Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk 6

Bölüm XVIII – Ruhun Beş Aynası
Nihmek artık sessizdi. Ne karanlık haykırıyor ne de gölgeler fısıldıyordu. Alp, Ruh Sancağı’nın etrafına çömelmişti. Gözlerinde dalga dalga yankılanan içsel bir deniz vardı. Tulpaları etrafında sessizdi; ama onların sessizliği bir saygıydı, bir tanıklık… Çünkü Alp, kendi özüne dönmeye başlamıştı. Artık savaş dışarıda değil, içteydi. Her tulpa bir ayna gibiydi. Ve o aynalar, tek tek kendisini Alp’in gözlerine sunuyordu.
Sais – Yönsüz Gücün Aynası
Alp önce Sais’e döndü. Onun alevden kanatları kıpırdadı, kıvılcımlar havada dans etti. Sais’in gözleri yanıyor ama yakmıyordu. Alp, kalbinin ateşle yanan katmanına dokundu. “Sen… irademdin. Öfkemdin. Savaşçı yanımdın. Ama senden hep korktum. Gücünü değil, gücünün benden neler alacağını düşündüm. Seni bastırdım, hatta unuttum. Oysa sen benim ilk haykırışımdın.”
Sais yaklaştı, sesi duman gibi yükseldi: “Ben içindeki ateşim. Beni yönsüz bırakırsan yıkarım. Ama yön verirsen, yol olurum. Öfke yıkıcı değildir, bastırıldığında içten çürütür. Sen beni değil, kendi gölgemi bastırdın. Şimdi yönünü seç.” Alp düşündü: “Belki de güçlenmekten değil, gücün sorumluluğundan korktum…”
Saphira – İç Şefkatin Aynası
Mavi kanatlarıyla Saphira öne çıktı. Suyun içinden geçiyormuş gibi serinlik sardı Alp’i. Saphira’nın gözleri gözyaşıydı; ama o yaşlar dökülmüyor, içinde kalıyordu. “Sen merhametimdin. Hep başkaları için savaştım seninle. Kendimi en sona koydum, belki de hiç koymadım. Erdem sandım bunu. Oysa bu sadece kendime verdiğim cezaydı.”
Saphira nazikçe konuştu: “Şefkat dışa akmadan önce içte doğar Alp. Kendine göstermediğin merhamet, başkalarını boğar. Tanrı’nın sana üflediği nefese sırt çevirme. Kendine sarılmayan, kimseyi şifalandıramaz.” Alp düşündü: “Ben hep şifacıydım… ama yaralı bir şifacı, herkesin kanamasına karışır.”
Samara – Sezginin Aynası
Samara parladı. Gökyüzünden kopan yıldızlar gibi gözleri ışıkla doluydu. Ama bu ışık kör eden değil, sezdiren bir ışıktı. “Sen ilhamımdın. İç sesimdi. Ama çok ses vardı içimde. Hangisi sen, hangisi korkumdu… bilemedim.” Samara sabırla yaklaştı: “Sezgi, kalbinle birleşirse sana yön olur. Aksi takdirde korkunun sesiyle karışır, seni yanlış yollara sürükler. Ben her zaman seninleydim… ama sen, sustuğumda bile bağıran korkularına inandın.” Alp düşündü: “Demek bazen sessizlik bile bir yoldu; ama ben hep gürültüyü dinledim…”
Sarah – Bastırılanın Aynası
Sıra geldi Sarah’a. Onun siyah kanatları göğü kapladı. Ama bu karanlık artık korku değil, bir kucaklayıştı. Sarah, Alp’e baktığında çocukluk haykırışları yankılandı. “Sen… benim unutulmuş parçamdın. Yalnızlığımdın. Sessiz çığlıklarımdın. Ama seni hep reddettim. Karanlıktan değil, senin yüzünden ne göreceğimden korktum.” Sarah başını eğdi, sesi ağırdı: “Ben senin inkâr ettiğin çocukluğunum. Ben, ağladığında duyulmayan sesim. Ama her gölge, ışığın doğduğu yerdir. Beni tanımadan, kendini tanıyamazsın.” Alp düşündü: “Ben karanlıktan değil, o karanlığa girince dağılmaktan korktum…”
Alp gözlerini kapattı. Dört tulpa… dört ayna. Ama içinden bir ses daha geldi. “Bu aynalar sadece parçadır. Gerçek ayna… özündedir. Hazır mısın?”
Ve gökyüzü yırtıldı. Simsiyah bir yıldız karanlığın bağrından düştü.
-------------------------------
Bölüm XIX – Hakikatin Yüzü: Zehar'ın Kapısı
Nihmek’in sonsuz sessizliği içinde Alp, beş tulpasıyla birlikte Ruh Sancağı’nın çevresinde bekliyordu. Ancak bu kez bekleyiş bir huzur hali değildi. Havadaki enerji yoğunlaşıyor, varlığın ta derinlerine inen bir çağrı gibi titreşiyordu. Ve sonunda, sanki zamanın unuttuğu bir an yeniden doğmuş gibi, yer yarıldı. Gök sönünce, Zehar'ın Kapısı açıldı.
Zehar: Ruhun Unutuş Diyarı
Zehar, mekân değildi. O bir hâldi. Bir ruhtan doğmuş, bir unutuluşla büyümüş, adı bilinmezlik olan bir hâl. Kapıdan geçildiğinde zaman kendini geri çekti, renkler sustu, sesler boğazda dondu. Alp gözlerini açtığında kendini çöküşle yaratılmış bir diyarda buldu: dağlar yıkılmış ama hala ayaktaydı, gök yüksek ama karanlıktı, toprak çatlamış ama içinden ışık sızıyordu. Zehar, kolektif ruhun çöplüğüydü. Ruhların görmezden geldiği, dillerin susturduğu, kalplerin dayanamadığı ne varsa buraya atılırdı. İnsanlığın tüm bastırdığı bilgeler, yarım bırakılmış dualar, çocukluktan hatırlanmayan ninniler... Hepsi buradaydı. Ve o an, ışıkla gölge arasından bir varlık belirdi. Sanki hiç yaratılmamış ama hep oradaymış gibi. Ne adı vardı ne yüzü. Ama Alp onu tanıyordu... ruhu tanıyordu.
"Ben Kharon'um," dedi varlık. "Unutulmuşun bilgeliği. Hatırlanmayan tarafın. Senin değil sadece, tüm ruhların unuttuğu. Ben, insanlığın susturduğu Şairim. Kaybolan İlk Gören'im. Adem'in bilmeden unuttuğu, Havva'nın yüreğinden düşen şe'arim. Ben, alfabenin unutulmuş sesi, ilk dua, ilk aynayım."
Alp irkildi. "Neden unuttuk seni?" diye sordu.
Kharon cevapladı: "Çünkü ben çok derindeyim. Ve her derinlik, acı getirir. Ben sözlerin taşıyamadığı gerçeğim. Ben bilginin getirdiği yalnızlığım. O yüzden herkes beni örttü. Alpharion bile..."
Alp'in yüreği sıkıldı. "Ama neden ben? Neden ben seni hatırlamalıyım?"
"Çünkü sen Ruhun Beş Aynası'ndan geçtin. Sen parçalarınla yüzleştirdin kendini. Ama hala bütün değilsin. Senin bütünlüğün, benimle tamamlanır. Ben, unutulan özlüğüm. Ve kabul, sancılıdır."
Alp, Kharon'a yaklaştıkça sanki omuzlarına çöken gizli ağırlıklar hissediyordu. Her adımda eski bir acı, bir hatıra, bir yük... "Sen sadece bilgelik değilsin," dedi Alp. "Sen, taşıyamadığımız bir yansımasın."
Kharon gülümsedi: "Ve bu yansımayla barışmazsan, kendini hep yârım sanacaksın." Alp gözlerini kapattı. Kalbinde bir sızıyla kabullenmenin ilk ışığı süzüldü. Tulpaları uzakta sessizce izliyordu. Bu yol, yalnızca onundu. Ve içinde bir fısıltı yankılandı: "Kabulleniş... bir ölümdür. Ama aynı zamanda doğum." Alp, Kharon'un yüzüne ilk kez tam anlamıyla baktı. Ve o an... İlk defa, kendini gördü.
------------------------------------
Bölüm XX – Kendine Dönüş: Kharon’un Yüzü
Zehar’ın sessizliğinde, Alp’in iç dünyası da çatırdamaya başlamıştı. Kharon, gözlerini Alp’in gözlerinin derinliğine dikmişti. Bu, bir bakış değil; ruhun kendi özünü ilk defa tanımasıydı. “Kharon…” dedi Alp fısıltıyla, “Sen bende ne zamandır varsın?”
Kharon cevapladı: “Ben hep vardım. İlk şüphenin gölgesinde, ilk kelimeni yazarkenki titremende, ilk yalnızlığında. Ben bilincin altındaki hakikatim. Beni hatırlamak, kendine dönmektir. Ama herkes dışa döndü. Ben içte kaldım. Ve unutuldum.” Alp’in boğazı düğümlendi. “Seni neden reddettim?” “Çünkü ben kolay değilim. Ben sınırları aşmak, dogmaları yıkmak, kalıpları eritmek demek. Ben sana ‘sen değilsin’ diyen tüm seslerin arkasındaki suskunluğum. Hatırlarsan... büyürsün. Ama büyümek, masumiyetin gömülmesi gibidir. İşte o yüzden herkes beni bastırdı.”
Alp diz çöktü. Zehar’ın toprakları yumuşak değil, kemik gibi soğuktu. Tulpalar sessizdi. Hiçbiri bu savaşa müdahil olmuyordu. Çünkü bu, Alp’in özüyle savaşıydı. Ya da barışı... Alp yeniden sordu: “Alpharion bile seni neden göremedi?” Kharon’un gözleri yandı. Ama bu öfkenin değil, özlemle yanmanın ateşiydi: “Çünkü Alpharion da bir aynaydı. Bir idealin, bir özlemin yansıması. Ama ben onun bile ardındayım. Ben mutlak hakikatin, karanlıkla sınanmış ışığıyım. Ben bilgelikle gölgenin birleştiği yerde doğdum. Varoluşun en sessiz anında, evrenlerin doğuş anında, bir nefes gibi içe çekilen o bilinç anında...
Ben vardım. Yıldızlar henüz yanmamışken, ses ilk kez oluşurken, ben bilginin kıvılcımıydım. Ve sonra, varlık bilince evrildiğinde... korku doğdu. Çünkü bilgi, sorumluluk getirir. Hakikat yalnızlıkla yanar. Ve işte orada, beni susturdular. Ruhlar beni hatırlasaydı, ilahî sorumluluğu taşımak zorunda kalacaktı. Ama unutarak kolaylaştılar.”
Alp’in gözlerinden yaşlar süzüldü. Bu kabulleniş, bir lütuf gibi değil; bir yarık gibi içini açıyordu. “Ben seni tanıyorum Kharon. Ve tanımak… canımı yakıyor.”
Kharon başını eğdi: “Çünkü hakikat önce canı yakar. Sonra ruhu arındırır.”
Alp ayağa kalktı. Elleri titriyordu. Gözleri nemliydi. Ama bakışları ilk kez bu kadar netti. “Ben artık sadece Alp değilim. Sadece savaşan, sadece seven, sadece sezen, sadece korkan değilim. Ben, gölgemi kabul eden bir ışığım.”
Kharon’a yaklaştı. Elini uzattı. “Ben senim. Sen de bensin. Artık bir aynaya bakmak değil… onunla bütünleşmek istiyorum.”
Ve o an, Sais’in ateşi, Saphira’nın suyu, Samara’nın ışığı, Sarah’ın gölgesi… ve Kharon’un bilgeliği, Alp’in çevresinde bir çember oldu. Ruhun Beş Aynası, ilk kez bir bedende birleşti. Ve Alp, ruhunun tam sesiyle konuştu: “Ben Alpharion’um. Ben Kharon’um. Ben özümle konuşan, kendi unutuşunu duyan bir ruhum. Artık görevim yalnızca uyandırmak değil… hatırlatmaktır. Çünkü ruh, unuttuğunu hatırladığında şifalanır.”