. Havada bir kasvet var, ekimin soğunu, avazı çıktığı kadar yükselen bir çığlık ısıtıyordu.
'Cennet'imi kimseye yâr etmem! Bunu bana yapamazsınız!' diyerek elindeki silahla sağa sola ateş ediyordu. Çıldırmış bir boğa gibiydi. Kendinden geçmiş gibi bir o yana, bir bu yana saldırıyor ne yapacağını bilmiyordu. Sesi duyan köylüler merak içinde etrafını doldurmaya başlamışlardı. Bazıları da panik ve korkuyla;
'Hüseyin ne olursun yapma! Sakin oll!' diyerek onu durdurmaya çalışıyorlardı. Yaşlı bir adam biraz daha öne çıkarak ;
' Evladım ver elinde kini Allah korusun şeytan doldurur, ver Hüseyin'im' diyerek elini uzattı. Hüseyin bu sözleri duyacak durumda değildi, gözü hiç bir şey görmüyordu.
'Yaklaşmayın yanıma bak sizi de kendi mide vururum. Bunu bana nasıl yaparlar para için Cennetimi nasıl verirler' diyerek canı yanmış bir aslan gibi kükrüyordu. Gözleri kan çanağına dönmüş. Nefret ve intikam kıvılcımlarını etrafa yanar dağ gibi saçıyordu. Yanaklarında kurumuş gözyaşlarının izi, iki düğmesi açılmış kolları parçalanmış gömlek ve arkasına basılmış ayakkabılarla tükenmişliğin canlı portesi duruyordu adeta ...
Kalabalık iyice artmış, neredeyse tüm köylüler etrafına toplanmışlardı. Kalabalığın ortasını yararak birisi ' Yapma evladım, kurban olam Hüseyin yapma' diyerek iyice yaklaştı.
' Yaklaşma baba! Bunu bana nasıl yaparlar, bu gece bu iş bitecek. Cennetle babası buraya gelsinler yoksa ben gider orada ikisini de vururum' diyerek havaya bir el daha ateş etti. Babası;
' Oğlum bu işten bundan sonra hayır gelmez. Gel vazgeç ver şu silahı ' diyerek tekrar elini oğlundaki silaha doğru uzattı. Bu sırada babası Cennet'in elinden tutarak yaklaştı.
' Bizi mi? istedin Hüseyin, sor kızıma seni istiyorsa burada al götür.' Diyerek Cennete baktı. Ortalık ölü sessizliğine büründü. Herkes ne olacağını pür dikkat merakla izliyorlardı. Zaman tınısı ağır ağır ilerliyor. Meraklı gözler cennette buluşuyordu.
Cennetin gözleri ağlamaktan şişmiş. Sırtındaki yükün ağırlığından bitap düşmüş, ayakta zor duruyordu. Başı mahcubiyetle yere eğilmişti. Gözlerini Hüseyin'den kaçırıyor. Solgun yüzünde al al kırmızılar belli oluyordu. Ağlamaklı gözlerle Hüseyin'e baktı. Bu bakışlarda çok şey anlatıyordu. Hüseyin yelkenleri yere indirmiş yardım bekleyen yavru bir ceylan uysallığındaydı. Biraz önceki aslanlar gibi kükreyen kendisi değildi sanki...
Cennet başını tekrar yere doğru eğdi;' Ben seni istemiyorum. Ne olursun ısrar etme' diyerek başını tekrar yere eğdi. Babası gördünüz mü der gibi köylülere bakarak oradan uzaklaştı. Hüseyin' e bu sözler gecenin ayazıyla kurşun ağırlığında gelmişti. Sadece ; ' Cennet bunu bana yapmamalıydın ' Diyerek silahı başına doğrultması bir oldu. Bu sırada iyice yaklaşan arkadaşları hemen elindeki silahı aldılar.
Ertesi gün Hüseyin bir elinde valizle köyü terk etti. Herkes kendisine kötü bir şey yapacağından endişe ediyorlardı. Cennet'in dillere destan bu sevdadan nasıl vazgeçtiğine akıl erdiremiyorlardı. Birbirlerine olan sevdaları tüm köylünün dilindeydi. Hüseyin askerliğini tamamlamış, artık evleneceklerdi. Ne olduysa Adanalı zengin bir ailenin Cennet' e dünürcü gelmeleriyle değişmişti.
Aradan aylar geçmişti. Hüseyin'in Adana'ya gittiğini biliyorlardı. Ama ne iş yapıyor nerede kalıyor hiç kimseler bilmiyordu. Bu yok oluş babasını tarifi imkânsız bir acıya boğuyordu. Dertli, çilekeş yıllar geçiriyor. Fakat sevda sürgünü Hüseyin'den hiçbir haber gelmiyordu. Bir gece köye 25 yaşlarında genç, düzgün giyimli birisi geldi. Hüseyin'in babasını sordu.

Devamı var....

16 Kasım 2009 3-4 dakika 36 öyküsü var.
Yorumlar