Tutku! 3.bölüm

Angely, Maya'ya yanından gitmesi için bağırırken Maya ise 'Gitmeyeceğim. Korkuyorum. Sana yardım edeceğim.' Diye aynı şekilde karşılık veriyordu. Gözleri kocaman açılmış, kalbi ürkek bir güvercinin kanat çırpışı kadar hızlı atıyor olsa da Angely'i yalnız bırakmak demek kendini de bu ormanın içinde yalnız kalması demekti.

Angely'i istiğfar etmesi durup biraz daha rahatladıktan sonra Maya'nın yanına gelip 'Hadi. Yürümeye devam edelim.' Dedi. Gücünün yettiği yere kadar onunla birlikte gidecek, takati nerede kesilirse orda da ruhunu boşluğa bırakacaktı. Onlar yürümeye devam ederken Dük Withsorm ve ailesi ise hastalık belirtileri iyice ortaya çıkmasına rağmen hala kurtuluş yolu bulmaya çalışıyorlardı. Kasabadan çıkmak için yolu değiştirip ormanlık araziden geçerek diğer kasabaya ulaşıp oradan yola devam etmeyi düşündüler. Maya Saraya ulaşınca Kraliçe bu durumu öğrenip muhakkak onlara yardım için birilerini gönderecekti. Lindsey; kendi için değil ama oğlu Anthony'nin her an ağırlaşan iltihaplı yaraları için dua ederken bunları düşünüyordu içten içe.

Ama onların beklemediği bir sürpriz daha vardı. Konvoyun salgın hastalığa yakalandığından habersiz olan kralın adamları, kralın verdiği emir üzerine saraydan günlerce mesafelik uzağa giden konvoyu sabırla takip etmişler ve aldıkları emri yerine getirmek için atağa geçmişlerdi. Konvoyun yanına yaklaşan atların kişneme ve nal sesleri, durup mola veren insanların dikkatinden kaçmasa da Marcus ve Dük korkulacak bir şey olduğunu düşünmedikleri için ayağa kalkıp atlıların onlara doğru gelişini beklemeye başladılar. Asıl bekledikleri şeyin ölüm olduğunu bilselerdi bu kadar serinkanlılıkla beklerler miydi? Marcus her ihtimale karşın elini belinde ki kılıcının kabzasında hazır tutarken Dük gelen atlıları tanıyıp kraliçenin hizmetinde olan kendi adamları olduğunu fark edince yüzüne yayılan gülümsemeyle karşıladı onları. Ama şövalyeler atlarından inmeye bile gerek duymadan sadece 20 dakika içinde konvoyda ki herkesi kralın emriyle katlettiler. Dük güveninin ve hasta halinin savunmasızlığıyla boynundan aldığı kılıç darbesiyle oracıkta can verirken adamlar için yapılması en zor olan şey yani aldıkları emri tam anlamıyla yerine getirmekti. 'O konvoydan hiç kimse sağ kalmayacak.' çocukların öldürülme anıydı.

Kralın ihanete uğradığına inanıyor olma gerçeği Kraliçenin gözyaşlarına ve yeminlerine rağmen değişmemişti. Kendine bu utancı yaşatan ailenin de elini kolunu sallaya sallaya gitmesine müsaade edemezdi. Geriye sadece ellerinde ki listeden sayım yapmak kalıyordu. Maya olarak düşündükleri kız ise Lindsey'in çocuklarına bakan dadılardan birinin kızından başkası değildi.

Maya ailesinin ölümünden habersiz önü sıra ağır aksak yürüyen Angely'nin peşinden gitmeye devam ederken önlerine çıkan avcı kulübesinde geceyi geçirmeye karar verdiler. Angeyl o geceyi ateşler içinde kıvranarak geçirirken Maya ise korkudan bütün gece ağlamıştı. Sabah erkenden buza kesen kulübeyi ısıtabilmek için dışarı çıktı. Maksadı birkaç tane kuru dal bulup kulübenin içinde ki isli şömineyi tutuşturmaktı. Ama tekrardan içeri girdiğinde gördüğü manzara karşısında elinde ki kuru dalları kapı ağzına düşürüp çığlığı bastı. Onun çığlığı üzerine ise Angely'nin başında bekleyen yaşlı kadın arkasını dönüp korkmuş gözlerle kendine bakan kıza 'Sakin ol. Sadece yardım edeceğim.' Deyip tekrardan Angely'e döndü. Yatağın yanına bıraktığı sepetinden birkaç ot parçası ve küçük cam şişelerde ki ilaçları çıkaran kadın bir yandan da kendini tanıtıyordu hala titreyerek arkasında beklemeye devam eden küçük kıza. 'Ben bu ormanda yaşarım. Adım Hennu. Ben bir şifacıyım. Şansınız varmış ki bana rast geldiniz. Şimdi korkmayı bırak ve bana yardım et. O yere düşürdüğün dalları topla ve şömineyi yak.'

İşte Maya'nın hayatı saraya gelemeden, bu ormanda Hennu ile tanışmasıyla bambaşka bir hal aldı. Hennu; Angely'i tedavi etmeye çalışsa da mikrobun bütün vücuda yayılmasından dolayı fazla umudu yoktu. Birkaç gün sonra az da olsa kendine gelen Angely, Hennu'ya tüm gerçeği anlattı ve 'Ben ölürsem Ona yardım et. Saraya götür.' Dedikten iki gün sonra da acılar içinde bağıra bağıra can verdi.

Hennu; hem bir şifacı, hem de özel güçleri, yetileri olan yaşlı bir kadındı. Angely'nin anlattığı hikâyenin buz dağının görünen kısmı olduğunu hissetmişti. Ve Maya'yı saraya götürürse başına daha büyük belalar alabileceğinin farkındaydı. Maya'nın yanına biraz yiyecek bıraktıktan sonra ormandan toplaması gereken otlar olduğunu ve asla kulübeden çıkmamasını tembih edip kulübeden ayrıldı. Saraya gidip kraliçe için ilaç verdiği adamın ağzından tüm dedikoduları öğrenip kendi hisleriyle ve öngörüsüyle birleştirerek bütün gerçeği sanki o an yaşıyormuş gibi tüm çıplaklığıyla anlayarak geri döndü kulübesine.

O geri döndüğünde Maya uyuyordu. Maya'nın alnına dokunup 'O saraya bir daha gidersen bu senin sonun olur.' Diye söylendi kısık bir sesle ve devam etti. 'Bundan sonra benimle burada kalacaksın.'

13 yıl sonra...

Veliaht prensin babası Kral 1.Edward gittiği sürek avında attan düşüp ağır şekilde yaralanmış ve John'un 27.yaş gününün olduğu gece acılar içinde bağırarak can vermişti. Prens John yatağında uyurken yanına gelen yardımcılarının sesiyle uyanmış yarım saat sonra ise Kraliçe Isabel'in 'Bundan böyle bu ülkenin kralı sizsiniz efendim. Onurunuza ve adınıza yakıştığı gibi büyük bir adaletle bu ülkeyi yöneteceğinizden adım kadar eminim.' Deyip oğlu John'un önünde eğilerek elini öptü. Ertesi gün tahtta çıkan Veliaht Prens John, Kral olarak odasına dönüyordu. Son derece iyi eğitilmiş ve her konuda bilgili olan kendinden emin adamın bu ülkeyi nasıl yöneteceği ise sarayda yaşayan dalkavukların korkulu bakışlarında ki en büyük soru işaretiydi.

John'un ilk işi yıllarca annesine ve kendine büyük haksızlıklar yapan babasının metreslerini saraydan uzaklaştırmak oldu. Sarayda ki bütün dalkavuklardan haklı nedenler öne sürerek görevlerini bıraktırarak kurtuldu. Ve yanına en güvendiği adamı olan Maya'nın arkasından tekrardan konuşmasını sağlayan arkadaşı Hectoru'da baş danışmanı yaptıktan sonra değişen dünya gibi o da kendi ülkesini değiştirmek için çalışmalara başladı. Babasının ölümünden sonra ise çok geçmeden annesi Isabel rahatsızlandı. Isabel'in hastalığının nedenini kimse bulamıyor dahası hastalığa bir isim bulamadıkları için gelişi güzel ilaçta veremiyorlardı. Saraya her gün girip çıkan doktor, efsuncu, şifacı, müneccim ve rahibin haddi hesabı yoktu.

O gece John annesinin odasından çıktıktan sonra kendi odasına gidip yardımcılarına bağırmaya başladı. 'Madem işinizi yapamıyorsunuz, yapacak birilerini bulun. Kraliçem orada can çekişirken sizler böyle eli kolu bağlı oturamazsınız. Bunun mutlaka bir çaresi olmalı. Yüce İsa adına yemin ederim ki eğer Annem ölürse siz de bedenlerinizi bekleyen acılı ölümden kurtulamayacaksınız.'

Yardımcılarından biri, dizilmiş olduğu sıradan bir adım öne çıkıp önce selam verdi John'a. Ve konuşmaya başladı. 'Aslında biri var Kralım, yaşlı bir kadın. Buraya 4 günlük mesafede ki bir ormanda yaşıyor.' Kral oturduğu yerden öfkeyle kalkıp 'E o zaman, daha ne bekliyorsunuz? Gidip getirin o kadını buraya.' Deyince, adam biraz daha korkusu belli olan bir ses tonuyla konuşmaya deva etti başını yerden hiç kaldırmadan. 'Aslında şifacıyı saraya getirmek için iki adam yolladım. Ama çok hasta olduğunu ve yatalak olarak yattığını söylediler.' Kral daha da sinirlendi. 'Kendine hayrı olmayan yaşlı bir bunağın Kraliçeme nasıl faydası dokunacak?' 'Efendim bu şifacı buraya daha önce gelenler gibi değil. Belki hatırlarsınız. Anneniz bundan seneler evvel gene böyle hastalanmıştı. Herkes onun salgına yakalandığını ve öleceğini düşünürken o şifacı sayesinde ayağa kalktı. Belki şimdide bir faydası dokunur.'

John öfkeyle elini saçlarının içinde gezdirip yanında duran Hector'a döndü. 'Bu gece bir araba hazırlayıp o kadını buraya getirmek için yola çık. Bir saniye bile bekleme.' Hector topuklarını birbirine sertçe vurarak 'Emredersiniz Kralım.' Dedi ve odadan dışarı çıktı.

O gece yola çıkan Hector beraberinde gelen at arabasıyla birlikte yolları aşarken, Maya kendine yaklaşan tehlikeden habersiz ormanın içinde şifalı otları toplamaya devam ediyordu. Bulduğu otları kendini öve öve kulübeye getirdikten sonra yatakta yatan ve artık iyice yaşlanmış olan kadına dönüp konuşmaya başladı. 'En şifalı otları buldum büyükanne. Bana öğrettiğin gibi hepsini hazırlayıp sana ilaç yapacağım. Ondan sonra yataktan kalkmada görelim.' Yaşlı kadın ise yüzünde sakin bir gülümsemeyle 'Benim hastalığım yaşlılık hastalığı. Çok fazla ömrüm kalmadı. Bunu ikimizde biliyoruz.' Deyip devam etti. 'Sen bana ilaç yapmayı bırak da söylediğim şeyleri not almaya devam et. Kadın öleceğini anladığı andan beri yıllardır eğittiği bu genç kıza bildiği her şeyi hemen öğretme çabasına girmişti. Maya bunun farkında olsa bile yıllardır tek sığınağı olan bu huysuz ihtiyarın öleceğini kabullenmek istemiyor, her gece, Hennu aldığı ilaçlarla sakinleşen acıları yüzünden uykuya daldıktan sonra annesinden kalan gümüş tespihi eline alıp dua etmeye başlıyordu.

Uyku gözlerini farkında olmadan kapatana kadar da bu ayin devam ediyordu. Maya dualarını her gece yapmaya devam ederken Hector'da hiç hız kesmeden yol almaya devam ediyordu. Kral John'un verdiği emri çarçabuk yerine getirebilmek için. O gece adamlarından biri 'Efendim. Atlar bu yorgunluğa daha fazla dayanamaz. En azından bu gece dinlensinler.' Deyince adama hak verip geriye de sadece bir günlük yolunun kaldığını bildiği için orman çıkışında mola verip ateş yaktılar.

Ertesi sabah yola koyulduklarında tan yeri daha yeni aydınlanıyordu. Ama dinlenmiş olan atların dünkünden daha hızlı koştukları da fark ediliyordu. Geçtikleri en son kasabadan sonra akşam kızıllığı yolların üstünü örterken kasabanın dışında ki ormana girdiler. Baykuş sesleri ve sonbaharın gelmesiyle birlikte kuruyan dalların üzerlerinde ki yaprakların hışırtıları ormanın sakinliğinin içinde uğuldarken Hector yanlarına kasabadan aldıkları adamın yardımıyla ilerde ki cılız mum ışığının geldiği yere baktı. Adam 'O kadının kaldığı kulübe burası.' Dedi ve görevini yapmış olmanın rahatlığıyla eline aldığı bir kese altını kemerinin içine gizleyip beklemeye başladı.

Şimdi iş sırası Hector'a gelmişti. Atından aşağıya inip, yularından tutarak kulübenin kapısına geldi. O kulübeye yönelirken adamlarına 'Siz burada kalın.' Diye emir vermişti. Kapının önüne geldiğinde ise içeriden gelen; sanki biri boğazlanıyormuş gibi sesi duyunca olduğu gibi tüm gücünü sağ omzuna verip kapıya yüklenerek zaten köhnemiş olan kapıyı odanın orta yerine sermesi bir oldu. İçeri girdiğinde gördüğü manzara ise en az John'un kendi odasına girdiğinde gördüğü manzara kadar ilginçti.

John annesini kontrol edip nedimelerine de başından ayrılmamaları konusunda sıkıca emirler verdikten sonra ağır adımlarla kendi odasına doğru yürümeye başladı. Peşinden hiçbir zaman ayrılmayan dalkavuklar ordusu da onunla beraber odasının kapısına kadar gelip krala iyi dileklerini sunduktan sonra John'un kendi odasına girmesinin ardından kapıdan ayrıldılar. John ise içinde ki yorgunluk ve üzüntü hisleriyle arkası dönük bir halde derin bir nefes alıp odanın içine girdi. İçerde en az gece kadar siyah bir pelerinle bekleyen leydi Amly'yi görmeyi doğrusu hiç beklemiyordu. John onu hiç umursamadan küçük ahşap masanın üstünde ki şaraptan bir kadeh doldurup 'Burada ne işin var? Seni çağırdığımı hatırlamıyorum.' Diye sorunca Leydi Amly üstünde ki siyah pelerinin yakasındaki düğümü çözüp kukuletasını aşağı indirdi. Ve ardından kendi elleriyle pelerini aşağı sıyırıp çırılçıplak vücuduyla Kralı selamladı.

'Sadece sizi teselli etmek için buradayım Kralım. Aklınıza başka bir şey gelmesin lütfen.' Diyerek Kralın yanına gelip elinde ki altın şarap kadehine uzanıp aldı ve kalan şarabı bir dikişte içti. Kral ise yüzünde alaycı bir gülümsemeyle odanın içine doğru yürüyüp yerde duran pelerine bakıp...

3.bölüm sonu

07 Mayıs 2013 11-12 dakika 22 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar