Taşınan Ben miyim Yoksa Çocukluğum mu

Çocuk olmayı kendi mahallemde, kendi sokaklarımda, apartman aralarında sevmiştim. Her çocuk gibi,güvenli ve huzurluydum mahallemde. Arkadaşlıklar, paylaşmalar, sahte olmayan kavgalar ve barışmalar. Hepsinin tadı başkaydı. Her mahalle, sokak bir çocuğun kendi cennetiydi adeta. O güvenli cennetten ayrılmayı, yabancı sokaklarda,yabancı çocuk yüzleri görmeyi göze almak kolay olmuyordu çoğu zaman.Alışıldık yaramazlıklarımızın, hep bizim sokaklarımızda kabul edebilebilir olacağını sanıyorduk.

Belediyenin yılda bir uğradığı, asfaltı aşınmış yollara, taşlardan kaleler yapıp, arabaların seyrek geçip gitmesini umut ettiğimiz alanlarımızdı, futbolun neşesini düşmek pahasına paylaştığımız. Annelerimiz balkonlara, pencerelere çıkıp, ezileceğimiz korkusuyla, yürekleri ağızlarında, kontrol ederlerdi küçük bedenlerimizi. Bizse,daha henüz cesaretin yakasını bırakmamış, minik bacaklarımızla tehlikeye aldırmadan, eskimiş futbol toplarının peşinde koşardık. Bazen, öfkesinin altında, merhamet duygusunu gizleyen amcaların pencere camlarını indirirdik. Bazen de, sokağa bakan balkonlarda, henüz içerden gelen, 'Gidin başka yerde oynayın. Gürültü etmeyin, yollar tozlu çamaşırlarım kirlenecek.' serzenişleriyle, bağıran teyzelerimiz dağıtırdı, küçük kalabalığımızı. Korkudan evlerimize kaçıp saklanırdık. Etraf durulunca inadına futbol oynamaya devam ederdik.

Taa ki, akşam hava kararıncaya kadar, çocuk oyunlarının tüm coğrafyaya taşındığı gibi, bizim mahallerimize de uğradığı, aksiyonların içinden çıkmazdık. Annelerimiz 'Hava karardı. Bak baban işten gelecek. Çabuk eve gel. Beni kızdırma.'öfkesinin yumuşaklığına kadar sürerdi dönmeyişimiz.

Saklambaçları gündüz oynamak keyifli değildi. Bulmak daha basit geldiği için,akşamları oynamayı tercih ederdik. Oyundaki ebeyi şaşırtmak için, kıyafetlerimizi değiştirip, kuralları lehimize çevirirdik. Sobelenen arkadaşlarımızı kurtarmak uğruna kendimizce bulduğumuz bir çözümdü sadece. Mahalle bakkalına, ipi ayrı satılan ahşap topaçlar gelirdi. Üzerlerindeki özentisiz desenlerden sıkılıp, sulu boyalarımızla boyardık onları. Sanki gökkuşağını elimizde tutuyormuş hissiyle, topaçlarımızı fırlatırdık. Yine vazgeçilmeyen bilyeler tıkırtısında, her boş arazide bir kalabalık olurdu. Kazandıkça kendimize güvenimiz artar. Yeni oyuncular arardık. Naylon poşetlerde biriktirip eve dönerdik. Annelerimiz atmasın diye,binbir türlü kurnazlık girişimleriyle saklardık.

Dile kolay neredeyse 15 yıl... Hayatımın 15 yıllık kesitine şahitlik etmişti bu oturduğum mahalle. Kendi imkanlarıyla,oğlu Serkan abiyle birlikte, yapıp buzdolabında sakladığı eskimoları satardı Sevgi teyze bize. Limonlu, ananaslı, çilekli rengarenk çeşitli, buzlu dondurmaları. Cebimize giren yeni harçlıkları, onun kapısında tüketirdik. Yaz sıcağının kavuruculuğunda onun yaptığı eskimolar imdatımıza yetişirdi.Yine anne uyarısı,bizi gördükleri an, kulaklarımızda çınlardı. Peki umursar mıydık? Hayır... Çünkü biz çocuktuk. Hasta olma, yaramazlık yapma, hata yapma hakkımız vardı. Bunun arkasına sığınırdık, bile bile, korka korka olsa da.

Mahallemizin hemen dışında bir park vardı. Salıncaklardan birinin olmaması, kaydırağın pas tuttuğu, tahterevallinin oturulacak yerlerinin kırıldığı, yıllara ve bakımsızlığa terkedilmiş bir park. Ama o park, çocukların asla ihmal etmediği, eğlencenin bizim yaratıcılıklarımızla sınırsız olduğu, hani o bozuk oyuncaların, bizler tarafından nasıl efektif kullanıldığı gerçekten başlı başına ayrı bir serüvendi. Her şeyden eğlence çıkarabilmek o bünyelerimizde, kafalarımızda daha kolaydı. Çünkü etraftan ayıplar, yadırgar bakışlar yoktu. Ya da buna aldırmıyor, istediğimiz çılgınlığı yapıp eğleniyorduk işte...

Okulu astığımız zamanları, atari salonlarında değerlendiriyorduk. Veli toplantılarında, öğretmenlerimizin bizi annelerimize şikayet edeceğini aldırmadan. Jetonları makinalara atıp, zaman kavramını unuttuğumuz anları hatırlıyorum. Her yerden, heyecanın tırmandığı, bağrışların yükseldiği, çocuk hevesiyle makina kollarının zorlandığı hengameleri. Atari salonundan dışarı adımımızı attığımız an,havanın karardığını ancak anlamış olurduk. Eve doğru hızla koşardık. Babalarımızın azarını işiteceğimizi düşünerek titreyen adımlarımızla. Evet zaman kavramı unutulurdu...

Şimdi göze almaktan korktuğumuz, içimizde yapamadığımız şeylerin, biriken hevesleriyle yaşıyoruz. En azından ben öyleyim.15 yıl...'Bugün taşınıyoruz. Buna inanmak istemiyorum. Nasıl taşınırız? Neden gidiyoruz ki? Yaz tatilini burada geçirseydim en azından. 'Bu düşüncelerle, evimizi boşaltıyorduk. Apartmandan aşağı inerken, bacaklarım geri geri gidiyordu. Derken nakliye aracı, apartmanınızın önünde görüldü. İçimdeki hüzün, kamyonun çalışan motor sesinin, kapanmasıyla, daha da derinleşti. İşte evimizin önünde durmuştu. Benim çocukluğum da, evden çıkarılan eşyalar gibi,kamyonun arkasına, soğuk karanlığa gömülüp gidecekti. Apartman pencerelerinde beliren komşuları gördüm. Annemin kendisini ziyadesiyle sevdirmiş olduğunu, o gün daha iyi anladım. Hepsi el sallıyordu bize. Bu teselli etmedi beni ve annemi tabi. Annem onlarla çok önceden vedalaşmıştı. Bense vedaları sevmediğim için arkadaşlarıma söylememiştim taşınacağımızı. Ama onlar, kamyonun arkasında tek tek belirmeye başladı. Neredeyse hepsi gelmişti. Hepsiyle vedalaştım. Ali, Murat, Mehmet, Şahin, sınıf arkadaşlarımın bazıları ve nice birlikte, ağaç dallarından, serum lastikleriyle sapan yapıp, kuş avlamaya çıktığımız, masum takım arkadaşlarım... Hepsiyle, bir çocuğun paylaşabileceği, yaşayabileceği, en deli dolu zamanları yaşadık. İçlerinden bazılarıyla kavga edip küsmüştüm. Ama artık ne önemi vardı ki? Hiçbir şey sahte değildi. Birbirimizi kırıp üzsek de, içten pazarlıklı olmadan, menfaat amacı güdmeden barışmıştık işte.

Tüm eşyalar nakliye aracına yüklendi. Ben ve kardeşim, kamyonun arkasına, eşyaların boşluğunda, rahatsız edici paslı kasaya binmiştik. İçimdeki öfke ve hüzün karmaşası, yerini gözlerimden akan damlalara bıraktı. Oysa ağlamaktan hiç hazzetmezdim. Ve bir gün bunun için ağlayacağımı, hiç düşünmemiştim. Nakliye aracına mı öfkeliydim? Ev sahibimize mi yoksa kendine mi bilmiyordum. Ama gitmemizi öylece seyrediyordum. Elimden bir şey gelmiyordu. Araç uzaklaştıkça, belki hiç göremeyeceğim arkadaşlarımın yüzünü seçemez oldum. Sadece,'Güle güle gidin. Bizi unutma.Telefon edersiniz. Belki yeniden bir araya geliriz.'cümleleri eşliğinda arkadaşlarımın ve komşularımızın son sözleri, kulağıma yerleşmişti. Artık uzaklaştığımıza göre, hıçkırarak ağlayabilirdim. Ama başımı çevirip kardeşimin yüzüne baktım. Ağlamamalıyım dedim. Onun yanında soğukkanlı olmalıydım. Ve nihayet hızlanan aracın sürati, benim çocukluğumu da koparmıştı.Artık geriye dönemeyeceğim mesafeleri arşınlamıştı.Her tekerlik izi, sanki kalbimin üzerinde, yere yığılmış dizlerimin üstündeki,ağlayışımla dalga geçiyordu, etrafımda dönüp, beni parmağıyla işaret eden yaramazlar veletler gibi. Yeni evimize geldiğimizde, memnuniyetsiz yüzümü çevirdim,boş odalara. Burayı hiçbir zaman sevemeeyeceğimin inanmışlığında, eşyaları yukarı taşıdım. Taşınma işi bitmişti. Kendimi yüzüstü kanepeye atıp, ertelediğim hıçkırıkları özgür bırakmıştım. Düğümlenen boğazımda,içimden söylendiğim sitem sözcükleri, yorgun düşürdü beni. Arkadaşlarımın tek tek yüzünü, onlar da yaşadığım, hatırlayabildiğim her anı, gözümün önüne getirdim,başımı kaldırıp. Sonra uyuyakalmışım. Annem yemek için uyandırdığında, yeni, bu soğuk, yabancı evin bana düşen odasında, bir müddet düşündüm. Buna razı olmalıydım. Burada yeni bir başlangıçtan başka şansım yoktu. Ve galiba artık çocuk olmaktan vazgeçmeliydim. Çünkü hayat tokat gibi yüzüme, büyümenin gerçekliğini savurdu. Eşyalarımız gibi, tıpkı bende, yeni evimizde sesimi çıkarmadım ve bir köşesini kabullenip sevmeye çalıştım. Yeni olan her şeyi kabullenmişlikle birlikte. Ondan sonraki taşınmalarımızın bir anlamı olmamıştı. Her gittiğimiz yerde, artık beklentilerim, yaşamayı ümit ettiğim şeyler başkaydı. Çünkü,benim için yer ve zamanın bir önemi kalmadı. Büyüdüm ve başka telaşların, benden uzaklaşan çocuk cesaretimin yoksulluğunda hayat mücadelesinin basamaklarını çıkıyordum birer birer.

O mahalleye hiç dönmedim. Şimdiki konuklarını, değişen yenilenen yüzünü görmek istemiyorum. Arkadaşlarımın orada olmadığı fikriyle yüzleşmek istemiyorum. Artık o mahalle ve ben aynı değiliz. Değiştik,değiştirilmek zorunda kaldık. Zamana ve kaderimize boyun eğdik. Şimdi mutlulukları da,korkuları da, üzüntüleri de katıksız, duru yaşamıyoruz. İçinde, hep büyümenin ve değişmenin anlamını azalttığı bir masumluk var. En fazla bu kadar masum işte her yeni yaşanılan gerçekler. Üzerine oynadığımız bu oyunda, tıpkı boşalan mahallelerimiz gibi, korunan,saklanan ve hiç bozulmayacak sandığımız, büyülü maskesini düşürdü. Çirkinleşti ya da yaşlandı, hantallaştı, kızdı, ağladı, eskidi,sindi ve daha nice terkedilmişliklere sahne oldu. Nakliye aracı gibi ömür de. Hayatınızı her yol ayrımında insafsızca makaslıyor. Kesip atıyor. Oysa ne ironiktir ki, varsaydığı kangrenli kısmı,bazen kesip atılan değil, kurtarıldığını düşündüğü geri kalanlar oluyor... Çocukluğum taşındı. Sırada gençliğim var. Ya da bilmiyorum sıradaki her neyse işte...

07 Nisan 2012 8-9 dakika 7 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 12 yıl önce

    yaşlı gözlerle çocukluğuma gittim... tebrikler harikaydı.

  • 12 yıl önce

    Teşekkür ediyorum güzel yorumunuz için Berna.Öykünün çocukluğunuza tesadüf etmesi beni sevindirdi.Sanırım aynı çocukluğa sahip,ya da buna benzer başlayıp bitişleri taşıyoruz.Katkınız için tekrar teşekkür ediyorum.Sevigler,saygılar.