Sevdaya 1262 Kelimelik Saygı Duruşu

'Dünya, rüya içinde rüyadır.'
Hint Atasözü

Yaklaşık on gün önce, bana bu kelamları yazdıracak kadar hisse tesirli bir olay vuku bulundu. Üstelik ben o olayın içindeyken; zihnimi bu denli işgal edip, kalbime dokunacağını, hatta ve katta zahmete lütfedip kan ter içinde kaleme sarılacağımı aklımın Çin'inden bile geçirmemiştim... Fakat oluyor işte... Güneşin boynu vurulup, gökyüzü katrana bulanınca; Yani "hele bir dur, uyursun" diye dürtünce seni günün muhasebeleri, o vakit delilli bir haklılıkla anlıyorsun; Yıllarca kitap üstünde uyuklayan bilgeler, nasıl bir sözle uykusuz kalabiliyor...
İşte size bu pekte bilge olmayan uykusuz bir anımda, başımdan geçen hadiseyi naklediyorum;
Öğleden sonra saat 13.00 civarı, şehrin gürültüsünden uzak, havada uhrevi, cüzdan da mütevazı bir kafede oturuyorum... ( Bu günlerde doları olanlar bilmez ) Yaklaşık 10 dakika geçmeden, karşımdaki sandalyeyi bir bayan dolduruyor... Heyecanlı... Eli kulağında değil, çantasında... Bir gözüyle beni süzüp, diğeriyle çantayı kurcaladıkça kurcalıyor... Ağzında "off'lar, uff'lar"dan ziyade ses yok... Fakat gözleri bir şey söyledi, söyleyecek... 5 dakika sonra, hemen hemen aynı yaşlarda olduğumuzu düşündüğüm bir delikanlı masaya yanaşıyor... Tavırlarından bayanın erkek arkadaşı olduğunu anlıyorum... Tedirginliğim iyice artıyor... Bayanın benimle münasebeti nedir? Acaba biriyle mi karıştırıyor? Çantada aradığı şey ne? Bu adam sahiden onun erkek arkadaşı mı? Yoksa hepimiz birbirimizden bağımsız bir rastlantı mıyız? Birazdan, Bayan çantadaki telefonu bulduktan sonra, bana dönüp masanın rezervasyon olduğunu mu söyleyecek? Belki delikanlı da beni okulda bir yerlerden çıkarıp, "Osman hocanın notları var mı? Diye soracak... Ve ben çocuğa soracağın en son kişiyim dedikten sonra, bayandan özür dileyip, başka bir masaya geçeceğim... Son bir kaç saniyeyi gözüm kapalı geçiriyorum... Bütün sessizliği Bayanın sesi bozuyor... "Sonunda bulabildim"... Ki bu ses beni hiç bir tepkiye sevk etmiyor... Sevinmeli miydim? Yoksa mimik oynatmayıp, biyometrik bir fotoğraf gibi sadece bakmalı mıydım? Sonunda harekete geçiyorum. Gözlerimi "euzü besmele" eşliğinde bir çocuğa bir bayana bakarak yavaşça açıyorum... Bir de ne göreyim? Kızıl kamışların ortasında durup, kuşları başının üstünde ağırlayan bir ağaç... Kuşların bittiği yerde benim adım başlıyor... Ağacın tam tepesinde... Bu şey! Diyorum devamı gelmiyor... Bu... Bu benim kitabım! Şimdi orda, tam karşımda, 20 yıllık bir dost gibi bana bakıyor... Derin bir nefes alıyorum. 10 dakikadır kiracım olan tedirginlik, yerini şaşkınlığa bırakıyor... O sırada delikanlı da hızla sandalyeyi çekip, kalender bir selamın ardından, bayanın yanına oturuyor. Artık erkek arkadaşı olduğundan emin gibi oluyorum. Bayan bana kitabı imzalamam için uzatırken, delikanlı ile göz göze gelince -gibiyi de alıyorum... "İmzalat, fazla samimi olma" bakışı... Delikanlıyı çok ta kıllandırmadan, bayanla kısa bir sohbet etmek istiyorum.

Ben: Kitaptan nasıl haberiniz oldu?

- Yurtta bir arkadaşım okuyordu. Bende bir ara merak edip bir kaç sayfa okuyayım dedim, sonra bir kaç sayfa daha, bir kaç daha derken... Kitabı bitirmişim... Ama emeğinize haksızlık etmek istemedim. Ertesi gün ilk işim sipariş etmek oldu...

Tüm bunları söylerken o tebessüm ediyor, ben ise sadece şaşırıyorum. Kitabı imzalayıp, geri uzatırken; peki arkadaşınız da şiir sever mi? ( pot kırıyorum )
- Çok sever... Oktay Rıfat, Özdemir Asaf, Edip Cansever... ohoo... ( Delikanlıya bakıp gülüyor... ) Hepsini okur... Hem kendi de yazıyor zaten...
( İyice meraklanıp, delikanlıya dönüyorum... )

Ben: Ne güzel! Sizde şiir mi yazıyorsunuz?
- Tek tük... Kafama estiği zaman...
Ben: Şiirde öyledir zaten, plan program dinlemiyor.(bunu geyik muhabbeti tonunda söylüyorum... ) Daha çok kimleri örnek alıyorsunuz? Dünya Edebiyatı ve Türk Edebiyatından?
- Yaaani.. Diyor çenesini eğri bir istikamette genişleterek... Okuduğum şairler var ama belli bir ismi takip etmiyorum... Ardından da ekliyor : -Ben senin kadar şey değilim... diye...
Allah Allah... Benim kadar ne değil? Diye düşünecekken, yoruma mahal vermeden... Devam ediyor...
- Ben senin kadar ilgili değilim gardaşım... ( G'yi genizden söylemesiyle, İç Anadolulu olduğunu anlıyorum... ) Yazsam, bende yazarım. Şimdiye 10 tane kitabım vardı... Goşturmaktan vakit galmıyor ki...( Bu bölümde Halı saha'dan bahsettiğini varsayıyorum... )
Bu sözlerin üstüne bayanla göz göze geliyoruz... Kızarıyor... Konuyu uzamadan kapatmak için, garsonu çağırıyorum...

Ben: Ne içersiniz? İkramım olsun...

Bayan: Biz çok teşekkür ederiz, derse yetişmemiz gerekiyor. Başka zaman inşallah...

Delikanlı : ( Bir müddet menüyü süzdükten sonra ) bir Türk kahvesi fena olmaz aslında... Diyor...

Bunun menüdeki en pahalı içki olduğunu görüp, Hay Hay! Bana kalan verebildiğim kadardır diyorum içimden... Bir yandan da bunu beni zor durumda bırakmak için yaptığını seziyorum...
Delikanlının bu davranışından sonra, bayan çantasını kavradığı gibi hızla mekândan uzaklaşıyor... Allah'ım sen büyüksün! Bu nasıl bir vebal! -Durun! Diyemiyorum. Yüzüm -100 derece de şoklanmış bir et parçası gibi hareketten arınırken, delikanlıya bakıyorum... Onda da çıt yok...

Kısa bir sessizlikten sonra soruyorum kendime;
Acaba ilk yumruk hangi gözüme gelir? Diye. Ya da bir tatlı bıçağıyla insan vücudu kaç farklı parçaya ayrılabilir?
Bir süre tedirginlikle marine edilmiş acının aromasında birbirimizi süzerken... İki kelime bozuyor sessizliği...
- Zaten ayrılmıştık... ( Söylerken yere bakıyor, göz teması kurmak istemiyor... )
-Nasıl yani? Diyorum...
-S.. et.. abi, iki gündür ne darlık çekiyorum, ben bilirim. Senle alakası yok, üzme kendini... ( iki elini alnında kavuşturarak saçının önüyle oynuyor... ) Stresli olduğunu seziyorum...
5 dakika daha geçiyor... Biraz rahatladığını fark edince, alacağım cevabın şiddetinden olsa gerek; çekimser bir tonda soruyorum...

-Kardeşim, üzerime düşmez ama ayrıldığınız halde tekrar buluşmanıza neden olan şey nedir? Barışma ihtimaliniz vardı da ben mi b.k ettim? Çekinme...
- Yok, kardeşim' dedi. Hediyeler için...

Ben: Ne hediyesi?

- Ayrılmadan önce birbirimize 14 Şubat için hediye almıştık. Ayrılınca vermeye fırsat olmadı. Onu bir daha görmek için hediyeleri bahane etmiştim. Bugün birbirimize hediyeleri verecektik... ( Gözleri doluyor... Umutları boşalırken... )

Yine bir sessizliğin sesi... Yine bir; bir şey diyememek... Kalıyorum öyle... Yaşlarım gözükmesin diye elimi göz kapaklarımda gezdirirken -Ulan ne sevdalar var diyorum, bin bir şiire bedel... Birden şiir yazmak hakkındaki sözleri geliyor aklıma, tebessümle karışık "-haklıymışsın" diyorum. Adam akıllı bir sevdayı yaşamadıktan sonra, bin şiiri yazmak neye değer?
( Gülüşüyoruz... )

- Biz yaşadık ta ne oldu? Diyor. ( gülüşmekten kalan tebessümle... )
Sen şair adamsın... Biz senin kadar diyemeyiz... "Sen" deriz biraz, "çok" deriz biraz, sonuna da sevmek ekleriz en fazla... Ama tüm alfabeyi si... ki kardeşim; eklediğimiz kadar da bekletiriz sevgimizi... Özne gelip gider... Sıkıntı yok...


- Yarım saat sonra -

Kendimi tutmayı bıraktım... Karşılıklı halimize gülüp, ağlaşıyoruz... O an fark ediyorum ki; hiç tanımadığım bu güzel adam, bir kaç dakika içinde; yüzünü unutsam eksik öleceğim bir adama dönüşüyor...
- Vayy be hayat! Diyorum içimden... Ne zaman -ben yaşadım yaşayacağımı" desem; elinde bir sürprizle geliyorsun... ( Bir yandan da az önce gelen nargileyi içmeden, ona uzatıyorum... )
Bir duman alıp, üfledikten sonra, başlıyor...

- Gardaşım... Boşuna yorma kendini vallah billâh... Bu şiir seviyorum, kitap okuyorum diyenler var ya, alayı reklam... Dümenci... ( hiddetlenip, masaya doğru eğiliyor... Bir an refleksle geriye yaslanıyorum, devam ediyor... ) Sen söyle, şiir seven insan, koskoca iki yılı hiçe sayıp, sadece -sıkıldım. Deyip gider mi?
( Yine gözleri doluyor... ) - Söyle gardaşım... Nolur söyle... bişey de da...

( Yine bir şey diyemiyorum... ) Nasıl -hayır derdim... Böylesine bir soru karşısında "hayır", sözlüğe bakacağı bir küfür olurdu... ( en iyi ihtimalle...)
O nargilesini içerken... Bir yandan teselli cümleleri kuruyor, bir yandan da vereceğim cevabı düşünüyorum...


- 15 dakika sonra -

Birbirimize numaralarımızı verip, ayrılıyoruz... ( O kucaklaşmayı da unuttuğumu söyleyemem... )
O gittikten 10 dakika sonra eve varıyor, bir kaç kez yüzümü yıkadıktan sonra, bilgisayarımı açıyorum...
( Elim titreye titreye hesabıma giriş yaptıktan sonra... )
Şuan da okumakta olduğunuz bu garip yazıyı yazıyorum...
Bu yazı! Hayatımda ilk defa konuşmaktan utandığım sorunun cevabıdır...
Senin sorunun kardeşim... İç Anadolulu kardeşim...
Hani demiştin ya ( hayallerin nargilenin dumanında erirken... ) - Şiir seven insan, sadece -sıkıldım. Deyip gider mi?
Lal oldum karşında... İrkilip bittim de, bir şey diyemedim...
Eğer bu yazıyı okuyorsan kardeşim; sana cevabım şu ki;
Şiir sevsin, sevmesin...
İnsan, kendini bir şiirle değiştirir de
Sevdiğini bin şiire değişmez...

( Umarım bu yazı bir şekilde sana ulaşır... Elim kurşundan ziyade maden tutmuyor... Selametle... )

16 Nisan 2017 8-9 dakika 4 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 7 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarız👑