Tutku 1.bölüm

İspanya Kralı Leonard'ın güzeller güzeli kızıydı Isabel. Ama onun asıl güzelliği asaletiydi. Dilden dile bu küçük kızın büyüleyici bir ışık yaydığı söylenirdi. Henüz küçücük yaşında kendi ülkesinin kaderini o belirlemiş, sonu mağlubiyet olan bir savaşın ezici hezimeti ve ağır yenilgisi altına girmekten kurtarmıştı tüm krallığı.

İngiltere Prensiyle evlendiğinde henüz 15 yaşındaydı ama geride bıraktığı ülkesinin kaderini omuzlarında taşıdığının da farkındaydı. Onunla birlikte İngiltere'ye gelen 5 nedimesinden başka hiç kimsesi yoktu. Ve Kral düşmanlarından korumak adına Prenses Isabel'in yanına en güvendiği hem zekâ hem de güç bakımından en iyi bulduğu adamını yani Dük Witshorm'u her konuda ona refakat etmesi ve dahası İngiltere Kraliyet ailesinin içinde nasıl davranması gerektiğini göstermesi için yerleştirmişti.

Dük Witshorm; o zamanlar 26 yaşında, bir bakışıyla tüm kadınları kendine âşık edebilecek kadar hoş bir adamdı. Ama onun gözü yeni evlendiği biricik düşesi Lindsey'den başkasını görmüyordu.

Prens ve Prenses evlendikten 5 sene kadar sonra Prens 1.Edward, babasının ani vefatı üzerine tahta çıktı. O tahta çıktığında Kraliçe Isabel'den olan oğlu Prens John henüz 3 yaşındaydı. Her şey yolunda gidiyordu. Saray ve halkın ilişkileri hiç olmadığı kadar iyi, tahta yeni çıkan kralın ılımlı tavrı ise diğer krallıklar tarafından olumlu karşılanıyordu. Ama bu sarayın kalın duvarları arasında yaşananlar dışarıdan göründüğü kadar ihtişamlı değildi. Kral ve Kraliçe arasında tıpkı saray duvarları gibi aşılmaz engeller vardı.

Kral 1.Edward; çok istemesine rağmen bir türlü Kraliçe Isabel'in kalbini tam olarak kazanamamış kendini metreslerinin kucağına bırakmıştı. Kraliçe Isabel ise bütün gününü oğlu ve hayır işleriyle geçiriyordu. Tabi zamanla Kral ve Kraliçe arasında ki soğukluk dikkatli gözlerin entrika kokan bakışlarına hazır bir malzeme oluyordu. Kral'ın metresleri her şeyi ballandıra ballandıra etrafta anlatıp hava atarken Kraliçe tüm bu rezilliğe sessiz kalmakla yetiniyordu.

Dük Witshorm ise bir zamanlar eşinin 'Ne olur, kabul et bu görevi. Hem aile unvanımız yükselir, hem de daha rahat eder ve sarayda yaşarız.' Baskılarıyla istemeyerek kabul ettiği görevi şimdi kalbi sızlayarak yerine getiriyordu. Çünkü Kral tahta çıktıktan sonra nerdeyse her saati beraber geçirdikleri Kraliçe'nin ışıltılı güzelliği ve asaleti onu da kendine esir etmişti. Ama bu her zaman gizli kalmaya mahkûm bir aşktı. Bir zamanlar deli gibi âşık olduğu biricik karısının yükselme hırsları ve saray entrikalarında hiçbir günahı yokken Kraliçe'nin arkasından konuşması bir hayli canını sıksa da bu aynı zaman da karısından soğumasına da neden olmuştu. Karısı ise hiçbir zaman tam anlamıyla sevmediği kocasının ilk günlerin aksine azalan ilgisizliğini umursamamış ve artan saray ödeneği ile kendince kurduğu dünyasında keyifli bir hayat sürmeye devam etmişti.

Neredeyse hiç konuşmuyorlar, birbirlerine hiç dokunmuyorlardı. Çocukları 6 yaşında ki Anthony ve 2 yaşında ki Maya olmasa bir araya gelmek bile istemiyordu Dük Witshorm. Seneler birbirini kovalamış her şey kendi düzensizliğinde bir raya oturmuştu. Artık ne Kral, Kraliçeden hislerine karşılık vermesini bekliyor, ne de Düşes Witshorm eski umursamaz halinde devam ediyordu. Çünkü kocasının ona olan ilgisizliği aklını başına getirmiş ve Kraliçeye olan kıskançlığı sadece variyetle olan kısımdan çok başka yerlere gelmişti. Çünkü Kraliçe ve kocası arasında ki yakınlık artık tüm saray içinde açık seçik konuşulmaya başlanmıştı.

Yıllar birbirini kovalarken Kraliçe iyice yalnız kalmış Dük Withsorm'dan başka konuşabileceği, sırlarını, hayallerini, ileride biricik oğlu John ile ilgili kurduğu planları anlatabileceği kimsesi kalmamıştı. Kraliçe Isabel ve en yakın Muhafızı Dük Witshorm arasında ki aşk söylentileri ise iyice ayyuka çıkmıştı. En son, Kralın en güvendiği adamı bu işi Krala söylemiş ve işler tamamen çıkılmaz bir hal almıştı.

Kraliçe o gece oğlu Prens John'un 14.yaş günü için yapılan balodan dolayı bir hayli yorgundu. Odasına çekilmiş ve dinlenmeye çalışırken birden bire dışarıdan gelen ayak sesleriyle irkildi. Ve birkaç dakika sonra Kral ve adamları kapıyı neredeyse kırarcasına açıp odaya daldılar. Yıllardır sevdiği kadından hiç ilgi göremeyen Kral şimdi bunun nedenini bildiğini sandığı için daha da öfke dolmuştu Kraliçeye karşı.

O gece Kraliçe sabaha kadar gözyaşları içinde eşi 1.Edward'a masumiyetine inanması için yeminler edip durdu. Kral karısının gözyaşları karşısında söylediklerine inansa bile bu dedikoduların önünü kesmek için yapılacak tek şey belliydi. Kraliçe'nin adını lekeleyen o adamı engizisyon mahkemesinden alınacak bir kararla giyotinde başı kesilecekti. Kralın danışmanları ise olaya bir başka yönden yaklaşıyorlardı.

'Eğer Dük Witshorm bu suçtan yargılanır ve idam edilirse, Kraliçenin adının üstünden hiç silinmeyecek bir leke olur. Ve bundan siz de zarar görürsünüz.' Demişti en yakın adamı. 'Tek yol onu sürgüne göndermek. Dük kendi isteğiyle görevinden feragat ettiğini açıklayacak ve sessiz sedasız buradan ayrılacak. Ve böylelikle dedikodular eninde sonunda bitecek.'

Hiç kimse gerçeği bilmese de o gece; Dük'ün bütün unvanlarının alınması ve bir daha saraydan içeri adım bile atmaması şartıyla hayatı bağışlanmış oldu. Kral, Kraliçenin odasından çıkarken Isabel az önce ayaklarına kapandığı adamın ardından gözyaşları dökmeye devam ediyordu.

Aynı gece düşes Witshorm kendine bildirilen emre uyarak yardımcılarıyla birlikte 15 senesini geçirdiği bu sarayda tek bir çöpü kalmayacak şekilde tüm eşyalarını toparladı. Dük Witshorm ise Kraliçenin nedimeleri aracılığıyla kendine gönderdiği haberin ardından Kraliçenin odasını görebileceği en uzak yer olan kuleye gidip oradan hala gaz lambalarının silik ışığıyla aydınlanmaya devam eden ve sevdiği kadının içinde olduğu odayı seyre başladı.

