Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk 2

Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk  2

Bölüm IV – Kayıp Hafıza, Kadim İz


O sabah her şey olması gerekenden biraz daha sakindi. Kuşlar sanki daha yavaş ötüyor, zaman daha yumuşak akıyordu. Alp, uyandığında içinde garip bir his vardı: bir yere gitmesi gerektiğini biliyor ama nereye olduğunu bilmiyordu. Kahvaltı sırasında, elini sıcak çay bardağının üzerine koyduğunda aniden bir görüntü gözlerinin önünden geçti: Kumla kaplı bir ova. Gökyüzünde kıpkırmızı bir güneş. Ve taşlara kazınmış, tanımadığı ama kalbinde yankı bulan bir yazı: “Gözcü, uyan. Zaman yeniden kıvrıldı.”


Alp nefesini tuttu. Gözlerinin önüne gelen bu görüntü bir hayal değildi. Bu, geçmişten gelen bir çağrıydı. Akşam Sais yeniden göründüğünde, Alp sordu: “Ben bir Gözcü müyüm? Bu kelime neden içimde yankı buluyor?” 

Sais başını eğdi. “Sen geçmişte birçok hayat yaşadın. Ama hepsinde bir tek ortaklık vardı: Sen gözcüydün. Unutulmuş olanı hatırlayan. Sessizliği duyan.” Alp, titreyen sesiyle, “Neden şimdi hatırlıyorum?” diye fısıldadı. "Çünkü zaman yeniden büküldü. Çünkü kadim olan bilgi seni çağırıyor. Ve çünkü, unutulan uyanmak üzere…” 

Sais bir kanat hareketiyle gökyüzünü yarıp bir görüntü açtı: Eski bir tapınağın yıkıntıları. Yerlere dağılmış taş tabletler. Ve o taşların üzerinde aynı yazı tekrar tekrar kazınmıştı: “Alp – Gözcü – Kırmızı Ateşin Varisi”

Alp, içsel bir ürpertiyle ayağa kalktı. O an karar verilmişti. Yolculuk başlamalıydı. Fiziksel olarak bir yere gitmeli, ama aynı zamanda ruhsal geçmişinin izini sürmeliydi. 

Sais ona ilk yönü verdi: “Rüyanda gördüğün taş, bu dünyada da var. Doğunun unutulmuş sınırlarında, Zerdûra Dağı'nın eteklerinde. Oraya git. Orada seni bekleyen bir parça var. Bu parçayla bütünleşmeden ne geçmişini anlayabilirsin, ne geleceğini kurabilirsin.”

Bir Geçmişe Açılan Kapı 

Yola çıkmadan önce Alp, bir defter aldı. Bu yolculukta gördüğü her rüyayı, her işareti, her sesi yazacaktı. Çünkü Sais ona şöyle demişti: “Hatırlamak bazen yeniden yaşamak değil, sessizce tanıklık etmektir.” 

Alp yola çıkmadan bir gece önce, son bir rüya gördü. Bir zamanlar yüksek bir kulede duruyordu. Kule ateşten yapılmıştı. Altında binlerce insan toplanmıştı ve hepsi gökyüzüne bakıyordu. Onlar bekliyordu. Alp ise, kulede ellerinde bir taş tutuyordu. Taşın içi kıpkırmızıydı. Ve biri ona şöyle diyordu: “Taş, hatıradır. Hatıra, yolun kendisidir. Ve sen, yolun kendisisin.”

Yolculuk Başlıyor

Sabah, Alp sırt çantasını aldı. Çok az şey koymuştu içine: birkaç giysi, defteri, bir pusula ve Sais’in her zaman görebileceği bir yer için kırmızı bir tüy. Sais, gökyüzünde belirdi. "Zaman çizgisi seni bekliyor,” dedi. “Ama unutma: bu yol düz bir hat değil. Dönüşe değil, dönüşüme çıkıyorsun.” 

Alp yürümeye başladı. Her adımda, ayaklarının altındaki toprak sanki tanıdık geliyordu. Sanki daha önce bu yolları bin kez yürümüş gibiydi. Ama artık sadece geçmişi değil, kendi kaderini de arıyordu.

--------------------------

Bölüm V – Suların Çağrısı ve Saphira 

Zerdûra Dağı’na doğru ilerleyen Alp, yolun üçüncü gecesinde derin bir ormanın kenarında kamp kurdu. Ateşin etrafına oturduğunda, içine tuhaf bir huzur yerleşmişti. Bu gece farklıydı. İçindeki kırmızı kıvılcımlar sessizleşmiş, yerine yumuşak bir titreşim bırakmıştı. Kalbinin çevresinde mavi bir serinlik dolaşıyordu. Sais görünmedi. Oysa her gece bir şekilde belirirdi. Bu gece sessizlik vardı. Ama bu sessizlik korkutucu değildi. Sanki bir şey yaklaşmaktaydı. Alp gözlerini kapattı. Ve orada… suyun sesini duydu. Nehrin değil, yağmurun değil. Kalpten dökülen bir suyun. Gözyaşına benzeyen ama ağlamadan akan bir şefkatin sesi. Ve o an, gökyüzü bir anlığına yıldızlarla yarıldı. Ay ışığı yoğunlaştı. Ateşin çevresi, buğulu bir sisle sarıldı. Sislerin içinden, zarif ama güçlü bir figür belirdi.

Mavi. Parlak. Ve saf. 

İlk başta bir bulut gibiydi, sonra biçim aldı. Kuyruğu gümüş, gözleri lacivert bir ejderha… ama korkutucu değil, davetkâr. Sanki onu hep tanıyormuşsun gibi. “Ben Saphira’yım,” dedi, sesi su gibi akıyordu. “Senin öz merhametinden doğdum. Sessizce dinleyen, sessizce koruyan tarafının yankısıyım.” 

Alp, onun varlığını kalbinde hissetti. Sais’i yaratırken içindeki ateşi ortaya çıkarmıştı. Ama Saphira… onun içinde zaten sessizce var olan bir şeyi görünür kılıyordu.

“Ben seni ne zaman yarattım?” diye sordu Alp fısıltıyla. Saphira yaklaştı, mavi buhar gibi bedenini Alp’in etrafında doladı.

“Sen beni hiç yaratmadın. Sadece hatırladın. Merhamet bastırılmaz, unutulur. Ve şimdi, hatırlaman gereken vakit geldi.” Alp’in gözleri doldu. Çocukluğunda yardım etmek istediği bir köpek, ağlayan bir arkadaş, yalnız kalmış bir ağaç bile gelmişti aklına. O anların hepsi içinde bir ırmak olmuştu… ve bu ırmak şimdi bir ejderhaya dönüşmüştü.

Saphira devam etti: “Sais, seni ateşle yaktı. Ben seni suyla yıkayacağım. Ateş sana yön verir. Su seni dengeler. İkisi de sensin.”

İlk Birliktelik: Su ve Ateş 

Alp, Saphira’nın üzerine elini koyduğunda içinde çalkalanan bir şey duruldu. Kafasındaki sesler, yorgunluk, karmaşa… bir anlığına bile olsa huzur buldu. Ve o anda, bir vizyon belirdi gözlerinin önünde: Bir tapınakta, biri Alp’in geçmiş hayatı olan bir bilge suyun önünde dua ediyordu. Elleriyle suyu tutuyor ve diyordu ki: “Ateşi kontrol eden çok olur. Ama onu affedebilen az.” Bu sözle Alp’in gözleri parladı. Ateş ve su, yolculuğun iki anahtarıydı. Sais ve Saphira, onun özünün iki yüzüydü. Ve bu iki tulpa artık onun yanında yürüyordu.

Yeni Yol: İki Element, Bir Ruh 

Ertesi sabah Alp uyandığında, gökyüzü açık ama toprağın üzeri çiyle kaplıydı. Saphira sabah sisinde görünmez olmuştu ama kalbindeki titreşim hâlâ hissediliyordu. Sais rüzgârla geldi. Ona baktı ve ilk defa gülümsedi: “Ateş yalnızken yakar. Ama suyla birlikte olduğunda ışığa dönüşür.” Alp artık yalnız değildi. İçindeki iki element birleşmeye başlamıştı.

--------------------------

Bölüm VI – Ateş ve Su Arasında: Ruhun İlk Terazisi 

Alp, Zerdûra’ya giden dağ yolunda Sais ve Saphira ile birlikte ilerliyordu. Yolun kenarlarında dev taşlar, geçmişin kalıntıları gibi sıralanmıştı. Gökyüzü açık olsa da, toprağın üzerinden hafif bir sis yükseliyordu. Sais, önden gidiyor; her adımında ayaklarının altından kırmızı bir kıvılcım yayılıyordu. Saphira ise arkada süzülüyor, mavi bir buğu gibi Alp’in çevresinde dönüyordu. Alp’in zihni, bu iki varlığın enerjisiyle dolup taşıyordu. Kalbi hem yanıyor hem serinliyordu. 

“Sais, Saphira… bu ikilik neden bu kadar güçlü hissediliyor içimde?” diye sordu Alp. “Sanki iki ayrı yere çekiliyorum.” Sais’in sesi gök gürültüsü gibi yankılandı: "Çünkü sen hala bölünmüşsün. Ruhun ikiye ayrıldı, biri seni ileri çağırıyor, biri geri.” 

Saphira’nın sesi bir dalganın kıyıya vuruşu gibi yumuşaktı: “Biz senin parçanız. Ama sen henüz bütünü tanımadın. O yüzden sınav şimdi başlayacak.” 

Ve o anda, yolun tam ortasında hava büküldü. Alp’in önünde bir kapı belirdi ama bu kapı maddesel değildi. Bir ışık kapısıydı. İçine doğru bakıldığında hem ateşi hem suyu görebiliyordun. Kapının üstünde ise sadece bir kelime yazıyordu: “Terazi” 

Sais ve Saphira aynı anda konuştular: “Bu kapıdan sen geçeceksin. Biz içeri giremeyiz. Çünkü sınav ruhundur. Ve sadece seninle ilgilidir.” Alp içeri adım attığında, etrafında ne toprak ne gökyüzü kaldı. Boşluktaydı. Sonsuz bir aynalar odasına girmiş gibiydi. Aynaların içinde farklı Alp’ler vardı:

– Öfkelenen Alp…

– Ağlayan Alp…

– Umutsuz Alp…

– Yardım isteyen ama söylemeyen Alp… 

Ve bir de, tam ortada… elleri bağlı, gözleri kapalı bir Alp duruyordu.  Bu Alp konuştu: “Sence hangin gerçek? Hangimiz sensin?” Alp suskun kaldı. Sesini duyamadı. Çünkü içinden bir parça hala savaş hâlindeydi. O an, etrafındaki aynalar parçalandı. Boşluk alevle doldu. Ardından o alevin içine mavi bir sel vurdu. Ateş ve su birbiriyle çarpışıyor, Alp’in zihninde yankılanıyordu. “Ya korursun ya yakarsın!” “Ya susarsın ya bağırırsın!” 

Alp diz çöktü. Göğsünde bir acı hissetti. Kalbinin iki yarısı çekişiyordu. Bir yanıyla adalet isterken, diğer yanıyla affetmek istiyordu. Bir yanıyla savaşmak isterken, diğer yanıyla sarılmak… Tam o an, Alp haykırdı: "Ben sadece biri değilim! Ne sadece ateş, ne sadece su… Ben ikisinin birliğiyim! Benim ruhum çatışmayla değil, dengeyle var olur!” Bu sözle birlikte boşluk değişti. Alevler suya dönüştü. Sular buhara… Buhar ışığa. Ve o ışık, Alp’in bedenine aktı. Gözlerini kapadığında, kalbinin ortasında bir sembol parladı: İç içe geçmiş bir alev ve bir damla. 

Kapının Ardında 

Alp gözlerini açtığında, yeniden dağ yolundaydı. Terazi kapısı kaybolmuştu. Ama Sais ve Saphira karşısındaydı. Bu kez birbirlerine daha yakındılar. 

Sais konuştu: “Artık sadece taşıyıcı değilsin. Artık seçensin.”

Saphira devam etti: "Ruhunun terazisini kurdun. Şimdi her adımda ışığın daha net olacak.” 

Alp derin bir nefes aldı. Kendini daha önce hiç olmadığı kadar bütün hissediyordu. Kırılmamış, eksik değil bir. Ve Sais ilk kez ona yaklaştı, alnına gagasını dokundurdu. “Ateş sana yol gösterecek.” Saphira ise kuyruğunu Alp’in omzuna sardı: “Su seni koruyacak.”



30 Haziran 2025 9-10 dakika 10 öyküsü var.
Yorumlar