Top

Lastik toplar üretiyorlar. Kucağımın zor aldığı kadarından avucumun içi kadarına kadar var. Lastik kokuyor. Deliğini; içerden, nohut kadar yumuşak lastikle kapatıyorlar. Yeni alındığında çok zıplıyor. Giderek havası azalıyor, iyi zıplamaz oluyor. Sonra da oynanamaz oluyor. Alfabede: 'BABA BANA TOP AL.' var. Ezbere hepsini okuyorum. Babam:

'Sana ne alayım?' derse:

'Baba bana top al!' diyorum. O da topallıyor:

'Al sana bir adet topal...' diyor, gülüyor.

Babamın geldiğini gördüğüm ya da duyduğum zaman, gardıroba giriyorum, saklanıyorum ve konuşmaları dinliyorum. Kapıdan girer girmez beni sorar. Acaba yine soracak mı? Beni çok seviyor mu? Ya sormazsa? O zaman kıyameti koparırım!..

'Kız nerde?' diye soruyor. İlk sözü o! Acaba bana ne getirdi? Ne getirdiyse getirdi. O, önemli değil. Beni sordu ya... Seviyor ya... Oh!.. Saklandığım yerden çıkmıyorum. Arasın da bulsun! Bekliyorum. Annem:

'Evde... Saklanmıştır bir yere.' diyor. Âdeti ya, hemen lavaboya gidiyor. Ellerini yıkamıştır. Şimdi gelir. Havlusunu alacak. Dolabı açacak. Onu korkutacağım! Ayak seslerini duyuyorum. Dolap karanlık. Annemin elbiseleri asılı... Siyah renklisini başımdan aşağıya örttüm. Şimdi gelir. Dolap kapısı gıcırdıyor. Dibinde tortopum. Göremiyor:

'Semiray!' diyor. Sesimi kalınlaştırarak:

'Ö! Ne var?' diyorum aniden önüne zıplayıp. Ödü patlıyor!..

'Ay!.. Yüreğim ağzıma geldi! Ne o öyle Yecüc Mecüc gibi? Ecinni seni! Gel bakayım buraya!' diye kucağına alıyor. Beraber yemek yiyeceğiz yine, anlaşılan. Mutfağa götürüyor. Anneme anlatıyor olanları. O da gülüyor:

'Yer cücesi! Bildiğini bilmiş, pişirdiğini yemiş yok! Öldürecek bu kız beni!' diyor.

Sol dizi benim yerim. Bir kendisi yiyor, bir bana yediriyor. En keyifli olduğum dakikalar... Bir de tekir kedimiz var. Onu hiç kimse sevmiyor. Bize alışmış, gitmiyor. İsim bile koymadık. Zaten bir şeye benzemiyor. Yaşlı bir erkek kedi... Babam 'Tekir' diyor, sadece. Kimseden yüz bulamıyor, babam çok merhametli ya onun ayaklarına sürtünmeye başlıyor. O da beni indiriyor. Yemeğini öylece bırakıyor, soğusa da. Bir tabağa ekmek ufalıyor. Yemeğin suyundan koyup, papara yapıyor ve mutfak kapısının dışındaki betonun üzerindeki yemek kabına boşaltıyor. Sonra tekrar oturuyor, kucağına beni alıyor, yemeğini yemeye, bana yedirmeye devam ediyor. Onun cennetlik olduğunu düşünüyorum. Annem:

'Hınzır kedi! Muzır kedi! Akşama kadar gezer dolaşır, tam senin eve geleceğin zaman, neredeyse bulunur, gelir. Allah'ın cezası! Rahat vermiyor sana! Az önce gelse, doyururum onu ben. Yok, tam sen geldiğinde teşrif edecek!' diye söyleniyor.

Herkesin babası nasıldır, bilmem. Hırsızı var, uğursuzu var, ayyaşı var, sarhoşu var, kumarbazı var, namussuzu var. Benim babam melek!..

'Bana top aldın mı?' diyorum.

'Sabah topaldım ya...' diyor, gülerek.

'Topal değil, top, top...'

'Top top patiska... Kar beyaz...'

'Kar, zaten beyaz. Top aldın mı?'

'Aldım da getiremedim.'

'Neden?'

'Çok ağırdı. On adam ancak taşıyabilir.'

'Ya? Olur mu? Hafif... Çok hafif... Sen tek parmağının ucunda tutuyorsun ya...'

'Ramazanda patlayana ne deniyor?'

'Top...'

'Hah! İşte ondan aldım. Yerinde kaldı. Getiremedim. Seni ona götüreceğim. Gelir misin?'

'Sahi mi? Nerde?'

'Gideceğimiz yerde...'

'Ya benim topum?'

'Dolabın içindeydi o... Orada top olmuştun ya... Tortop...'

'O başka...'

'Git bak bakalım sen orada mısın hala öyle, tortop?'

'Buradayım.'

'Orada ne var o zaman?'

'Bilmem.'

Git bak bakalım!' der demez ok gibi fırlıyorum! Dolabın kapağını açıyorum. Hiçbir şey yok. Elimle yokluyorum. Benim saklandığım yerde bir sertlik... Yuvarlak... Top!.. Topum!.. Kocaman!.. Kucağım kadar!.. Nasıl oynayacağım ben bunu? Çok ağır!.. Fakat çok güzel!.. Kırmızı yeşil... Lastik kokuyor. Silgi gibi... Koşarak mutfağa gidiyorum! Babama sarılıyorum! Öpüyorum, öpüyorum, öpüyorum...

'Nereden geldi bu oraya?'

'Annen sakladı. Sadece sen mi saklanırsın?'

'En kocamanını almışsın! Benim kadar. Bak. Ben top gibi olduğumda onun kadarım. Patlamasa!.. Hiç patlamasa!..'

'Her şeyin bir ekonomik ömrü var. O da patlayacak ama tekme atmazsan, futbol oynamazsan, dikkatli kullanırsan çok dayanır.'

'İnsanın da öyle... Belli bir süre yaşama hakkı var. Vücudunu iyi korur, sağlığına dikkat ederse, vadesi gelinceye kadar dertlerden uzak, mutlu yaşar.' diyor annem.

'Vakit gelince de beden bir yerinden patlıyor. Top gibi... İşlevini yapamaz oluyor. Ecel, kaçınılmaz son!' diye tamamladı, babam.

Ben hayatı bilmiyorum. Ölümü hiç bilmiyorum. Hayat Düzlük, ölüm ev... Olsa olsa bu... Birinde nefes nefese koşmak, gülmek, eğlenmek; diğerinde yemek yemek, uyumak var. İkisi de sıkıcı... Karnım acıkmasa hiç yemek yemeyeceğim! Zaten çoğu zaman ben bilmiyorum ki acıktığımı. Asabi oluyormuşum o zamanlarda, birileri teşhis koyuyor. En çok da çokbilmiş ablam...

'Bunun yemek saati geldi. Nasıl sinirli, baksana! Hemen bir şeyler hazırlayalım, yesin, sakinleşir o zaman. Acıktığını bilmiyor.' diyor.

Zamansız acıktıysam, alelacele bir yumurta kırıp, önüme getiriyorlar. Gerçekten de çok aç oluyorum yemek gelince. Nazlanmadan, canavar gibi çarçabuk yiyip bitiriyorum. Midemdeki hafif hafif yoklayan sancı geçiveriyor. Kendimi, mutlu ve sakin hissediyorum.

Birisi eve gider elinde ekmekle dönerse aklıma geliyor, acıktığım ama hiç oyunu bırakıp da eve gitmiyorum. Aklım yemekte değil ki! Oyunda... Acıktığımı fark etmiyorum bile! Üşüdüğümü de... Hava serinleyince, özellikle akşamüstleri, Şermin bir ceketle Düzlük'e geliyor, kollarıma dokunuyor:

'Üşümüşsün sen! Buz gibi olmuş kolların! Hiç farkında değil misin? Hasta olacaksın!' diye söylenerek ceketimi giydiriyor.

Ceket giymeyi sevmiyorum. Sıkıntı veriyor. Rahatça hareket edemiyorum, açılıncaya kadar kolları dar geliyor, sıkıyor, kollarım yoruluyor. Pantolon da öyle... İkisi de geniş olmalı... Bunu söylediğimde:

'Onun burada çaresi var. Zamanla bollaşır, sıkmaz olur. Allah kabir genişliği versin! Onun hiç çaresi yok!' diyor, bitişiğimizdeki komşumuz Hikmet Hanım.

Tam anlayamıyorum. Onlar annemle aralarında konuşuyorlar. Kulak misafiri oluyorum. Annem:

'İlle namaz!.. İlle de namaz!..' diyor.

'Namaz, yolda komaz!'

'Peygamber Efendimiz kızına: 'Ya Fatıma! Namaz kıl!.. Seni, ben bile kurtaramam!..' demiş.

'Ey kabir! Sıkma!.. Hazreti Muhammet Aleyhisselam'ın kızı Hazreti Fatıma geldi!' demişler: 'Sıkacağım!..' demiş. Kabir sıkar!'

'Önce sıkmalı tabi ki sonraki ferahlığın farkını tam olarak anlamamız için ve refahın keyfini çıkarmamız için. Müslümanlar için genişleyecek. Burada sıkıntıya girenler, orada sıkılmayacak.'

***

28 Aralık 2011 6-7 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar