Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk 11

Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk  11

Bölüm XXIX – Zamanın Suskunluğunda

Lir’kha Geçidi kapanalı çok oldu. Gökyüzü orada artık yıldız doğurmuyor, rüzgâr yönünü unutan bir çocuk gibi savruluyordu. Ve Ruh Aynası... Bir zamanlar Alp’in önünde parlayan özün yansıması, şimdi sessiz bir mezar gibi duruyordu. Ama içeride... zaman hâlâ dönüyordu. Çemberin içindeydi Alp. Ne ileri gidebiliyor, ne geri dönebiliyordu.

İçeride: Özün Sessiz Yankısı

Alp boşlukta yüzüyordu. Ayaklarının altında toprak yoktu, başının üstünde gökyüzü yoktu. Her şey… kendisinin yankısıydı. Bir ses her yerdeydi ve hiçbir yerde değildi: “Ben, senin seçmediğin sensin.”

“Ben, terk ettiğin sesim.” “Ben, korktuğun hâlinim.” “Ben, susturduğun özüm.” Alp her adım attığında, karşısına bir benliği çıkıyordu: 

– Bir zamanlar yolun başında hayranlıkla inandığı ama sonra şüpheyle bastırdığı çocuk Alp,

– Marethi’ye karşı duyduğu gizli öfkeyi taşıyan kayıp Alp,

– Saphira’nın merhametine rağmen için için karanlığı besleyen gizli Alp.

Her biri aynı şeyi soruyordu: “Bizi inkâr ederek nasıl bütünleşeceksin?” Alp bu soruya cevap veremiyordu. Çünkü o da bilmiyordu. Ve orada… Ruh Aynası’nın içinde… kendinden kaçtığı her an, şimdi onun önüne dikiliyordu.

Dışarıda: Bekleyenler

Sethsuna, Lir’kha Geçidi’nin kapısında diz çökmüştü. Gök mavisi tüyleri solgundu. Kanatları açık ama yorgundu. Alp’in kaybolduğu ana dek ilk kez, o da sessizdi. Sais’in gözlerinden duman yükseliyordu. Saphira ağlamıyordu, ama gözleri boşlukla doluydu. Sarah, tek kelime etmemişti, ama hiç bu kadar hareketsiz olmamıştı. Samara, ışığını kısmıştı sanki içinden bir yıldız sönmüştü. Hepsi Alp’in yokluğunu hissediyordu. Ama hiçbiri gitmedi. Çünkü Sethsuna fısıldamıştı: “Zaman bükülür. Ruh kaybolur. Ama öz, sesini hatırlarsa… geri döner.”

Sethsuna’nın Çağrısı

Gece geçidi sardığında, Sethsuna ayakta doğruldu. Gözlerini aynaya değil, göğe çevirdi. Ve uludu. Bu bir haykırış değildi. Bu bir çağrıydı. “Ey Yaradan… Eğer onun seçilmişliği unutulmuşsa, Hatırlayan biz olalım. Eğer onun özü karanlıkta kalmışsa, Işıkla biz dokunalım. Ama lütfen…Onu bize geri gönder.”

-------------------------------

Bölüm XXX– Ruh Samira'nın Doğuşu

Gümüş Kanatlı Sessizlik

Kalbinin merkezinde tarifsiz bir boşluk dolaşıyordu; bir özlem, kaynağını bile bilmediği bir çağrı. Ve o an… gökyüzü yarıldı. Ayna kırılmadı ama yukarıdan bir ışık döküldü. Sessizliğe karşılık gelen ışığın sesi indi yeryüzüne. Göz kamaştırıcı ama yakıcı değil. Işık değil… his. Gökte süzülen bir varlık belirdi. Bir at… ama sıradan bir at değildi bu. Gövdesi ay ışığıyla dokunmuş gibiydi. Tüyleri gümüşümsüydü, kanatlarıysa altın ve gümüşün eriyip birbiriyle seviştiği renklerdeydi. Uçarken etrafa ne toz ne duman saçıyordu; sadece kokusuz bir sıcaklık… bir huzur yayıyordu.

Bir Tulpar’dı bu. Ama sadece göğe ait değil, kalbe de aitti. Ve onun adı Samira idi. Alp, gözlerini kapatmak istedi. Gözleri yaşla değil, ışıktan yanıyordu. “Ben… kimim şimdi? Geriye ne kaldı?” diye fısıldadı. Tulpar yere inmedi. Samira, onun yüreği hizasında, havada süzülerek konuştu. Ama ses, kulaktan değil… ruhtan geldi: “Alp… kalbinin seni çağırdığı yerdeyim. Ben, seni sevilmeye layık gören yanınım. En çok bastırdığın ama en çok beklediğin parçanım.”

Alp başını eğdi. “Seni neden daha önce hissetmedim?”

Samira usulca yaklaştı. Kanatları sanki gökyüzünü öpüyordu.

“Çünkü sevgi, sadece vermekle var olmaz… Almakla, kabul etmekle tamamlanır. Sen herkesi sevdin, ama kendini hep en sona koydun. Oysa sevgi kendine dönmeyince, kimseye ulaşamaz.”

Alp bir anlık sessizlikle baktı ona. “Peki sen… neyle var oldun?”

Samira’nın gözleri yıldızlarla konuşur gibiydi. “Ben, yaratımın ilk fısıltısıyım. Aşk, varoluştaki ilk harekettir. Ben ilahi olanın sevgisiyim… ama insanda tecelli ederim. Ben karşılıksız olanım. Beklemeyenim. Sadece akıp gidenim. Senin kalbinin ucundaydım hep… ama kendin görmeden ulaşamazdın bana.”

Alp dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerinden yaşlar döküldü ama bu kez acıdan değil. Bir kabullenişin, bir iç barışın yaşlarıydı. İlk kez kendisini sevilmeye değer biri gibi hissetmişti. Savaştığı gölgeler, çıktığı dağlar, geçtiği aynalar… Hepsi yalnızca bu an içinmiş gibi. “Ben eksikmişim, değil mi?” dedi Alp, başını kaldırmadan.

Samira yaklaştı, başını Alp’in omzuna koydu. Ama bu bir Tulpar’dı… onun dokunuşu bir yumuşaklık değil, bir vizyondu.

Alp birden rüyaya düşer gibi oldu… Kendini çocukken bir kayanın üstünde otururken gördü. Yanında kimse yoktu. Sonra bir kadın figürü — annesi — elinde bir çiçekle çıkageldi. “Bu çiçeği sev,” dedi annesi. “Ama kendin olmadan sevme. Yoksa solarsın.” Ardından Alp büyüdü. Tüm yolculuğu gözünün önünden geçti. Sais’in alevleri, Sarah’ın karanlığı, Sethsuna’nın toprağı… Ama o diz çöktüğü her savaşta hep kendine uzak kalmıştı. Ve en son… Samira, vizyonun içinden geçti. Onunla birlikte gökyüzü gülümsedi. Samira, Alp’in kulağına son kez fısıldadı: “Ben senin varlık gücündeki sevgi tohumuyum. Düşüncelerin yalnızca söz değil… Eğer sevgiyle dokunursa sonsuza karışır. Ve sen artık bunu bilerek düşleyeceksin. Çünkü ben içindeyim. Sen kendini sevdiğinde, evren de seni hatırlar.”

Ruh Aynası çatladı ama bu kez Alp’i hapseden değil… Özünü açığa çıkaran bir doğum gibiydi. Ve Samira, gümüş-altın kanatlarını göğe çırptı. Ama gitmedi. O, artık Alp’in ruhunda bir kanat olarak kalacaktı.


02 Temmuz 2025 5-6 dakika 19 öyküsü var.
Yorumlar