Yıllarca Kraliçenin onurunu korumuş bir adam için bu şekilde ağır bir suçla sürgüne gönderilmek tabiî ki de canını yakıyordu. Ellerini kulenin taş zemine yaslayıp oradan güç alarak düşünmeye devam etti. Onu asıl üzen şey Kraliçenin adının bu şekilde lekelenmesiydi. Ona âşıktı. Bunu inkâr etmiyordu artık. Ama hiçbir zaman bu aşkı gün ışığına çıkarmamış, kalbinin derinliklerinde ki kuytularda saklamışlardı. Biliyordu. Kraliçenin de ona karşı hisleri vardı. Ama kalplerinin engel olamadığı bu günaha asla ama asla bedenlerini ortak etmemişlerdi.

Ertesi sabah Dük sarayın dış kapısının önünde hazırlanan atlı arabalara bakıp derin bir nefes aldı. Sarayın içine girdiğinde etrafında onu seyreden aşağılayıcı, alaycı bakışları görmüyordu bile. Aklında ki tek şey bir daha ölene dek Kraliçeyi göremeyeceği gerçeğiydi. Bütün vücudu terin suyun içinde kalmıştı odanın önüne geldiğinde. Dışarı çıkan muhafızlardan biri 'Sizi bekliyorlar.' Deyince içinde ki derin sızıyla birlikte, yavaş adımlarla odaya girdi. Kraliçe ise herkse inat mağrur ve güçlü görünmeye çalışıyordu. Elini bile tutmadığı sevdiğine bu son bakışları olacaktı. Dük ise olduğundan daha yaşlı ve çökmüş görünüyordu. Kraliçenin önüne geldiğinde reveransını yapıp selamladı ve iki adım geri çekilip kendine okunan bildiriden sonra da kraliçenin elini öpüp huzurdan çekildi.

Biliyordu tek bir an bile göz göze gelse bedeli ölüm bile olsa bırakmak istemeyecekti sevdiği kadını. Kraliçenin odasından çıkıp yürürken kalbinden geçenleri ruhu özgür kalmışçasına içten içe tekrarlamaya başladı. Adımları o farkında olmadan hızlanmış sanki bu acıdan kaçmaya çalışıyordu bedeni. Kirpikleri ise aşkının hüznünden çoktan ıslanmıştı bile.

'Üzgünüm Kraliçem.
Sizi Koruyamadım.
Beni affedin ne olur.
Sizi sevmekten
Kendimi alıkoyamadım.
Kalbimi yasak olan bu aşkla doldururken,
Sizin bu denli üzüleceğinizi bilsem de
Kendi sefil aşkıma engel olamadım.
Kraliçem!
Ne olur beni affedin.
Sizin isminize sürdüğüm
Bu kahrolasıya leke yüzünden
Ben kendimi asla affetmeyeceğim.'

Onlar sarayın kalın duvarları arasında dönen entrikalara kurban giderken Dük Withsorm'un biricik kızı dadısının gözetiminde sarayın bahçesinde ki küçük süs havuzunun yan tarafında oynamakla meşguldü. Arkasından muzurca yaklaşan John'dan haberi olmadan elini havuzun içine sokup geri çıkarıyordu. John ise sarayda ki tek arkadaşı olan Maya ile uğraşma fırsatı yakalamanın rahatlığıyla havuzun içine elini sokup bir avuç su aldı. Maya arkası dönük halde dadısının 'Üstünüzü batırmayın efendim.' Uyarısına kulak kesilmişken John elinde ki suyu kızın suratına çarpıp 'Günaydın Leydim.' Diyerek şen bir kahkaha attı. Maya her zaman ki gibi kendiyle uğraşan John'a haddini bildirmek için 'Bu kez sizi Kraliçeye söyleyeceğim. Buna emin olabilirsiniz.' Dedi ve hızlı adımlarla dadısına doğru yürümeye başladı. John ise en son aldığı cezadan sonra akıllanmamış olacak ki 'İstediğin her şeyi söylemekte serbestsin. Seninle uğraşmaktan asla vazgeçmeyeceğim.' Deyip tekrar havuza döndü. Leydi Maya ise üstüne yaftalanan 'hanımefendi' kisvesini bir kenara bırakıp orada bulunan dadısına rağmen eteğini iki yandan elleriyle tutup biraz havaya kaldırarak John'a döndü ve hızla üstüne doğru yürümeye başladı. Bu arada Prens John ve Leydi Maya'nın dadıları her zaman ki birbirlerini bulmuş olmanın ve dahası sarayda dönen son dedikoduların çekiciliğiyle çocukları kendi hallerine bırakmışlardı bile.

Maya; hızlandırdığı adımlarını John'un yanına geldiğinde durdurup 'Şimdi yapacağım şeyin Prens olmanla hiçbir ilgisi yok. O nedenle unvanınıza almayın sevgili veliaht prensim.' Dedikten sonra tüm gücünü ayakucuna vererek John'un bileğine hızlı bir tekme savurdu. John ayak bileğini ellerinin arasına alıp ovuştururken bir yandan da Maya'ya laf yetiştiriyordu. 'Bu seferlik böyle olsun bakalım. Leydim unutmayın. İntikam soğuk yenen bir yemektir.' Deyip Maya'nın sinirden deliye dönmüş halde hızlı adımlarla dadısının yanına doğru gitmesini seyretti. Maya'yla uğraşmak kadar kendini rahatlatan başka hiçbir şey yoktu. Tüm gün ağır dersler, kılıç talimleri ve koca bir yalnızlığın içinde sevdiği tek şeydi Maya. Onu bir daha göremeyeceğini bilse gene böyle yapar mıydı bilinmez ama sarayda ki en son günleri Maya'nın uzaklaşan siluetine arkadan gülümseyerek son buldu John için.

Maya ve dadısı saray bahçesinden çıkarken John'da yardımcısının, kendisine ders saatinin geldiğini hatırlatan uyarısıyla sarayın içine girdi. Yanında yürüyen muhafızın gergin yüzü dikkatinden kaçmamıştı. Muhafızı durdurup 'Dük Withsorm'un odasına gitmiyor muyuz?' diye sordu. Çünkü her zaman ki gibi tarih dersini almak için onun odasına gitmediklerini fark etti. Muhafız ise 'Önce Kraliçenin yanına gitmeniz gerekiyor prensim.' Dedi ve sustu.

Maya ise atlı araba konvoyunun ikinci sırasında bekleyen arabaya oturmuş ağabeyi Anthony'nin çilli suratına dikkat kesilmişti. Anthony ise onun bakışlarına aldırmadan elinde tuttuğu kitabı okumakla meşguldü. Bu iki çocuk dışında konvoyda bulunan herkes sarayı son kez gördüklerinin farkındalardı.

Dük Withsorm öndeki arabaya binip kapısını kapatınca arabanın ahşap kabininin duvarına vurup at arabasını sürecek seyise yol almaya başlamasını söyledi.

İşte Dük Witshorm ve ailesinin sarayı gördükleri en son an buydu. Düşes Lindsey bu duruma sevinirken Dük içten içe kanlı gözyaşı döküyordu. Gidebilecekleri kadar uzağa gidip yeni bir hayat kuracaklardı. Önlerinde upuzun bir yol vardı. Ve dahası kalbinde ki ağırlık ona bu yolu bitiremeyeceğini söylüyordu.

Onlar yol almaya başladıktan sadece bir dakika kadar sonra Kraliçenin odasından, arkasından gelen tüm sözlere rağmen koşar adım çıkan John ise bu gidişi durduramayacak olmanın acısıyla saray kapısının önünde yere yığılıverdi. Avuç içlerini yerdeki toprağa sürterken tek sorduğu şey

'Neden?'

Sorusuydu.

1.bölüm sonu

03 Mayıs 2013 11-12 dakika 22 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar