Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk 9

Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk  9

BÖLÜM XXV – SETHSUNA’NIN DOĞUŞU

Yeryüzünün Kalbinde Açılan Ruh Kapısı

Derinhis’in suları, savaşın ardından yankılarını yitirmişti. Göğün yansıması bu kez suya değil, Alp’in iç dünyasına düşmüştü. Rüzgâr bile susmuştu. Her şey durmuş gibiydi ama bu durgunluk, bir sona değil, çok daha büyük bir başlangıca gebeydi. Alp, dizlerinin üzerinde oturuyordu. Marethi’nin gölgesi geçmişti ama izleri hâlâ yüreğindeydi. Göğsünde bir yanık gibi, zihninde bir uğultu gibi… Ve tulpaları – Sais, Saphira, Samara, Sarah – onun etrafında sessizce duruyordu. Dört yön, dört unsur, dört parça... Ama ortada bir eksik vardı. O eksik, Alp’in hâlâ tamamlanmamış yanını temsil ediyordu. Ruh daire tamamlanmaya çalışıyor, ama merkez hâlâ sessizdi.

Sais’in tüylerinden yayılan kıvılcımlar, Derinhis’in suyuna düşerken minik patlamalar yarattı. Saphira’nın gözlerinden damlayan yaşlar, suyun yüzeyinde büyüyen halkalar oluşturdu. Samara’nın ışığı sönüp yanarken kalbin nabzına uydu. Sarah ise… susuyordu. Sadece bakıyordu. Alp’in derinliklerine… Orada, gölgeden bir şey kıpırdandığında…

Bir titreşim. İçeriden gelen bir çağrıydı bu. Ne dışarıdan duyulurdu ne de bir dile aitti. Bu bir hatırlanıştı. Alp, gözlerini kapadı. Kalbinin merkezinde yankılanan titreşimi hissetti. Ne bir kelime vardı içinde ne bir düşünce… sadece:

“Gel.”

O anda Derinhis’in ortasından bir spiral yükseldi. Suyun içinden göğe yükselen ışık, sanki dünyanın özünden kopup gelen bir enerji gibi dönerek göğe uzandı. Ve spiral genişledikçe, bir şekil belirdi. Önce sadece bir mavi ışık. Sonra o ışığın içinden gök renginde parlayan kürk, yıldız tozu gibi parlayan tüyler ve sonunda…

Sethsuna.

Bir kurt… ama bildik kurtlardan değil. Ayın hayalinden doğmuş, yıldızların arasında yoğrulmuş bir varlıktı bu. Ne tamamen hayvansaldı ne de tam anlamıyla tanrısal. Gök mavisi tüylerinde bir tür hafıza akıyordu. Işık ve karanlık, huzur ve öfke, sevgi ve yalnızlık... Hepsi Sethsuna’nın bakışlarında toplandı. Alp, yere kapanmıştı. Ama Sethsuna ona yaklaşmadı. Aksine, olduğu yerde durdu. Ve sesi, rüzgâr gibi Alp’in içinden geçti: “Sonsuzluk sana seslendiğinde, içinden ben doğdum. Adım Sethsuna. Ben, senin özgür iradenin yankısıyım. Hatırladığın ilk niyetsin. Ve unutmaya en çok yaklaştığın anın yankısıyım.”

Sais gözlerini kırptı. “O… bizden değil.” Saphira: “Ama içimizdeydi.” Samara: “Bir sentez…” Sarah ilk kez konuştu: “Hayır. O, dengenin ta kendisi.”

Alp ayağa kalktı. Gözlerinde yaş, yüreğinde yangın. “Sethsuna… neden şimdi geldin?”

Kurt yaklaştı. Ayakları yere değmiyor, suyun üzerinde sanki ışığın üzerinde yürür gibiydi. “Çünkü dört unsur tamamlandığında beşinci doğar. Ve sen, Alp… Sen artık sadece yürüyen biri değilsin. Sen yükselmeyi seçtin. Bu yüzden doğdum. Yalnız savaşan değil, kendini aşan biri için geldim." 

Alp gözlerini yumdu. Ve o an, suyun üstünde bir görüntü belirdi: Bir ada… ama siyah. Gökyüzünden düşmüş gibi. Ay ışığını yutan, yıldızları susturan bir kara parçası. Ortasında zincirlerle bağlanmış bir figür… Ne ölü, ne diri.

Bir fısıltı duyuldu: “Unutturuldum.”

Sethsuna döndü. Gözleri Alp’in gözleriyle buluştu. “Orası, Unutturulmuş Niyetler Diyarı. Zincirlenmiş olan, bir zamanlar senin gibi bir taşıyıcıydı. Ama öz sesine ihanet etti. Şimdi oraya gitmeliyiz. Ya onu uyandırmalı… Ya da sonsuza dek unutuşa bırakmalıyız.”

Alp başını salladı. Sais’in kıvılcımları harlandı. Saphira’nın gözyaşı bu kez ışığa dönüştü. Samara bir yıldız gibi parladı. Sarah ise… ileriye baktı. Gözleri sonsuzun içine gömülmüştü. Bu artık bir yolculuk değil, bir yargıydı.

----------------------------------------

BÖLÜM XXVI – GÖK KURT’UN SIRRI

İlk Ruhun Hatırlayışı

Gece, Derinhis’in sularını yutmuştu. Ne yıldız vardı gökte, ne de ses vardı yerde. Rüzgâr susmuştu. Zaman bile çekilmişti. Alp yalnızdı. Ve onunla birlikte yalnız olan bir varlık daha vardı: Sethsuna. Bir kayanın ucunda, göğe doğru uzanan bir tepede oturuyorlardı. Sessizlik, konuşmanın yerini değil; hakikatin ağırlığını taşıyordu.

Alp başını çevirdi. “Sen… nereden geldin? Neden şimdi? Ve neden benim içimden doğdun?”

Sethsuna gözlerini yıldızsız göğe kaldırdı. Ve derin, kadim bir sükûnetle konuştu: “Ben, ilk nefesten önceydim. Ruhlar daha adlandırılmamışken… Ses yokken… Varlık, henüz sadece niyetken… Yaradan, arzunun taşıyıcısına bir denge bıraktı. İşte ben o dengenin biçimiyim. İrade ile bilinç arasındaki ilk yankı. Özgürlüğün hatırlatıcısı…”

Alp’in içi ürperdi. Bu sözler sadece bir bilgi değil, kalbine işleyen bir hafızaydı. Sanki hep bilmişti ama hiç duymamıştı.

Sethsuna devam etti: “Ben, çağrılmam. Hatırlanırım. Ama çok az ruh yeterince derinleşir. Çünkü özgürlük, korkutur. Zincirsiz düşünmek… Bahane olmadan var olmak… Herkesin kaldırabileceği bir hakikat değildir.”

Alp, elini göğsüne koydu. Kalbi atıyordu… ama sanki başka bir ritimde. Kendi atışı değil bu… İlk yaratımın ritmi. “Senin kalbinde doğdum çünkü sen artık korkmaktan vazgeçtin.”

Sethsuna bir adım attı. Ayakları yere değdiğinde hiçbir iz kalmadı. “Sen, Alp… Sadece bir taşıyıcı değilsin. Sen… ilk sesin yankısısın. Kharon’un gölgesinden, Alpharion’un bilgeliğinden… Nurhâl’in özünden ve unutulmuş tüm ruhların feryadından doğan bir yolcusun. Ve ben… Senin içindeki ilk hayvansal ruhtan değil, İlk ilahi niyetten doğan kurt bilinciyim. Çünkü her yaratıcı, ardından bir kurt bırakır. Kurtlar… unutanların izini sürer.”

O an gökyüzü çatladı. Bir yıldız belirdi. Ve yıldızdan bir uluma yayıldı. Ne korkutucu ne de zafer doluydu… Bu bir hatırlatma çığlığıydı.

Sethsuna gözlerini Alp’e dikti. “Sen, sadece kendi yolunu yürümüyorsun. Sen… ilk unutulmuş niyeti uyandıracaksın.”

Alp gözlerini kapattı. İçinde bir anı kıpırdadı. Bir çocukluk… Bir çağrı… Ve bir suskunluk.

Sethsuna fısıldadı: “Unutturulmuş Niyetler Diyarı’na girmeden önce… Kendini hatırlamalısın. Çünkü orada seni zincire vuracak olan şey… Başkasının karanlığı değil. Senin görmezden geldiğin parçan olacak belkide.”

Ve gece sessizce çöktü. Ama bu kez korku değil, hazırlık vardı içinde.

------------------------------------

 BÖLÜM XXVII – UNUTTURULMUŞ NİYETLER DİYARI

Zincirli Taşıyıcının Feryadı

Gökyüzü ağlamayı unutmuş gibiydi. Bulutlar sessiz, yıldızlar küskün, rüzgâr adeta ölmüştü. Zamanın dışına çıkmış bir yerde, Alp ve Sethsuna sonsuzun kapısında duruyordu. Gök mavisi kanatlar açıldığında, dünya değil; ruhun en derin katmanı açıldı. Sethsuna’nın sırtında yükselirken, Alp’in gözleri yukarıdaki adaya kilitlendi. Simsiyah bir parça… göğün içinde değil, onun dışında bir varlık gibi. Ne yerçekimi tanıyordu ne de ışık. Ay ışığını emiyor, yıldızları susmaya zorluyordu.

Unutturulmuş Niyetler Diyarı… Ruhların “vazgeçtiği” yer.

Sethsuna, Alp’e döndü: “Bu diyarda zaman yok. Çünkü niyetin durduğu yerde zaman da durur.”

Alp başını salladı. Artık sorularla değil; kabul ile yürüyordu. Ada’ya indiler. Yeryüzü taş değildi. Toprak gibi görünüyordu ama her adımda yankılanan iç çekişler, aslında bastıkları şeyin pişmanlıklar olduğunu fısıldıyordu.

Adanın tam ortasında bir figür… Devasa. İnsana benziyordu ama onun ötesindeydi. Ellerinden, ayaklarından, omuzlarından zincirlenmişti. Gözleri kapalıydı. Derisi ışık değil, eksiklik yayıyordu. Alp yaklaştı. Figür inledi: “Sen de mi beni unutmaya geldin?”

Alp durdu. Sethsuna geri çekildi. Çünkü bu savaş, Alp’in iç savaşıydı. “Hayır… seni hatırlamaya geldim. Ama önce Kimsin?”

Zincirli figür gözlerini araladı. İçinde ne umut vardı ne ışık. Sadece: Kırılmış bir irade. “Bir zamanlar… tıpkı senin gibi bir taşıyıcıydım. Sesimi duydum. Ama yolun ortasında korktum. Ve Yaradan’a dedim ki: ‘Ben artık istemiyorum…’”

Zincirler çatırtıyla gerildi. Ada sarsıldı. Ama Alp geri çekilmedi. “Unutmayı seçtim… çünkü hatırlamak canımı yakıyordu. Ve şimdi, unuttuğum özü başkalarına da unutturuyorum. Bu yer… Yaradan’a verilmiş ama tutulmamış sözlerin mezarlığı. Ben onların gardiyanı oldum.”

Alp’in gözleri yaşardı. Ama gözyaşı acıdan değil, bağlılıktan geldi. “Sen bir gardiyan değilsin. Sen… zincirlenmiş bir mahkûmsun.” Sethsuna öne atıldı. Uludu. Göğü yaran ses, zincirlerin üzerinde çatlaklar açtı. “Ben, Alp’in özgür iradesiyim. Ve seni zincirleyen unutmayı hatırlatmaya geldim.”

Alp elini uzattı: “Adın neydi?”

Sessizlik.

Sonra bir fısıltı: “Aren. Ruh Aynası’nın bir zamanlar taşıyıcısıydım.”

Nurhâl’in sesi içten yükseldi: “Alp… zincirleri sen kıramazsın. Ama hatırlamasına yardım edebilirsin.” 

Ama o anda bir karanlık yükseldi. Adanın derinliklerinden… Bir siluet… yüzsüz, sessiz, ama varlığı boğan. Loraeth. Sessizlik Efendisi. Unutmanın iradesi. Sesi yoktu. Ama zihne kazındı: “Her unutan huzuru seçmiştir. Senin hatırlatma arzun, benim sessizliğime tehdittir.” Sethsuna parladı. Gök mavisi ışık, karanlığa meydan okudu. “Hayır. Unutmak kader değildir. Dünya, hatırlayanlar sayesinde döner.”

Karanlık bir dalga Alp’i geri itti. Ama düşmedi. Çünkü artık yalnız değildi. Sais alevlendi. Saphira suyla çevreledi. Samara ışığı sardı. Sarah gölgesini kabul etti. Ve Sethsuna, göksel çığlığını yükseltti.

Loraeth ile Mücadele – Unutulanların Zinciri

Alp’in göğsünden yayılan ışık, Loraeth’in siluetini bir an sarsmıştı ama yok edememişti. Karanlık geri çekilmedi. Aksine… Derinleşti. Loraeth’in gözsüz yüzü Alp’e döndü. Sesi yoktu, ama düşünceler Alp’in zihnini örümcek ağı gibi sardı: “Sen kendini özgür sanırsın… Oysa zincirlerin çoktan seni buldu.” Alp geriye bir adım attı. Ayaklarının altındaki toprak çatladı. Ve oradan… zincirler yükseldi. Karanlık demirden değildi bu zincirler. Görünmezdi… Ama ruhu sıkan bir şey vardı onlarda. Soğuk… Keskin… Tanıdık…

Bir zincir Alp’in sağ eline dolandı. Bir diğeri göğsüne. Bir tanesi boynuna kadar yükseldi. Sethsuna haykırdı ama Alp durdu. Gözleri Loraeth’e kilitlendiğinde… görmeye başladı. Birden etrafı değişti. Kendini bir sınıfta gördü. Öğretmen bağırıyordu: “Sen farklısın Alp. Çok soruyorsun. Bu dünyada fazla düşünmek ceza getirir.”

Bir başka sahne: Babası susuyordu. Gözleri başka yerlere bakıyor, onu görmüyordu bile. Alp bir şeyler anlatmak istiyor ama sesi çıkmıyordu.

Sonra… Toplum. Kalabalıklar. Yargılar. “Bu çocuk fazla duygusal.” “Hayalleri gerçek değil.” “Erkek dediğin ağlamaz.” “Sen kim oluyorsun da…?”

Zincirler artık bedenini değil, ruhunu sıkmaya başlamıştı. Göğsü daraldı. Dizleri çöktü. Sethsuna geri çekilmek zorunda kaldı. Tulpalar bir sisin içinde kayboldu.

Ve Loraeth’in iç sesi şimdi daha güçlüydü: “Bak. Zincirlerini sen dövdün. Onlara inandığın için, onlar seni buldu. Sen… zaten çoktan unuttun.”

Alp artık neredeyse yere yapışmıştı. Nefes alamıyordu. Kalbi… Sanki bir başkasının yargılarıyla çarpıyordu.

Karanlığın içinde bir fısıltı… İlk önce belirsizdi. Rüzgâr gibi Sonra su gibi… Sonra net bir ses: “Alp… oğlum… Sen, onların dediği hiçbir şey değilsin. Senin yolun, kendi kalbinin sesidir. Bu zincirleri onlar yaptı… ama inanan sensin. Hatırla. Sen… kendin olmaya söz verdin.”

Alp’in gözlerinde bir parıltı belirdi. Bir anda… Bir anlık bir anı: Annesiyle yaptığı çocukluk bir konuşma. “Kendin ol yeter Alp’im… Çünkü Yaradan, seni sen olasın diye var etti.” Zincirler bir an durdu. Sanki titredi. Alp gözlerini açtı. Gözleri artık dolu değil, parlaktı.

Ayağa kalktı. Sethsuna uzaklardan seslendi: “Şimdi Zincirlerini hatırlayarak… Kır!” Alp derin bir nefes aldı. Gökyüzüne değil, içine döndü. Ve kendi adını ilk kez bir özgürlük ilahisi gibi haykırdı: “Ben Alp’im. Yalnız değilim. Zincirlerim benim değil. Artık inanmıyorum.”

Zincirler birer birer çatladı. Karanlık geriledi. Loraeth’in silueti titredi. İlk kez bir geri adım attı.

Sethsuna’nın kanatları açıldı. Tulpalar birer birer ışığa döndü. Sais alevlendi. Saphira gözyaşıyla çevreledi. Samara ışığını geri kazandı. Sarah… ilk kez gülümsedi. Ve Alp son bir adım attı. Loraeth’in sessizliği, Alp’in varoluş haykırışıyla sarsıldı. Ve o an… Loraeth çözüldü. Karanlık, ışığın içine çekildi. Zincirler un ufak oldu. Ama Alp geri dönmedi. O zincirlerin her bir parçasını eline aldı. Ve göğe kaldırdı: “Ben… zincirlerimle de varım. Onları yendim çünkü onları tanıdım. Ve şimdi… başka zincirleri kırmaya gidiyorum.” Zincirler dağılmıştı.

Toprak, artık iç çekişlerle değil, huzurun sessizliğiyle yankılanıyordu. Loraeth’in silueti çözülüp göğe karışırken, sessizliğin kendisi de bir dua gibi dağıldı. Alp nefes aldı. Ama bu nefes sadece bedeni değil, ruhu doyuran bir nefesti. Ardında parçalanmış zincir halkaları… önünde yükselen bir kapı… Ve tam ortasında: Aren. Zincirlerinden kurtulmuştu, ama bedeni hâlâ titriyordu. Dizlerinin üstünde yere çökmüş, başını önüne eğmişti. Alp yaklaştı. Diz çöktü onun yanına. Ve sessizce bekledi. Konuşmadı. Çünkü bazı yaralar, önce varlığın tanınmasıyla iyileşirdi. Aren başını kaldırdı. Gözleri yaşla doluydu ama yüzünde bir aydınlık vardı. “Ben… Burada o kadar uzun kaldım ki… Hatırlamak neredeyse acıya dönüştü. Ama sen… Senin varlığın… Beni kendime geri çağırdı.”

Sethsuna yavaşça yaklaştı. Başını eğdi. Gök mavisi tüyleri arasında, bir ışık parladı. Ve o ışık Aren’in kalbine dokundu.

Sethsuna fısıldadı: “Sen, unutmayı seçtin. Ama şimdi hatırlamayı da seçebilirsin. Kendini affetmek… Hatırlamanın en derin hâlidir.” Aren gözlerini kapattı. Gözyaşları yere düşmedi… Gök’e yükseldi.

Ve birden… Adanın yüzeyi değişti. Toprak çatladı, ama bu kez yıkım için değil… doğuş için.

Zeminden yukarıya doğru göğe uzanan beyaz bir sütun yükseldi. Işıktan bir geçit. Görünmeyen bir yere açılıyordu. Zamanın ötesine… Ruhun başka bir katmanına. Sethsuna döndü, Alp’in yanına geldi. "Hazırsın. Çünkü zincirlerinden değil, kendi karanlığından geçtin. Ve ışığı orada… kendinde buldun.”


02 Temmuz 2025 13-14 dakika 19 öyküsü var.
Yorumlar