Umut

Denemede söz ettiğim konuların kritiğini yaparken kapı çalındı. Duygu açtı. Gelen, Halit'ti. Oldukça sıkıntılıydı. Yüzü gözü kıpkırmızıydı. Yaklaşınca dikkatle baktım, sol yanağı ve alnında, kaşlarının hemen üstünde çok sayıda sivilce çıkmıştı. Bunlar dün yoktu. Bir gecede, birdenbire ortaya çıkmışlardı. Sağ yanağında, kulağına yakın yerde de birkaç tane çıkmıştı. Selamlaştık, masamıza oturdu. Göz kapakları şişmişti, elleri titriyordu:

_ 'Ne oldu hemen bir gecede sana? Yüzündekiler alerji mi?' diye sordum.

_ 'Sanmıyorum. Dokunacak bir şey yemedim. Sıkıntıdan...' dedi.

_ 'Of! Bu kadar büyütme! Nasipse olur, değilse olmaz. Biraz sabret, bekle bakalım. Kaçmıyor ya! Bulunur bir kolayı. Kendini harap edince ne değişecek? Giden geri mi gelecek?'

_ 'Ben ne yaptığımı biliyor muyum? Elimde mi üzülmemek?'

Define, tezgâhını dışarıya koymak için kalkınca, Halit de kalktı. Ucundan tutup, yardım etti. Malzemeleri de üzerine dizdiler. Prova için çocuklar gelecekti. Orada oturup çalışmayacaktı daha ama yine de ekmek kapısını açık tutmak istiyor olmalıydı. Yerlerine otururlarken Define:

_ 'Nasipse gelir; Hint'ten, Yemen'den; nasip değilse, ne gelir elden?' dedi.

Konuyu kapatmak ister gibiydi. Halit ise anlatmak, içindekilerin hepsini dışarıya atıp, bir nebze de olsa rahatlamak istiyordu. Sabah erkenden gelmesinden ve sıkıntılı hallerinden bu anlaşılıyordu. Konuyu değiştirmek için:

_ 'Benim resmim ne oldu, Halit. Ne zaman yapacaksın?'

_ 'İlhami geldiğinde...'

_ 'Esin gelince olmaz mı? İlhami'yi ne yapacaksın? Esin gelsin sana, yer tutucu olarak. Olmaz mı?'

_ 'Ben sana ?Ayşe' diyorum. Sen bana ?Esin' diyorsun.'

_ 'Sen bize bir şeyler mi anlatmaya çalışıyorsun? Ne oldu? Anlat madem. Aradı mı?'

_ 'Hayır. Ben aradım. Evden değil. Postaneden... Uzun uzun konuştum.'

_ 'O halde rahatlamış olmalısın. Sıkıntın neden?'

_ 'Aklımdan geçenlerin hepsini söyleyemedim.Dilim başka dedi, içim başka diyordu da ondan. Dışım tevekküldeydi, içim isyanda!'

_ 'Neden? Ruhundaki huzursuzluk neden? İsyan neden? Kime? Farkında olmadan şahsa isyan ederken, farklı yere varırsa, hiç düşündün mü?'

_ 'Arkadaşım, sorma! Ben üzüntüsüz ortam ve huzur arıyorum, sen beni bendeki gerçeğin, hüznün ortasına götürüyorsun. Ne yapmaya çalışıyorsun, bilmiyorum ama canın sağ olsun!'

_ 'Cerahatli bir çıban olgunlaştığında, iyileşebilmesi için can acıtsa da sıkılarak özü çıkarılır, içindeki iltihap dışarıya akıtılır. Zor da olsa, iyileşebilmek için buna katlanmalısın. Kapatmaya çalıştım, olmadı. O zaman deşeceğim ki anlatacaksın. Anlat, anlat da açıl! Özel kısımları sende kalsın. Sadece bilmemizi arzu ettiklerini söyle!'

_ 'Ona dedim ki telefonda, ağlamaya başladığında:

_ 'Boşuna kendini zorlama, ağlama! Veda etmeden git, gideceksen! Mecbur değilsin, üç yıl boyunca gözümü ayırmadan baktığım, bakmaya kıyamadığım, doyamadığım gözlerinden yaşlar akıtma. Beni teselli etmeye çalışmaya da mecbur değilsin. Ya açıklama yap, doğru dürüst; anlat ne olduğunu, neden böyle bir karar aldığını ya da hiçbir şey söylemeden git, gideceksen! Kendini üzme. Bana gelince, beni bana bırak. Asla düşünme! Unut!' İçimden dediklerim tamamen farklı şeylerdi:

_ 'Zannetme ki her şey bitti, sevgili. Zannetme ki o kadar kolay bitebilir. Mutlaka bir gün güneş bambaşka bir parıltıyla, mutluluk ışıkları yayarak doğacak ufkumuzdan, tüm ihtişamıyla. Bambaşka ısınacak topraklar, tohumlar sevinçle çatlayacak, yapraklar inadına taptaze, yemyeşil... Sevda denince biz geleceğiz akla. Dağlardaki kayalara yazılacak adlarımız. Aşkımızın destanı yazılacak. Ülke sınırlarını aşacak sevdamız. Her şeyin bittiğini sanan herkes şaşıp kalacak! Sen de dâhil olmak üzere...

Varsın kalleş olsun zaman. Oyunun bu sahnesi böyle kapansın. Akşamında olalım bu dönemin, gözleri yaşlı, yüzleri ağlamaklı... Kapkaranlık geceler beklemekte olsun bizi, bir süreliğine. Yalnızca, ölesiye inandığım bir umut var ki içimde, ona kimse dokunmasın!
Sensizlik olmayacak senden bana düşecek olan pay. Kay bakalım rayından, kolaysa kaderinden kaçmak, rota değiştirmek, başkasına gitmek, elinden geliyorsa, kay!

Yoruldum, geceler boyu düşünmekten. Yıllardır peşinde koşmaktan. Beklemekten usandım. Üzülecek halim kalmadı artık. Bir son vermem lazım can pahasına, can havliyle atağa geçmek...

İnsan, umudunu yitirdiğinde yiter. Biter bu sıkıntılar, gün gelir biter. Ayrılık biten toprakta vuslat da biter. Yolumuz uzun, ela gözlü yâr. Zannetme ki buraya kadar! Suya yazmadık biz aşkımızı, yitik şehirlerle beraber yitmedik. Bir milim uzağa itmedik sevgiliyi ve bir milim öteye gitmedik. Adını unutturmadan adımı unutamazsın. Sensizliğin çıldırtan boşluğunda kıvrandığım zamanlarda, üç yılı Ahı Dağlarına dolayıp, gittin. Öyle bir gidiş gittin ki bittim!..

Sana 'Zalim!..' demek vardı. Sıralamak sonra, akla ne gelirse, arkasından... Fakat Seni Yoluma Çıkaran'ın bir bildiği vardı elbette. Seni senden değil, Seni Yaratan'dan diliyorum ve biliyorum ki kaderde varsa, kimse engelleyemez ve hiçbir güç, olacak olana 'Olma!' diyemez!

Çorak Topraklara Su Veren'dir O, Sararan Ekini Yeşertendir O! Nehirler tersine akarsa ancak o zaman vazgeçerim senden, bunu iyi bil! Kar kan kırmızı yağarsa ve yağmurlar aşağıdan göklere... Belki o zaman...

Ey, Çölün Ortasına Nehir Uzatan! Yıldızsız Gecede Yolu Bulduran, Daim Emreyleyen, Her An Buyuran! Saçının teline esir ettiysen beni, kudretini göster! Bir sebep halk et!

Kalbim laf anlamıyor dede. İlle de Ayşe! Bak, koy elini, bak, nasıl deli gibi çarpıyor! Kulağını daya da dinle, bak ne diyor? Bu nasıl bir heyecan ki hiç bitmiyor dede? Ne önüne geçilmez bir duygu seli bu? Onun beni sevdiğine inanmışım bir kere. Bir şey söyle şu anarşiste! Bende bu organ oldukça ve yandıkça iflah olmam imkânsız. Mantığım doğruyu gösteriyor, bu tamamen aksi istikameti işaret ediyor.

Diyor ki bana: 'Kalk Sivas'a git, dikil kızın babasının önüne! De ki: 'Bu kız bana üç yıl boyunca ümit verdi. Benimle gezdi tozdu, sonra da yozdu. Bu nasıl iş?'

Yakayı paçayı yırtsam, çöllere mi düşsem, Mecnun gibi? Aşk için canımı veririm, hiç düşünmeden!.. Ben onu unutmak için sevmedim. Nasıl çekilir bu acı? Nasıl dayanırım ben? Onun kalbi yok mu? Bu meret sadece bende mi var? Üç senelik mutluluğu beraber yaşadıktan sonra, tek başıma mı çekeceğim, ayrılığın acısını? Bu ateşte bir ben mi yanacağım? Onun umuru duymayacak mı?

Tüm hücrelerim acıyor dede. Bütün vücudum ıstırap içinde, ruhum sıkılıyor, kahroluyorum! Birbirlerine sarılıp gezen bir çift görmeyeyim, burnumun direği sızlıyor.

Aklımı oynatacağım bu gidişle! Bunalımdayım. Yavaş yavaş çöküyorum. Yediğimin içtiğimin tadı kalmadı. Sadece sizin yanınızda biraz nefes alabiliyorum. Tam okulum bitmişken, bir iş bulup çalışmaya başlayacakken, evlenmemize çok az bir zaman kalmışken, bu neden böyle oldu? Bir anlam veremiyorum. Hayat bağlarım kopuyor. İntihar mı edeyim, dede? Ne yapayım? Sen bana bir akıl ver!

Herkes gülüyor, eğleniyor. Hayat, benim dışında yaşanıyor. Günler geçmeye devam ediyor, bense yerimde sayıyorum. Amacım vardı. Hayata asılıyordum. Okulum bitecekti, onun için olanca gücümle çalıştım. Evlenecektik, bir evimiz olacaktı, bir düzenimiz, başkaları gibi... Her gün onu yurda bırakmayacaktım. Hiç ayrılmayacaktık birbirimizden. Gece gündüz beraber olacaktık. Şimdi burada yapayalnız kalakaldım ben.

Bana bir şeyler söyle. Yoksa 'Haydi Abbas, vakit tamam!' diyerek çekip gideyim mi bu dünyadan? Delirmenin ya da intiharın eşiğindeyim.'

_ 'Gördün mü bak neler varmış içinde? İçine atarsan ruh sağlığın bozulur. Arkadaş, ne gün için var? Anlat, bağır çağır, konuş... İçine atma! Hem dede bir çare düşünür ona. Biliyor musun? İstanbul'dan sevinçli haberlerle döndü. Levent'in babasının hakkından gelmiş! Ayşe'nin babasıyla da görüşür. Öyle değil mi dede?'

_ 'Senin için dünyanın bir ucundan, bir ucuna giderim, evlat! Alırız ifadesini. Gider, kızla konuşuruz. Sonra da babasıyla... Bakalım neymiş derdi? Merak etme. Ne olursa olsun, o içindeki güzelliği, umudunu kaybetme!'

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 52

26 Haziran 2010 7-8 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar