Sevme Becerisi

Yıllar önceydi, sevme becerimi yeni yeni kazanmaya başlıyor, birini sevmek, birine güvenmek istiyordum. Zaten bu istek insanda oldukça, karşısına çıkan ilk kişiye kapılıverecekmiş gibi hissediyor.

Yılların sarhoşluğuyla yıllar sonra o çıktı karşıma. Onu sevmek istedim. Beni sevsin istedim. Hiç kimseye kapılmadığım kadar çok kalbimi ona emanet ettim. Türlü yanlış anlaşılma, hakaret, eziyet dolu günler geçip gidiyorken o bana beni sevdiğini hiç söylemedi ama ben onu hep sevdim. Bir başkasıyla olma ihtimâli bile beni öldürüyorken, onsuz yaşamayayım istedim. Yıllar yılları kovaladı, sürekli tersledi, selamını bile esirgedi. İnsan yerine dahi koymadı, işine geldiği gibi kaba saba davrandı. Çok sevildiğini biliyordu, çok sevilen her insan gibi o da egosuna zilleri taktırmış, oynatıyordu!

Sonra bir gün, yine işine gelmeyen bir konuşma geçti aramızda. Türlü hakaretleriyle beni bir kez daha ezebileceğini sanırken, benimle o zaman neden arkadaş olduğunu sordum. Bu derece tiksinerek baktığı, türlü hakaretler yağdırdığı insanla o vakit niçin arkadaşlığını sürdürüyordu?

Cevap veremedi, işine gelmedi. Onun yerine kolaya kaçıp arkadaşlığımızı bitirdi. Sevme becerisi kazanan herkes birilerine vurulur. Kimi dış görünüşüne aldanır, kimi kalbini güzel görür. Dış görünüşüne aldanmıştım. O kadar güzel gülüyordu ve o kadar güzeldi ki bakışları, oysaki sadece resmine vurulmuştum. Sesini yıllardır duymuyor, yüzüne yakından bakmıyordum. Uzak mesafeli bir ilişkiydi. Sesimi duyurmadığım için yıllar sonra benden intikam alıp, sesini duyurmamak için elinden geleni yapan biriydi. Yediği yemek, içtiği su gibi; dün gibi aklında tutardı yaşananları ve günü gelince intikamını almaktan çekinmezdi. Egosunu tatmin ederdi. Ben ise fotoğrafına bile tutulmakla kalmayıp, hayatımı ona feda etmiştim, bir gün ölmeden evvel bir gün o güzel gözlere yıllar sonra dahi olsa bakmak niyetindeydim. Başkalarından bahsettiğim için beni şıpsevdilikle suçlayan, arkamdan türlü işler çeviren, başkalarını ayartan, başkalarıyla çıkan biriydi. Gerçek aşkın ne olduğunu kendisi dahi bilmiyorken, türlü kafa karışıklığı varken, benim duygularıma karşı hassasiyetim ve kendimden emin tavırlarım onu korkutmuştu. Aramızda bir şeyler olursa ve anlaşamazsak bunu ailelerimize anlatacağımdan ve sonrasında doğacak olan olaylardan korkuyordu.

Sevmek nedir ki? Sonra ben onu düşündüm. Hep düşündüm. Onu düşünmemek için başkalarını düşündüm. Avuntu dolu kapılar açtım kendime, hiçbiri onun gibi olamadı. İnsan nasıl oluyordu da bir resime bu kadar çok bağlanıyor, resimde gördüğü, sevdiği insanı hayatı yapıyordu? Ondan gizli, onun hayatını takip ettim. Benden sonra yaptıklarına baktım. Yaşadıklarını okudum. Mutluydu, üstelik başkalarıyla yuva kurmayı düşünecek kadar beni unutmuştu. Sıranın kendisine ne zaman geleceğini,ne zaman evleneceğini merak ediyordu. Ben onunla aşk defterimi kapatmış, her şeyi yakmışken, o resmin sahibini yanımdaki insanlardan dahi çok seviyorken o bensiz bir hayat düşlüyordu. Aşk zalim bir oyundu.

Sonra bir gün, yüreğimdeki cam kırıklıklarıyla yaşayamaz olduğumu anlayınca, onun için bir daha ağlamayacağıma dair yemin ettim. Tüm cesaretimi toplayıp, ona onu sevdiğimi söylemiştim. Hassasiyetime önem verip duygularımı anlar gibi, arkadaş olarak gördüğünü, zamanın bize neler göstereceğini bilemediğini ve birbirimizi tanımamız gerektiğini söylemişti. Kırılmıştım. Gururum incinmiş, yerle yeksan olmuştum, paramparça olmuştum. Bir başkasından bahsedince, ona onu unuttuğumu kanıtlamak isteyince, bu sefer de şıpsevdi olduğumu, bana güvenilmeyeceğini, beni denediğini, adeta beni sevdiğini, artık bunun bir öneminin kalmadığını söylemişti.

-Artık bunun ne önemi var? Seni denemiş olamaz mıyım?

Aşk, bir deneme yanılma yöntemi değildi. Severdin, açıkça duygularını ifade ederdin, zaman isterdin, olmadığında iki gönlün de yara almaması temennisiyle vedanı ederdin. Asildi aşk. Boynu kıldan ince değildi acılara. Oysaki insanlar aşkı hep acıyla eş, sırdaş, yoldaş tutmuşlardı. Aşka acıyı layık görmüşlerdi.

"Seninle olmayabilirim. Ama başkalarıyla olma, hep beni sev" bencilliğini yaratmak, yaşatmak değildi aşk.

İstemediğini söylemişti, istemediğini söylerken başkalarına gitmemi de istemiyordu. "Ne seninle ne sensiz" durumunu yaşatıyordu ve bir gün ansızın işine gelmeyen bir mevzuda sırt çevirip gidiyor, kendince bir söz veriyor, bir daha da dönmüyordu.

O hayatına bakıyordu. Yaşıyor, flört ediyor, gülüyor, seviliyordu.

Ben darmadağın olmuştum. Parçalarımı toplamak, ondan geri almak için savaştım, ona ulaşmaya çalıştım, her bir çağrı, cevapsız bir çağrıydı.

Geri dönüşü olmadı. Ben de bir süre sonra onun istediği gibi, yalnızca kendimin suçlu olduğuna inandırdım kendimi. O sevmeyi bilmiyordu.

Bana bir çiçeği koklar gibi, bir gülü saklar gibi, anılara eşlik eder gibi, geçmişten bir parça bulurcasına sevecenlikle dahi yaklaşmamıştı.

Kaba saba olan davranışlarını hak ettiğim düşüncesindeydi. Ona böyle düşündüren, o büyük aşkımdı. Hiçbir zaman ondan nefret edemedim.

Bir resime âşık olmuştum. O resimdeki insana âşık olmuştum. Yıllar yılı sesini duymadığım, yüzünü yakından görmediğim, adımı kendisinden işitmediğim bir insana deli divane gibi âşık olmuştum. Ben hayalimdeki insana âşık olmuştum. Hayalimdeki insandı beni terk eden, hayalimdeki insandı beni yerle yeksan eden, gidip de bir daha dönmeyen...

Yüreğimde beslemiştim onu.

-Bilir misin sevgili? Aşka toz bulaşırsa temizlenmek ve temiz sevmek zor olur.

Bu kelimeleri anlayamazdı o, o böyle sevmeyi dahi bilemezdi.

Sonra gururumu topladım yerden, ufak cam parçaları hâlindeydi. Tıpkı benim gibi...

Beni büyütmelerine izin verdim. Aldım onları, bir daha onun için ağlamayacağıma dair, köpeğim dahi olsa önüne kemik atmayacağıma dair, onu aşkımla beslemeyeceğime dair yemin ettim. Ben de onun verdiği sözleri yıkarak, ezip geçerek, ondan daha büyük bir söz verdim.

Sevilmenin hazzını yaşamak için bencilce karşısındaki insanı hayatında tutmaya çalışan, iş sevmeye gelince korkak bir tavuk gibi kaçan biriydi.

Aşk nakış işi gibidir. Onu nasıl işlersen, yüreğine öyle döşenir.

Nefret biçmişti benden yana yüreğine, "Sev" desem de kâr etmezdi.

-Kulağında bensizliğin melodisini duyuyor musun?

-...

Çok yazık, kendi egosunun sesinden başka hiçbir sesi duymuyordu.

Bensizlik bile bu yüzden işlememişti. Ben o resimi yaktım.

Ancak o resimi yakarsam unutulacaktı. Ben o resimdeki, ama hayalimdeki insanı seviyordum.

Özlü sözlere gerek yoktu. Aynı limandan kalkmazdı hiç aynı düşler.

Onunla ilgili bütün düşlerim bir kazaya kurban gitmişti. Sevme kazası.

Her önüne gelen sevilmezdi. İnsan öncelikle kendisine çıkan yolların bilincinde olup, hayatı sevmeliydi.

Cevapsız bir çağrıydı ulaşamadığım dudakların, yalnızca yanağıma konduracağın öpücüğe dahi razıydım.

Belden aşağı vurdun, insafın da kalmadı, aramızda bir hukuk, mesele de...

-Ürkek aşkları bilir misin?

-Çok iyi bilirim. Ben korkağın tekiyim.

Hayalden öteye yolculuk ettiğimizde ancak o vakit korkağın teki olduğunu kabul ediyordu.

Aşk, cismine kapıldığın kişinin ismini de sevmekti. Adını duydukça hayat güzelleşirdi. Şimdi o isim her gün biraz daha fazla öldürüyor.

-Duyar mısın iç sesini?

-Ben onu sende kapattım. Duyduğum tek ses senin sesin...

Böyle bir cevabı verememişken, cevapları alamamışken bir başına sevmek, ızdırapların en beteriydi.

04 Kasım 2012 7-8 dakika 77 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar