Sevgi Ve İlgi

Üç arkadaşımızın ruhsal sıkıntısı vardı. Işıl aklını zor muhafaza ediyordu. Bugün yarın İstanbul'a gitmesi an meselesiydi. Bakırköy'de tedavisi, periyodik bir şekilde devam etmekteydi. Onunla arkadaşlığımızı devam ettiriyorduk ama közde pişmiş kestane gibi elde tutamıyorduk. Bir avucumuzdan bir avucumuza geçirerek devam ediyorduk. Cıva gibiydi. Elde avuçta durması çok zor... En küçük dikkatsizlikte dağılıveriyordu. İşin yoksa toplamaya çalış yeniden!

İkincisi Neşe'ydi. Annesini kaybettikten sonra kendisini toparlayamadı. Biraz fark var ama çok değil...

Diğeri de Halit... O, Ayşe'nin son telefonuyla mahvolan... Kırlara gelmemizin sebebi bu üçü... Bahçede de olsak, kapalı yerlerde çıldıracak gibi oluyorlar! En azından şu sıcakları atlatıncaya kadar onları gezdirmemiz gerektiği kanaatindeyiz.

Tedavinin bir parçası meşguliyet, bir parçası da konuşturmak ve dinlemek... İçlerine ukde olan şeyleri dışarıya atmalarına yardımcı olmak... Zaten elimizden başka ne gelir? Onlara sorular soruyoruz. Düşünmemeleri, içlerine dönmemeleri, boşalmaları için konuşturmaya çalışıyoruz.

Ayşim'in durduk yerden o komik anısını anlatmasının sebebi de aynı. O huzursuz ruh hallerinden sıyrılabilmeleri için hepimiz elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Hafif bir yaz yağmuru çiselemesinden sonra bulutlar, geldikleri gibi dağıldılar. Güneş olanca parlaklığıyla göz kamaştırmakta, kısalan gölgelerin açığında kalan yerlerimizi yakmaktaydı. Çam yapraklarının ve çimenlerin üstündeki minik damlacıkları kurutmuş, yağmurun verdiği serinliği yok edivermişti.

Her güç verilen, gücünü gerektiği gibi kullanarak hükümdarlığının keyfini çıkarıyordu. Yumuşacık, romantik, masum görünüşlü bulutlar yapmıştı yapacaklarını yağmur olup, az da olsa ıslatıp geçmişlerdi her yeri, herkesi; hiç kimseyi, hiçbir şeyi umursamadan; sıra güneşteydi. Doğada da nezaket kuralları geçerliydi. Birisi ortaya çıkınca, biraz güçlenerek, gücünü göstermek üzere, diğeri geri çekilip, yol veriyor, kendisini göstermesine fırsat tanıyordu. Bir savaş yoktu aralarında, yapmaları emredilenlerini yaparken.

Ay, lambasını yakarak çıkacağında, gizlendiği dağın ardından; güneş, yavaşça eteklerini toplayarak, sessizce çekilip gidiyordu, karşı tepelerin ardına.

Işıl karşı tarafta Mahir'le sohbete dalmış. Yanımda Neşe, Nazan, Halit var. Orçun diğerleriyle voleybol oynuyor. Baktım, Neşe yine dalmış. Uyukluyor gibi... Ruh gibi...

_ 'Neşe, anlat bakalım. Ne var ne yok? Artık uykun düzene girdi mi? Kendini nasıl hissediyorsun? Neler yapıyorsun?' dedim, deşelemek için.

_ 'Annem öldüğünden beri, sakin, mutlu ve uykumu tam anlamıyla almış bir halde kalktığımı bilmiyorum. İçeriye girip de o manzarayla karşılaştığım anı aklımdan çıkaramıyorum. Onun o cansız vücudunun mutfakta, yerde yığılıp kalmış hali özlerimin önünden hiç gitmiyor. Kim bilir ne acılar çekti, nasıl kıvrandı, kriz geldiğinde, nasıl teslim etti canını!.. İçim yanıyor, düşündükçe!'

_ 'Hatırlatmak istemezdim ama içine kapanma. Konuş, anlat, açıl. Eskisi kadar değildir. Yavaş yavaş azalır acılar. Ben de çok etkilendim ya o gün, sana anlattım hani... Epey azaldı, eskisi gibi değilim. Ya sen?'

_ 'İlk iki gün ve iki gece uyuyamadım. İlk defa üçüncü gün öğleden sonra iki saat kadar uyuyabildim. Daha sonraları da hep ilaç alarak uyudum. Annemin orada nasıl, ne durumda olduğunu düşünmek, büyük bir huzursuzluk yarattı bende. Tabi ki kolay değil. Her geçen gün daha iyiye gidiyorum. Zaman, her şeyin ilacı... Kırk gün oldu bile... Acım biraz azalır gibi oldu. Bitmez ya ana acısı, biter diyelim... İnşallah!'

_ 'Bitmeyen ne var? Ya da sonsuz? Her şeyin bitimi var. Her şey için birer vade tayin edilmiş. Her yaratılan ve yapılan ne kadar mükemmel!'

_ 'Zannetmeyin ki itirazım ya da isyanım var. Asla!.. Annem öldüğünde anladım gerçekleri. Gerçek'i o olayla gördüm. Aklıma geldikçe hamd secdesi yapıyorum. Size tuhaf gelecek belki ama o ölüm benim lehime oldu. Nereden bilebilirdim onun ölümünün benim doğumuma neden olacağını? Bütün bildiklerimiz, Allah'ın izin verdikleri...'

_ "Her hayrın içinde şer, şerrin içinde hayır vardır. Fakat siz bilemezsiniz." Anlamında bir ayet var, Kuran'da.

_ 'Kaç kere ameliyat oldu. Mide, safra kesesi, apandisit... Beyin sarsıntısı geçirdi. Ya felç olsaydı, nasıl bakılırdı, bu yaz sıcağında? Kolay mı? Kim bilir kaç yıl yatacaktı! Yatana da zor, bakana da... Yaşardı da o yaşamak onun için mükâfat mı, ceza mı olurdu? Ya aklını yitirseydi, sokaklara düşseydi? Hayatın bin türlü hali var. Hamd olsun ki tamamen sağlıklıyız, vücut ve akıl olarak. Birisinin kaybının bizi ne hale getireceğini düşünmek bile istemiyorum!'

_ "Biz isteseydik, sizleri ekinler gibi aynı zamanda yerden çıkarır, aynı zamanda yok ederdik. Birinizin ölümünü diğerlerinize gösteriyoruz ki hisse kapasınız."anlamında da bir ayet var. Ölüme gösteriyor ve ayağımızı denk almamız için uyarıyor.'

_ 'Bir ölümle, hele ailenizden birinin ölümüyse, tabut o kadar yakınıza geliveriyor ki!.. İşte beni altüst eden odur! Fakat iyi tarafı da var; hayatınıza çekidüzen veriyor, lüzumsuz her şeyden kendinizi soyutlayıveriyorsunuz.

_ "İnsanlara vaaz olarak ölüm yeter." demiş, Hz. Ömer.

_ 'Biraz da iç açıcı şeylerden bahsedelim. İyi ki varsınız. Sayenizde gezip eğleniyorum. Evde kapanıp kalacaktım yoksa. Yalnız gezilmiyor. İnsanın canı istemiyor, her şeyden önce.'

Konuşulanları dikkatle dinleyenlerden Halit söze karıştı:

_ 'Neşe, adın mı çağrıştırıyor, o her şeye rağmen her zaman gülen yüzün mü? Gerçekten... Şartlanmışım, seni görünce gülümsüyorum. Sonra da Pavlov'un köpekleri geliyor aklıma. Sağ ol. Hepiniz sağ olun, arkadaşlar. Hayatıma güzellikler getirdiniz. Arkadaşlığınızla, dostluğunuzla... Yardımınızla ayakta duruyorum ben de. Varlığınızla teselli oluyorum.'

Halit portre ressamıydı. O kadar çabuktu ki eli! On dakikada karakalem resim çiziyordu. Açık havalarda akademinin önünde oturur, her on dakikada bir resim yapar, devlet memurunun iki katı kadar para kazanırdı.

_ 'Halit, rica etsem, bir gün benim de resmimi yapar mısın?' dedi Neşe.

_ 'Memnuniyetle... Elim durmasın diye model arıyorum. Günde bir resmini çizmeye talibim. Ne dersin?'

_ 'Sahi mi? Neden ben? Başkalarını da çizsene...'

_ Gülen kız! Ben her gün bir kez seni çizmek istiyorum. Onları da çizerim. Karışma! Sen istiyor musun, istemiyor musun? Ondan haber ver.'

_ 'İstemez miyim? Koleksiyon yaparım. Ne güzel! Solmaz değil mi zamanla onlar?'

_ 'Güneş görmezse geç solar. Hepsini asacak değilsin ya...'

_ 'Ne zaman başlıyorsun?'

_ 'Ne zaman istersen...'

_ 'Parayı rahatça bulabilen veya kazanabilen çocuk okumaz.
Hazıra dağ dayanmaz ama yine de ailen denizin ortasında yalnız bırakmadı, çabalayarak kıyıya doğru gidişini dikkatle izledi, değil mi Halit? Bizde öyle oluyor da...' dedim.

_ 'Onların okuttuğu fakir çocuklar bile var. Fakat bana karşı acıma duyguları yok. Bunu iyiliğim için yapıyorlar. Ticareti öğrenmemi istiyorlar. Peygamber mesleğiymiş.

Hedefim, İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde okumaktı. Mutaassıp bir aileden geldiğim için nü model kullanımı nedeniyle müsaade etmediler. Bu okula girmemek için kapıları çarptım: "Ben burada kalmam! Seneye yine sınava gireceğim! İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuyacağım!' diye, neler ettim onlara!..

Pişmanım şimdi ama oldu bir kere. Onlar da: 'Bildiğini yap!' dediler. Ram oldum ama araya soğukluk girdi bir kere. İdare edip gidiyoruz işte. Fakat iyice güç durumda kalmadan para istemem onlardan.' Reyhan:

_ 'Benim ağabeyim de İstanbul Hukuk'u kazandı. Orada kalmak istemediği için kıyametleri kopardığı halde babam onu o fakülteye yazdırdı, yurda yerleştirdi, arkasına bile bakmadan Bursa'ya döndü ve dört ay boyunca telefonla aramadı, mektup yazmadı, yüz vermedi. Ağabeyim, dört ay sonra, sömestrde; mantıklı, makul ve sanki birdenbire olgunlaşmış bir genç adam olarak mutlu bir halde geri geldi.

Onun iki yaş küçüğü olan ağabeyim de aynısını yaptı. Kayıt için gittiklerinde babam ve büyük ağabeyi zapt edememişler. Anneme telefon etti:

_ "Anne, ben senin yanına geleceğim! Burada okumam!' diye tutturmuş. Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni harcayacak, belki de hayatını yakacaktı.

_ "Ne istiyorsun, oğlum? "demiş, annem.

_ 'Ağabeyimle babam: "Annen seni yanına istemiyor. Geri dönemezsin." dediler, bana.' demiş.

_ 'Yok öyle bir şey, oğlum. Senin orada kalman için demişlerdir.'

_ 'Beni istemiyor musun?"

_ "Nasıl istemem? Sen benim başımın tacısın. Senin için evimi kapatır, yanına gelirim! Her şeyi satar, sana yediririm! O öyle diyenleri de keser, sana yediririm! Başımın üstünde yerin var. 'Gel!' de, geleyim. Sen söyle! Ne şekilde ve nasıl istersen...'

_ "Beni istiyor musun?"

_ 'Evet!.. Bir anne çocuğunu istemez mi? O ne biçim söz?"

_ "İşte ben de bunu duymak istiyordum! Burada kalıyorum!'demiş.

İşte bu kadar basit... İnsanlar, sevgi ve ilgiyi buldukları yerde kalırlar.'

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 47

21 Haziran 2010 8-9 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar