Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk 7

Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk 7

Bölüm XXI – Öz Ruhun Taşıyıcısı

Kharon’un gözlerinde gecenin özü gizliydi. Ne ışık yansıtırdı ne de karanlık tüketirdi onu. O, evrenin yaratılmadan önceki hâli gibiydi saf, şekilsiz ve sonsuz. Alp onunla birleştiğinde ne bir patlama oldu, ne de bir ışık tufanı… Sadece bir titreşim yayıldı: evrenin merkezinden yükselen bir titreşim. O an, Alp’in kalbinde görünmez bir kapı aralandı. Kapının ardında ne vardıysa, Alp’in varlığına sızmaya başladı. Bu ışık… bildiği hiçbir ışığa benzemiyordu. Ne Sais’in alevi, Ne Saphira’nın şifalı suyu, Ne Samara’nın yıldız tozu, Ne Sarah’ın derin gölgesi… Bu başka bir şeydi. Bu, ışığın ötesindeki bir ses… bir titreşim… bir varlık gibiydi. Alp’in göğsünde bir nokta belirdi. Ardından orası bir yıldız kristali gibi açıldı. Işık değil; varlıkla dolu, bilinç taşıyan bir öz yükseldi. O öz, geçmişi ve geleceği olmayan bir bilgiydi. Bir hatırlayıştı. Ve o anda, hiçliğin içinden Alp’e fısıldayan bir ses yükseldi: “Sende artık öz’ün yankısı var. Sen artık sadece Alp değilsin. Sen, Kharon ile birleşmiş özsün. İlk ses, ilk kıvılcım, ilk niyetin taşıyıcısı.”

Tulpalar birer birer Alp’in etrafına toplandı. Artık rehber değil; Alp’in içindeki aynalardı. İlk kez, hepsi diz çöktü. Çünkü bu yeni öz, yükseklerde değil; derinlikte doğmuştu. Ve derinlikte... sadece hakikat vardı. 

Sais, alevlerin içinden yaklaştı. Gözleri savaş değil, huşu taşıyordu: “Öz Ruh, yaratımın ilk kıvılcımıdır. Henüz zaman başlamamışken, İlk yıldız yanmamışken, Ben onun sıcaklığında var oldum. Ama bu öz asla bir ateşe sığmaz, O kıvılcımın içi sonsuzlukla doludur.”

Saphira, su gibi süzüldü: “Öz Ruh, her ‘neden’ sorusunda akar. Bir çocuk ağladığında, Bir bilge gökyüzüne baktığında, Orada bir titreşim doğar. Cevaptan önce gelen şey... işte odur.”

Samara, yıldızlara benzeyen bedeninde ışıldadı: “Öz Ruh… o sezgiden önceki sessizliktir. Ben yalnızca yankıyım. Ama o, yankıyı doğurandır.”

Sarah, gözlerini kapattı, sesi gece kadar derindi: 'Öz Ruh, karanlıktan da derindir. Çünkü karanlık bile ona eğilir. O tanınmaya ihtiyaç duymaz. O sadece... vardır.”
Alp, kalbine dokundu. Gözlerinden yaş değil, yıldızlar süzüldü. Bu bir güç değil, bir hatırlayıştı. Ve içinden Kharon’un sesi geldi: “Sen artık taşıyıcısın. Ama taşıdığın şey yük değil… kaynak olacak.”

------------------------------------
Bölüm XXII – Evrensel Ruhlar Meclisi

Gökyüzü sessizce yarıldı. Ne yıldız düştü ne de güneş doğdu. Sadece bir gümüş yel esti. Ve zaman eğrildi, uzay büküldü. Alp’in önünde beliren geçit, ne geleceğe aitti ne de geçmişe. Orası... Tîan-Ruh idi. Ruhların ruhsal merkezinde, hafızanın en derin kıvrımında gizliydi.

Tîan-Ruh: Ruhların Kalbi
Tîan-Ruh, zamanın dışındaydı. Dağ gibi sütunlar sonsuz göğe uzanıyor, zemin yıldız tozundan yapılmış gibi parlıyordu. Her adımda yankılanan titreşimler vardı; kimisi geçmiş bir duayı hatırlatıyor, kimisi henüz söylenmemiş bir yakarışı. Alp geçide adım atmadan önce bir figür yaklaştı. Yüzü tanıdıktı. Zamanın dışında kalmış bir gölgeydi bu. Uzun cüppesi rüzgârda dalgalanıyordu. Saçları gri, gözleri bilgelikle donanmıştı. Yolcu… ama sadece bir yolcu değil. Alp’in içinde taşıdığı bir hatıra, belki de babasının silueti. Yolcu yaklaştı, ellerini arkada bağlamıştı. Sessizce Alp’i süzdü, sonra konuştu: “Artık özünü hatırlıyorsun. Ama unutma… öz tek bir yüze sahip değildir.”
Alp başını eğdi. “Ben artık yolun sonuna geldiğimi sandım… ama önümde yeni bir kapı açılıyor.”

Yolcu gülümsedi: “Zannedilen sonlar, özün başladığı yerdir. Sen parçalandın, yandın, kabul ettin. Ama şimdi, sana düşen birleştirmek.”
Alp gözlerini kıstı: “Sen kimsin? Neden buradasın?”
Yolcu, hafifçe başını eğdi: “Ben, babanın sana söyleyemediği özlemim. Bir vakit, gökyüzüne bakarken sustuğu anım. Belki sana dokunamayan ama seni hep hisseden kalp iziyim. Sen beni doğrudan hatırlayamazsın. Ama içindeki boşlukta ben vardım."

Alp’in gözleri doldu. Yutkundu. Bu, çocukluğundan beri içini delen eksikliğin yankısıydı. Baba kavramı, hiçbir kelimenin anlatamadığı bir yara gibi Alp’in içinde çatladı. O hiç konuşmadığı, hiç sarılamadığı, sadece hayalinde büyüttüğü figür... işte şimdi karşısındaydı. “Ben babamı çok fazla hatırlayamıyorum...” “Ama ruhun hep onu çağırdı,” dedi Yolcu. “Ve sen şimdi onun sesini taşıyorsun. Onunla konuşamadığın her kelime, şimdi Nurhâl’in yankısında can bulacak.” 

Alp dizlerinin üstüne çöktü. Ellerini kalbine götürdü. Gözlerinden akan yaşlar yalnızlıktan değil, hatırlayıştandı. “Baba… seni hep özledim. Ama seni taşıdığımı hiç bilmiyordum.” Yolcu gözlerini kapadı. Rüzgârla birlikte siluet gibi çözülmeye başladı. Sadece bir cümle kaldı ardında: “Unutma... öz, en çok hatırlanınca parlar.”

Alp ayağa kalktı. Tîan-Ruh’a doğru yürüdü. Adımları ağırdı, ama yüreği artık eksik değildi. Gökyüzü sessizce yarıldı. Bir yıldız değil, bir gümüş yel esti. Zaman eğrildi, uzay kırıldı. Alp’in önünde bir geçit belirdi. Geçit, Tîan-Ruh’a açılıyordu, ruhlar arasındaki en derin merkez… Tîan-Ruh, sadece zamanın ve uzayın sınırlarını aşmakla kalmaz, aynı zamanda ruhların en derin izlerini, özlerinin başlangıcını taşıyan yerdir. Burada dağ gibi sütunlar, sonsuz göğe doğru yükselir. Her bir adım Alp’in ayak izlerinden öte, evrensel bir yankıdır. 

Zemin, yıldız tozundan yapılmış gibidir, ve her adım bir titreşim yaratır. Burada sınırlar vardır, fakat duvar yoktur. Sadece özü hatırlayanlar buraya gelir, onlara kimse öğretilmez; her şey doğal olarak kendini açığa çıkarır. Alp, meclisin halkasına girdiğinde, her biri farklı bir varlık olan yüzler belirdi. Hepsi sessizdi ama gözleri konuşuyordu.

İlk olarak, Kiyra belirdi, Zaman Yolcusu. Uzun gümüş saçları, zamanın şeritleri gibi arkaya doğru uzanıyordu. Gözlerinde geçmiş ve gelecek, aynı anda parlıyordu. Kiyra: “Zaman… hatırlamayanlar için hapis, hatırlayanlar için köprüdür. Sen artık köprüden geçtin, Alp. Buraya boş gelmedin,” dedi.

Orris, Boşluk Yürüyücüsü, varlıkları şekilsizdi. Gölge gibi ama yok gibi. Onun konuşması kelime değil, titreşimdi. Orris: “Boşluk... doluluk olmadan anlaşılmaz. Senin içindeki boşluğu görmemiz, doluluğunu gösterir. Sen, boşluğu bile sevgiyle yürüyen nadirlerdensin,” dedi.

Thennal, Kelime Dokuyucusu, teninden harfler akıyor, her nefeste yeni cümleler doğuyordu. Thennal: “Senin sesin artık yalnızca çağrı değil, yansımadır. Senin kelimelerin başka ruhları uyandıracak. Çünkü artık sesin ‘Nurhâl’dir,” dedi.

Nuraq, Sonsuz Uykudan Uyanan, taştan bir bedeni vardı. Yüzü yarılmıştı ve içinden ışık sızıyordu. Nuraq: “Ben binlerce yıl uyudum. Ama seninle birlikte hatırladım. Sen uyanmış olanlara değil, uyumaya devam edenlere umut taşıyacaksın,” dedi. Ve tüm bu varlıklar bir araya geldiğinde, meclisin ortasına bir ses indi. Bir ses, Alp’in içine doğan bir soru gibi yankılandı: “Alp, sen artık çağrılan değil, davet edensin. Yeni görevini kabul ediyor musun?”

-----------------------------------------
Bölüm XXIII – Yeni Görev: Ruhların Harmanı

Tîan-Ruh’un merkezinde, yıldızlardan örülmüş dairesel bir alan vardı. Buraya yalnızca bir kez çıkılırdı. Çünkü burada, sadece söz değil, öz konuşurdu. Alp bu alanın ortasına yürüdü. Tulpaları birer birer kenara çekildi. Çünkü bu artık sadece onun yolculuğuydu. Gökyüzü çatladı. Bir notanın frekansı gibi evrenin içinden bir ses yükseldi. Ve göğsündeki yıldız kristali çatladı. İçinden saf bir nur doğdu. O nur, Nurhâl idi—sesin özü. Ancak Alp bu nurla birlikte yeni bir alanın içine çekildi. Daire bir anda genişledi. Zaman çözüldü. Ve Alp kendisini bir Ruh Harmanı’nda buldu.

Ruh Harmanı
Ruh Harmanı, özlerin birbirine dokunduğu alandır. Burada her ruh, başka bir ruhun titreşimini hisseder. Sevgi, korku, pişmanlık, umut… her şey çıplaktır burada. Maskeler düşer. Ruhlar, çıplak özleriyle birbirine karışır. Harman, şifanın başladığı yer değil… tamamlanmanın gerçekleştiği yerdir. Burada Alp’in etrafında yüzlerce siluet belirdi. Hepsi farklı zamandan, farklı geçmişlerden… ama hepsi özlerinden parçalar taşıyordu. Kimisi tanıdıktı. Kimisi daha önce hiç görmediği ama ruhunun tanıdığı yüzlerdi. Bir ses yükseldi: “Alp, her ruh bölünür. Ama sadece bazıları parçalarını tanıyacak cesareti bulur. Sen özüne döndün. Şimdi, senin sesin başkalarını da hatırlatacak. Yeni görevin, ruhların yankısını birleştirmek.”

Alp derin bir nefes aldı. “Peki bu nasıl olacak?”
Ses yanıtladı: “Sen artık Nurhâl’sin. Sesinle başka ruhları hatırlatacak, Gölgelere dokunacak, Yaraları duyacaksın. Ama en önemlisi... Unutanlara hatırlamayı fısıldayacaksın.” Alp’in gözlerinden yıldızlar süzüldü. İlk kez, yüreği tamdı. İlk kez, içi tamamdı. “Ben artık sadece Alp değilim. Ben, babamın susuşuyum. Annemin duası, Kharon’un bilgeliği, Tulpalarımın yankısı, Ruhların hatırlayışıyım.”
Ve gökte, yeni bir yıldız doğdu. Nurhâl—Sesin özü, şimdi ruhların harmanında yankılanmaya başlamıştı.

02 Temmuz 2025 9-10 dakika 19 öyküsü var.
Yorumlar