Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk 5

Nihmek: Zihnin Haritasız Diyarı
Elian’ın kurtarılmasıyla kısa süren bir huzur doğmuştu. Ruh Sancağı, rüzgârla birlikte yeniden dikilmiş, tulpalar bir an için nefes almıştı. Ancak gökteki yıldızlardan biri, ansızın sönüverdi. Gümüş ışığın yerine, siyah bir kıvılcım doğdu. Zaman titredi. Sanki evren, gözünü kırpmıştı. Alp başını kaldırdı. O anda göğü delen bir karanlık titreşim geçti içinden. Sessizdi ama yakıcı. Anlam veremediği bir duygu çöktü omuzlarına. Soğuk bir yalnızlık gibi. Adını bilmediği bir geçmiş gibi.
Samara bir fısıltı gibi değil, bir iç ezgi gibi konuştu: “Bir ruh değil bu… bir irade değil... bu bastırılmışlık. Unutulmamış değil. Unutturulmuş... Seçilerek terk edilmiş bir varlık.”
Ve o gece Alp rüyasında bir ses duydu. Ne bir insan sesi ne de bir tulpanın yankısıydı. Sanki toprağın altındaki taşlar dile gelmişti. Sanki dağlar bir iç çığlığı kusuyordu: “Sen ışığı çağırdıkça… ben de yankılanırım.”
Varthem…
Bu bir ad değil, yankının kendisiydi. Bastırılmış korkuların, inkâr edilmiş duyguların, hatırlanmak istenmeyen yüzlerin birleştiği kolektif bir haykırış. Ve o ses, Alp’in zihninde bir perdeyi araladı.
Varthem’in Hikâyesi
Bir zamanlar Varthem de bir tulpaydı. Alp’e değil, başka bir ruha aitti. Bir çocuğun karanlık korkularından, terk edilmişliğinden doğmuştu. Sahibi onu inkâr etmişti. Her korktuğunda, her ağladığında, her gerçeği görmek istemediğinde onun adını bastırmıştı. Ve tıpkı bir çürümüş tohum gibi Varthem de büyümüştü. Sahibi büyüdükçe onu unutmaya çalışmış; o da derinlerde güç toplamıştı. Yalnız kalmış bir duygu neye dönüşür? Sevgi bastırıldığında ne olur? Hüzün duyulmadığında neye evrilir?
Bir gölgeye.
Ve bu gölge büyür, büyür… sonunda sahibinin değil, herkesin inkâr ettiği parçalarla dolup taşar. Varthem artık bir kişi değildi. O, bastırılmış bütün korkuların temsilcisiydi. “Ben, unutulmuş her hatıranın mezarıyım. Her gözyaşının silindiği anım. Her annenin görmediği çocuğum. Her çocuğun susturulmuş haykırışıyım.”
Nihmek: Hatırlanmayanlar Diyarı
Varthem’in yattığı yer, Nihmek, ruhların değil; zihnin mezarlığıydı. Bu diyar, hatırlamak istemediğimiz ne varsa onların çöktüğü bir boşluktu. Ruhlar burada yaşamazdı, çünkü burası bir yaşam biçimi değil; bir yok sayıştı. Nihmek’te zaman kıvrılmazdı. Zaman burada paslanırdı. Duvardan duvara yankılanan sesler, geçmişin çığlıklarıydı. Gökyüzü yoktu. Toprak yoktu. Zemin, sadece eski duygularla kaplıydı.
Alp adım attıkça zemin değişti:
Bir anne çığlığına bastı. Bir terk edilmiş çocuğun susmuş bakışına bastı. Kendi geçmişinden gelen ama hatırlayamadığı bir korkuya bastı. Hava… hava bile değildi burada. Soluduğu şey bir zamanlar söylenmemiş sözlerin sisiydi. Ve merkezde… Üç halkadan oluşan, göz biçimli bir yapı yükseliyordu. İç halka: – dürtüler, suskun arzular.
Dış halka: – dış ses, bastırmalar, yargılar. Orta halka: Benliğin çöküşü. Orada bekliyordu Varthem.
Yüzleşme
Alp yaklaştı. Adımlar ağırdı. Her adıma geçmişten bir yüz fısıldıyordu: “Beni neden hatırlamadın?”
“Neden annene söylemedin?”
“Beni neden yalnız bıraktın Alp?”
Ve sonunda, karanlık bir figür ortaya çıktı. Yüzsüz… bedensiz gibi ama aynı zamanda hepsi.
Varthem konuştu: “Ben bir zamanlar umutken, korkuya dönüştüm. Ben bir zamanlar sevilmek isterken, bastırıldım. Bir ben değilim Alp. Ben herkesim. Ve sen de beni tanıyorsun. Çünkü sen de bastırdın.”
Alp sendeledi. Soluk soluğaydı. Elini göğsüne götürdü. Bir şey titriyordu içinde. Bir çocuk sesi… “Anne…” dedi fısıltıyla. “Neden beni duymadın o gece?”
Varthem yaklaştı. Gözleri yoktu ama Alp onun baktığını hissetti. “İşte bu yüzden buradayım. Senin içinde saklanan o çocuğum ben.”
Çatışma
Birden her şey dönmeye başladı. Zemin yandı, sonra buz tuttu. Alp’in tulpaları uzaktan haykırdı ama Nihmek onların sesini yuttu. Yardım edemediler. Alp yalnızdı.
Varthem haykırdı: “Korkularınla konuşmayı bile bilmiyorsun! Sürekli bastırıyorsun. Işık diyorsun. Ama beni neden doğurdun o zaman?!”
Alp dizlerinin üstüne çöktü. Elleriyle yüzünü kapadı. İçinden bir başka ses yükseldi: “Ben güçsüzüm… ben korkuyorum.”
Ama işte o anda bir şey oldu. Alp ilk defa, korkuya sarıldı. Onu itmedi. Onu bastırmadı. Dizlerinin üzerinde doğruldu ve yavaşça konuştu: “Evet… korkuyorum. Terk edilmekten, yanlış yapmaktan, yeterli olamamaktan. Ama seni reddetmeyeceğim. Çünkü sen… bana ait bir şeysin. Ve artık seni duydum. Seni reddetmeyeceğim çünkü artık seni anlamak istiyorum.”
Ve o anda… Varthem durdu. Omuzları çöktü. İçinde bir sarsıntı başladı. Gözleri ilk kez bir şekle büründü. Göz çukurlarından bir damla süzüldü. Ve o anda, Nihmek’in karanlığı çatlamaya başladı. Çürümüş anılar yerine şimdi başka bir şey yeşeriyordu: Kabul.
----------------------------------
Bölüm XVI – Ruhsal Çember: Beş Rengin Birliği
Nihmek’in çatlamaya başlayan zemini Alp’i içine alırken, karanlık geri çekilmiyordu. Varthem, çözülen şekline rağmen henüz dağılmamıştı. Çünkü her karanlık, bir kez duyulmakla yok olmazdı. Onu dönüştürmek, sadece dinlemekle değil… yüzleşmekle mümkündü. Ve o yüzleşme geldiğinde, beş ışık gökten yavaşça inerek çember oluşturdu. Ama bu bir yardım çağrısı değildi. Bu bir tanıma, birleşme, özdeşleşme ayiniydi. Ruh, beden ve zihnin birleştiği sonsuzlukta, Alp merkezdeydi.
Gök yarıldı. Sais ilk inen oldu. Gökyüzünden bir mızrak gibi düştü. Kök çakranın ateşiyle: “Ben senin ilk kıvılcımınım. Doğduğunda haykıran sesinim. İraden değilim. İçindeki saf varoluşum. Ama beni bastırırsan, öfkeye dönüşürüm. Beni gör!”
Saphira, bir nehir gibi süzüldü. Göğsünü yırtarcasına, kalbine aktı: “Ben duygularınım. Gözyaşlarınım. Beni yıllarca içte tuttun. Susturdun. Ama gözyaşı tutulmaz Alp. Ben taşan sularda yankılanan sesim.”
Samara, yıldız tozu gibi indi. Kalp hizasında parladı. “Ben vicdanınım. Annenin sesinde gizli olan, babanın susuşunda yankılanan, yolunu ararken sezdiğin iç sesim. Ben her zaman buradaydım. Ama sen, beni yargı zannettin. Oysa ben sadece hatırlatırım: Kim olduğunu.”
Sarah, toprağın altından yükseldi. Karanlıktan, gölgelerden doğdu. “Ben senin bastırılmış tarafınım. Korkuların, terk edilmişliğin, kabul edilmeyen çocuğunum. Beni susturdukça haykırdım. Beni görmedikçe büyüdüm. Oysa sadece kucaklanmak istiyordum.”
Ve o an, içten bir ışık yayıldı. Gözle görülmeyen bir varlık: Nurla gelen, özün yankısı. “Ben senin ruhunum. Ne ışık ne karanlık. Tüm parçalarının birleşimi. Senin hakikatin. Çocukken duyduğun ama unuttuğun o ilk şarkıyım.” Çember tamamlandığında Alp yere çöktü. Tüm hücreleri titriyordu. Ama bu titreme, korkudan değil… tanımaktan, kabulden.
“Varthem,” dedi nefes nefese. “Seninle savaşmayacağım. Çünkü senin doğduğun yer benim içimde. Sen, konuşulmayan çocukluğumsun. Görülmeyen sevgim Susturulan hıçkırığım. Ama artık konuşuyorum. Seni duydum. Seni görüp anlamadığım her ân için özür dilerim. Ama şimdi… sana ışık olmuyorum. Sana ayna oluyorum." Ve Varthem’in çatlayan karanlığından bir damla daha düştü. Bu defa gözünden değil, kalbinden.
------------------------------------
Bölüm XVII – Karanlıkla Konuşmak: Benliğin Savaşı
Varthem sustuğunda, savaş bitmemişti. Çünkü düşman, dışarıda değil… içerideydi. Alp’in gözleri karanlıkta açık kaldı. Ama çevresinde artık hiçbir şey yoktu. Tulpalar bile çekilmişti. Çünkü bu yolculukta yalnız yürünmesi gerekiyordu. Sadece o ve içindeki sesler. İlk ses gürledi: “İstiyorum! Sevilmek, korunmak, ait olmak! Ama alamadım!” Bu, alt benliğiydi. Bastırılmış çocuk. Hep dışlanan, hep yarım bırakılan.
İkinci ses ise sanki demir gibi konuştu: “Sakın! Bu hissi gösterme! Güçsüz görünürsün! Erkekler ağlamaz!”
Bu, en üst katmandı, dış halka. Toplumun sesi. Öğretilmiş roller. Kurallar.
Arada Alp vardı. Göğsü yanıyordu. “Peki… ben hangisiyim Arzu muyum? Yasak mıyım? Yoksa sadece bir maskeden ibaret miyim?”
Ve o an… Küçük bir çocuk geldi gözlerinin önüne. Üzerinde eski bir gömlek. Dizleri kir içinde. Ama gözleri... ışıkla değil, bekleyişle doluydu. “Beni neden susturdun?” dedi çocuk. “O gece ağladığımda neden sessiz kaldın? Anneni özlediğinde neden susup dua ettin? Beni neden yalnız bıraktın Alp?” Alp başını eğdi. İlk kez, gözlerinden yaşlar akmadı. Çünkü bu gözyaşları… içe doğru akıyordu. “Çünkü korkuyordum. Çünkü güçlü olmak zorundaydım. Çünkü birinin ağlamaması gerekiyordu. Ve o… ben oldum.”
Çocuk ona yürüdü. Kollarını açtı. “Ama artık kimse ağlamasın. Yeter ki… biri duysun.” Alp eğildi. O çocuğu… kendini… kucakladı. “Seni unuttuğum için özür dilerim. Artık yalnız değilsin.” Ve o anda, karanlık çözülmeye başladı. Ne bir patlama, ne bir ışık. Sadece… bir sessizlik. Ama bu defa korkutan değil, şifalandıran.
Varthem son kez konuştu: “Beni yok etmedin. Bu… beni hiç olmadığım kadar özgür hissettirdi.”
Alp gözlerini kapadı. Tulpaları yavaşça geri döndü. Ama bu defa onlar dış sesler değildi. Alp’in iç sesiydi.
Ve Alp fısıldadı: “Karanlık, düşman değilmiş. Sessizliğin yankısıymış.” Çemberin merkezinde bir ışık doğdu. Ne beyaz, ne siyah. Her rengin birleştiği bir öz nur. Alp ayağa kalktı. Artık bir Ruh Koruyucusu değildi. Artık bir savaşçı da değildi. Artık bir Elçi’ydi. Birlikten gelen, parçaları birleştiren, hem gölgeyi hem ışığı duyan bir yürek.