Soğuğun İçindeki Sıcaklık

Kar, şehir üzerindeki soğuk bir perde gibi sessizce düşüyordu. Sokak lambalarının solgun ışığında, yerde biriken kar tabakası garip bir huzur veriyordu ama dıştan görünen o beyazlık, içinde boğulanlar için sadece bir yanılsamaydı. Ayşe, ince ve sırtına yapışmış eski montuyla yana doğru eğilmiş bir ağaç gibi yürüyordu. Düşünceleri bir uçurtma gibi dağılmış, direklerinden kopan teller misali karmakarışıktı. Her adımı onu daha derinlere çekiyordu; ne gerçek bir varış noktası ne de bir çıkış vardı.

Bir bank buldu parkta. Oturdu, sanki orası dünyasıymış gibi. Elinde yine yanan ya da yanmayan bir sigara vardı. Yüzü solgundu; genç yaşına rağmen çizgilerle dolmuştu. Gözlerinin içindeki ışık neredeyse sönmüş gibiydi. Onun için günlerin rengi yoktu, gece ve gündüz hep aynı griye bulanmıştı. Kendi kendine konuşur gibi mırıldandı: "Bu kadar mı? Hayat bu kadar mı? Nereye savruluyorum?"

İşte o anda, Ayşe farkına bile varmadan yaşlı bir kadın oturuverdi yanına. Kadın, eski püskü bir pardösüye sarınmış, başında bir atkı sıkıca bağlanmıştı. Ama bu sıradan giysilere rağmen, gözleri derin bir bilgelik taşıyordu. Yüzündeki çizgiler, insana bir bilmeceymiş gibi geliyordu; sanki bu yüz, geriye bırakılmış hayat hikâyeleriyle oyulmuştu. Kadının gözleri Ayşe’ye bakarken içinde bir sıcaklık, hatta belki bir anne dokunuşu vardı.

Kadın, hiç acele etmeden çantasından bir termos çıkardı ve kapağını açarken karlı soğuk havayı hafif bir çay buharı sardı. Ayşe’ye doğru uzattı. "Al kızım, biraz ısın. Soğuk, dıştan vurur ama içerideki soğuk çok daha zordur."

Ayşe önce biraz tedirgindi. İnsanlarla iletişim kuracağı bir noktayı çoktan aşmış gibiydi, herkesten, hatta kendinden bile kaçıyordu. Ama kadının sesi tuhaftı; neredeyse buharlaşan bir geçmiş gibi ona yaklaşıyor, bir yerlere dokunuyordu. Titreyen elleriyle çayı aldı, bir yudum içti. Çayın sıcaklığı, boğazına yayıldıkça bir şeyi anımsatır gibi oldu: ev gibi, huzur gibi, hatırlaması zor ama unutmadığı bir şey...

Kadın sessiz bir süre ona baktı. Sanki Ayşe’nin içinde geçen fırtınaları tam olarak okuyabiliyordu. Sonunda, yumuşak ama kesin bir sesle konuşmaya başladı.

"Sen çok dolaşmışsın, belli. Ama yanlış yollarda yürümek ayaklarınla ilgili değil, yüreğinle ilgilidir. İnsan bazen gerçeklerden kaçtığını sanır, ama aslında kendini terk ediyordur."

Ayşe, kulaklarının hatırlamak istemediği bir şey gibi bu sözleri duydu, ama bunun bir anlamı olduğunu inatla hafızasının derinliklerinde bir yerden hissetti. Kadının ifadesi değişti, gözlerine bir tür gölge indi, geçmişten gelen bir bulut gibi.

"Ben de çok kaçtım zamanında," diye devam etti kadın. "Kaçmayı sevdim. Derdimden, üzüntüden, yalnızlıktan, dünyadan. Ama ökçemle bastığım toprak hep aynı kaldı. Hep kendime döndüm sonunda. Şunu bil: Kendinden kaçamazsın. Dilediğin kadar uyu... Dilediğin kadar gözlerini kapat... Ama aynaya bakmamak, aynanın var olmadığı anlamına gelmez." Hafifçe gülümsedi, ama bu gülüş bir zafer edasından değil, daha çok bir kaybedişin kabul edilmesinden doğuyordu.

Ayşe, bir şeyler söylemek istedi ama dudakları istemsizce birbirine kilitlenmişti. Kadın, onun bu sessiz çırpınışlarını görebiliyordu. Bir an sessiz kaldı, sonra başka bir konuya geçermiş gibi, ama sanki aynı derinliğe bir başka yolla dalacakmış gibi konuşmaya devam etti.

"Çay, buz tutmuş bir insan için bir kurtuluştur. Sıcaklığıyla. Ama unutma kızım, çayın sıcaklığı bir yere kadardır. O çay içilir, biter. O zaman ne yapacaksın? Kendini ısıtmayı öğren. Bir yol bulmayı öğren ve bu yolu senin gibi düşenlere de göstermeyi. İşte o zaman gerçek sıcaklık budur."

Ayşe, onun söylediklerini anlamak istiyordu, ama bastırılmış bir duygusal patlama göğsünde düğümleniyordu. Kadına sordu, hafif kısık bir sesle: "Peki… Peki ya ben? Eğer yolumu kaybetmiş ve dönmek için artık çok geç kalmışsam? İnsan nereden döneceğini bile unutmuşsa?"

Kadın bir süre sessiz kaldı. Sanki bu sorunun cevabı karşısındaydı, ama bunu söylemek çok ağırdı. Bir an sustu, sonra Ayşe’nin ellerine dokundu, elindeki sıcak termosu biraz daha sıkmasına yardımcı oldu.

"Bak," dedi. "Bir yol doğru ya da yanlış diye seçilmez. Ama gittiğin yol, seni kendinden uzaklaştırıyorsa, elindekileri, şu an hissedebildiğin sıcaklık gibi, kaybetmeye başlarsın. Hayat denilen şey, kaybettikten sonra yeniden kazanmaktır. Geç değil. Çünkü nefes alıyorsun—bu, başlamak için yeterlidir."

Ayşe'nin gözlerini yerden kaldırdı, kadının gözlerine baktı. Bu kadın kimdi? Bu kadar şeyi nasıl biliyordu? Onun hakkında nasıl böyle konuşabiliyordu? Ve neden bu kadar sakin, neden bu kadar kesin konuşuyordu?

Kadın doğruldu, pardösüsüne daha sıkı sarıldı. "Ben burada oturdum, bekledim," dedi Ayşe’ye. "Bir kadın bana eskiden geldiğinde böyle bir çay uzatmıştı. Ben de anladım: Eğer hayat bana çayı sunan o eli veriyorsa, yarattığı o aydınlık birisine aktarılmalı. Yürürsen, yol bulursun. Ama beklemezsen, göremezsin."

Sonra sessizce oradan uzaklaştı. Ayşe, o gidene kadar hiçbir şey söyleyemedi. Termos ellerinde hâlâ sıcaktı. Giderek kar yağışı hafifliyor, gece yerini yavaş yavaş gri bir sabaha bırakıyordu. Ayşe’nin içinde de bir şeyler titremeye başlamıştı. Bu, çok hafif bir umut olabilir miydi? Belki de, o kadının söylediği gibi, hiç görmediği bir başlangıcın ilk adımlarını atabilirdi.

Belki, sadece belki... Kendi soğuğunu ısıtmayı öğrenebilirdi.

19 Şubat 2025 5-6 dakika 15 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (8)
  • 2 ay önce

    Hayat güzel sürprizlerle dolu an gelir hiç tanımadığınız birisi sözleriyle umut eker derdinizi görüp anlayıp dinleyerek Güzel bir öyküydü okuduğum Serdar bey teşekkür ve tebriklerimle

  • 2 ay önce

    Gece yeniden soğur. Anlar geçer. İnsan bir başkasının verdiği sıcaklıkla yaşamayı öğrenemez; çünkü kalıcı olan, başkasının uzattığı alev değil, insanın kendi içindeki ateştir. Eğer insan içindeki ateşi körüklemeyi öğrenmezse, her yeni gün yalnızca daha uzun bir geceye dönüşür. Gelecek gelir, ama insan hazır değilse, o gelecek sadece geçmişin yankısından ibaret olur. Ve ölüm de gelir; ama ölümden önce ölen şey, insanın içindeki umut olur. O yüzden kaybolmak, gerçekten bir son değildir. Çünkü insan kaybolduğunu fark ettiği anda, aslında kendisini aramaya başlamıştır bile. Ve kendisini arayan biri, er ya da geç bir yol bulacaktır. Çünkü yollar, yürümekle var olur, ve insan, var olmaya karar verdiği an, yol da başlamış demektir.

    Tebrikler 🙏

  • Çok güzel bir yazı okudum Serdar bey, kaleminizden. Psikolojik yanı ağır basan, öğretici, düşündürücüydü. Yollar biter, yollar başlar. Kaleminize sağlık. Çokça tebrik ediyorum. Sevgiler, selamlar.

  • 2 ay önce

    Empati yapabilen, yaşam tecrübesi edinmiş bilge bir kadının yol göstericiliği, ne çok kıymetli. Genç bir insan, sevği ve umut ile, yeniden yaşama kazandırılıyorsa hele... Evet, her genç insanın, hayatta ihtiyaç duyacağı sıcak bir el, bir nefes...

    Tüm yalınlığı ve naifliğiyle, güzel bir öyküydü.

    Çok kutlarım, Serdar bey,

    Saygım ile.