Şimdi Kaybolma Zamanı

İğne deliğinden bile geçmeyi beceremeyen eğitimsiz sancılarıma ithaftır.



Aslında her şey, göğün inadı yüzünden başladı. Göğün; yerle, yer değiştirmek istemesiyle. -Yerle bir- olmak istemesiyle. Göğün yere, çılgınca bir tutkuyla öykünmesiyle. Belki de yıldızların gürültüsüydü göğü bu vazgeçilmez inat sürecine götüren. Ve belki de, bir kaç belki de daha sayabilirim; ancak şimdi değil. Şimdi kaybolma zamanı...


Öyle pis, leş gibi bir hücre işte içinde var olduğum simsiyah küp. Demir parmaklıkları bileğimin en ılık tarafında hissediyorum. duvardaki çetelelerin hepsi ömrümden aşırılmış günlere ait. Burada Salı ya da Pazarın hiç bir hükmü ve anlamı yok. Burada günler sadece unutulmak için varlar. Burada tek bir zaman kavramı var; o da duvarlara çizilen ağlamaklı çizgiler...

Bugün, daha doğrusu bu gece benim için çok önemli. Çünkü yarın yaşamla olan birlikteliğimin sonuna gelmiş olacağım. Yarın hep şu şiirlerimde sözünü ettiğim dar ağacıyla tanışacağım. Eğer öldükten sonra da yazma imkanım olsaydı, size en gerçek hislerimle o anı anlatmak isterdim. Ama böyle bir şeye fırsatım olacağını zannetmiyorum. Merak ediyorsanız söyleyeyim, insan apaçık ölümden korkuyor işte. Daha nasıl söylenir ki? Kim korkmaz kaybolmaktan. Hele de sonsuza dek. O yüzden ecelinizin kıymetini bilin. Benim ecelimse şimdi tam içimde; gırtlağımın tam ortasında; yutkunamayacağım kör bir noktada; affetmeyen bir yumru gibi saplanmış şimdimin en zavallı yerinde...

Böyle zamanlarda sizin dışınızdaki herkes talihlidir. Hep hayal edersiniz ölümden uzak insanları. Ve onları hayatınız boyunca imrenmediğiniz kadar gıpta ile düşlersiniz. Yaprakların yola halı gibi serildiği bir yolda, sevgilisinin elini tutmaktan avuçları terlemiş bir adam düşer aklınıza. Ya da tepedeki çiçeklerin arasında, iki elini şakağında dayamış umutsuz bir kadın. Aslında ne düşleyeceğinizi de şaşırırsınız; çünkü yürek korkunç ve acımasız bir telaş içindedir. Zaman kötü niyetli bir kum saati gibi, kumunu en yüksek ayarda akıtırken, siz düşlerinizin arasından en güzellerini ayıklamaya uğraşırsınız... Böyle bir durumda ölmek istersiniz ama ölemezsiniz. Tuhaf ve çaresiz bir şekilde Azraili boynunuzda hissetmek istersiniz. Biliyorum şu an pek az anlıyorsunuz beni; ancak ölüme bu kadar yakın olduğunuzda hissedebilirsiniz hislerimi.

Böyle anlarda bir mucize olur aslında. İstediğiniz her şeyi gerçekleştirebilirsiniz bir anda. En çok dinlemek istediğiniz müziğin tınısının bir anda kulaklarınızdan usulca süzüldüğünü hissedersiniz. En çok sevişmek istediğiniz kadınla, kendinizi bir anda yatağınızda sevişirken bulursunuz. Kaybettiğiniz bütün sevdiklerinizin, teker teker omuzunuza dokunduğunu görürsünüz. ve öldürdüğünüz tüm canların yüzleri siz istemeseniz de, gözünüzdeki perdenin önünde canlanır. Evet... Son cümlem sizleri şaşırttı değil mi? Peki o zaman, anlatmamın sırası geldi sanırım. Bundan bir ay önceydi...

İşimden nefret ediyordum ama yapmak zorundaydım. Mesleğimi de isteyerek seçmemiştim aslında. Önceleri sadece şiir yazan aylak bir şairdim. Ama bu işe zorladılar işte. Eğer yapmasaydım çok sevdiğim anne ve babamı öldüreceklerdi. Bana iki seçenek sunmuşlardı. Ya ailem ölecekti; ya da ben hiç bilmediklerimi öldürecektim. Kazanan ikinci seçenek oldu. Ve ben azrailin duygusal çırağı oldum bir anda. Neyse ki her öldürüşümde yüzümde maske vardı ve öldürürken ağladığım belli olmuyordu. Evet yanılmadınız. Ben profosyonel bir cellattım...

Öldürdüğüm insan sayısını gerçekten anımsamıyorum. Ama karşımda tir tir titren insanların yüzündeki son ifadeler hiç bir zaman çıkmadı aklımdan. Gözlerindeki o anlam... Ne yalvarır ne de yakarır ifadeler. Yaşamın gizine ait ne varsa sır olmaktan çıkan bakışlar. Bilemezsiniz. Öldürmeden bilemezsiniz.

Gelelim şimdi benim neden öleceğime. O gün... İşte o gün, o kadın... Yani şey...O kadın, sadece gözleri hariç yüzünü kapatan bembeyaz bir örtüyle; bana, darağacına gelirken daha, dizlerimin bağı çözülmüştü. O kadın... Yıllar boyu şiirlerimde bıkmadan üşendiğim çizdiğim kadındı. O an... İnanın bana, önce kaçıp gitmek istedim oradan. Fakat yapamadım. Sanki bir güç ayaklarımı yere mıhlamıştı. Hatta daha önce hiç görmediğim o kadına, kadınıma yazdığım son şiir geldi belleğime. Giderek bana yaklaşıyordu ve bedenim zangır zangır sallanıyordu heyecanımdan. Ve garip bir şekilde, gerçekten garip bir şekilde sadece gözlerime bakaarak ilerliyordu yanıma. Ölümüne. Belki de daha önceden bildiği ölümüne.

Darağacının hemen altında askerler kadınımın ellerini bıraktı. Bir süre etrafa bakındı. Hiç de üzgün görünmüyordu doğrusu. Göğü seyre daldı kısa bir süre. Derince kokladı havayı gözlerini kapatıp. Yere eğild, biraz toprak parçası avuçlayıp göğüslerinin biraz üstünde ovaladı. Sonra yine bana, yani gözlerime dikti bakışlarını. Gülümsüyordu. Bulunduğum yükseltiye çıkan tahta merdivenlerden büyülü bir kuş gibi kanatlarını usulca çırparak çıktı. Yanıma yaklaştı. O an ölebilirdim kokusundan. Kokusu... Onun için yazdığım her şiirde burnuma gelen o koku...

Yüzündeki beyaz örtüyü ağır ağır indirdi. O an düşüp bayılabilirdim. Ben rüyalarımda başka bir kadın görmemiştim ki. Yüzündeki gülümseme ise hiç dinmiyordu. Sonra sıkı sıkı kapattığı avucunu açtı bana doğru. Üzerinde bir şeylerin yazılı olduğu bir kağıt. Yüzlerce insan "öldür öldür" diye bize haykırıyordu ama bu durum doğrusu umurumda değildi. Açıp kağıdı okudum. İçinde benim ona, kadınıma yazdığım son şiir vardı. Beni tanıyordu sanki. Sanki değil beni çok iyi tanıyordu. Orada, oracıkta onu çılgınca öpmek istedim. Sanki bu şiddetli dugumun da farkına varmış olacak ki, elini dudağına götürüp sus işaretiyle beni engelledi. Sonra ağzından şu cümle çıktı sadece : "öldür beni, hadi öldür, ikimiz için öldür..."

O an... İşte zamanın benim için donuk kaldığı o an kımıldayamadığımı, hatta nefes alamadığımı hissettim. Ve aklıma gelen ilk hamlemi yaptım. Evet... Onu öldürmeden önce, ona yazdığım son şiiri yüksek sesle okuyacaktım herkese. Canı kan çeken herkese. Endişe ve ürkek bakışlarla bizi seyreden herkese...

"Göğün inadı karadır
göğün tutkusu
öykünerek dokunur
kadınımın düşüne
düştüğüne
kaybolarak düştüğüne
gök yere
yerle bir
olmak için biraz daha
gökte tomurcuk
yerde kanat açsın diye
kadınım
bir nefes parçası
rüyalarımda soluduğum"


Şiirimden okuduğum her cümle sonunda, kadınım biraz daha silikleşiyordu. Silikleşti. Kayboluyordu. Kayboldu. Uçuyordu. Uçtu. Uçtu. Uçtu. Uçtu. Uykuma kondu. Hücremdeyim...

Bu yalnızlık öyle güzel örüyor ki içimde kendi hücresini. Neyse ki pencerem benden yana. Penceremden içeri kadınım esiyor. Göğün inadına rağmen. Sonra bir cellat giriyor penceremden. Bir ölüm giriyor. Bir öykü giriyor. Kadınım kokuyor odam. Belki bir kaç şey daha. Ama şimdi değil. Şimdi kaybolma zamanı...

23 Mart 2016 6-7 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar