Üniversiteli

Gözlerini açtı salonun loş aydınlığında şöyle bir dolaştırdı. Sol bileğini gözlerinin hizasına getirip saatine baktı. Akrep ve yelkovanı görmekte biraz zorlandıktan sonra bu gün Pazar tatili nasıl olsa dedi kendi kendine.. Pazartesi günkü sınavı için geç saatlere kadar ders çalışmış bu yüzden doğru dürüst uykusunu da alamamıştı. Duvardan tarafa sırtını dönerek pikesini üzerine çekti...

İkindi vaktine yakın yatağından doğruldu ayak yordamıyla bulduğu terliklerini giydi. Ev rutubet kokuyordu, Bahçelievler de üç katlı tuğladan yapılmış eski bir binanın dışarıdan birkaç basamaklı girişinin altında yani bodrum katında oturuyordu. Burası iki oda bir salondu, küçücük odaların kapısı salona açılıyor daracık salondan da antreye çıkılıyordu. Zemini araları oldukça açılmış, duvar diplerinde de kırık ve çürükleri olan tahta döşeme ile kaplı idi. Yürüdükçe gacır gucur sesler çıkarıyor, sık sık uç veren gevşemiş iri başlı çiviler, zaman zaman loşlukta ayağına takılıyordu.

Ev caddeden birkaç metre geride bahçe içindeydi. Odaların penceresi sokak tarafına, salonunki ise yan taraftan bahçe içine bakıyordu.Evin var olan üç penceresi de yüksekte yani tavana bitişikti. Oldukça küçük olan bu pencerelerden içeri doğru dürüst gün ışığı girmiyordu.

Odaları kullanmıyordu, duvarlarda aşağılardan yukarılara doğru uzayan parlak kuru izler vardı. Ne olduğunu bir türlü anlayamadığı bu izleri temizlemeye çalışmış, uğraştıkça da duvarın çirkin boyasının hatta sıvasının un gibi ufalanıp döküldüğünü görünce vazgeçmişti.

Biraz daha makul gördüğü salonda, bahçeye bakan pencerenin bulunduğu duvarın dibine yerleştirmişti, somyasına serdiği sünger yatağını. Zaten fazla bir şeyi de yoktu ev eşyası olarak..

Kalktı salonun ortasında sallanan tek ampulü, antre giriş kapısının yanındaki düğmeye dokunarak yaktı. Ortalık gün ortasında gece ışığı gibi aydınlandı, duvarların ve eski tahtaların çirkin görüntüsü tas tamam ortaya çıktı. Lavaboda yüzünü yıkadı, bol bol su kullandı ama nafile.. Rutubetten şişmiş gözleri, yanakları bir türlü rahatlamıyordu, zaten başıda ağrıyordu. Havluyu şöyle bir yüzünde gezdirdi fazla kurulanmadı, açılıp kendine gelebilmesi için böyle yapıyordu her zaman..

Salona geçti yan tarafa dehliz gibi geçişi olan küçücük köhne mutfağına gitti. Rafta duran kapaklı iki kutuyu indirdi ve ekmeğe uzandı. Akşam yediğinde gevrek olan ekmeğin yarısı kalmış oda nemden yumuşamıştı. Biraz daha dursa hamur olacakmış neredeyse dedi kendi kendine. Birinci kutuyu açar açmaz geri kapattı, kokmuştu içindeki peynir. İkinciyi açtı iki tane siyah zeytin ona bakıyordu.

Çarşıya çıkıp bir şeyler almalıydı yemek için, yattığı yerdeki gömlek ceplerini, cüzdanını karıştırdı, bir daha bir daha baktı akşam üzerinden çıkarttığı pantolonun yan cebinden çıkan yetmiş beş kuruştan başka para bulamadı.

Elbisesini giyindi, lavabodaki sırları bozulmuş cama aynaya bakıyormuşçasına gözlerini dikti. Saçlarında özenle tarağını gezdirdi, ne de olsa sokağa çıkıyordu. Niyeti ekmek alıp hemen dönmekti. Kapıyı açtı daracık basamakları demir tırabzanına sol eliyle tutunarak zemin kata çıktı. Buradan yukarı doğru basamaklar dönerek devam ediyor ve onlar daha geniş, daha bakımlı, daha aydınlıktı. Çıktığı kattaki demir kapıyı açar açmaz dışarının havası yüzüne dokundu, uzun uzun soludu.

Binanın teras katının çatısında bazen ağaçlara süzülen, kaldırımlara konan hatta sokağın asfaltında gezinen güvercinlerin yuvaları vardı. Şimdi yine onlar yine ortalıktaydılar ve rızıklarını arıyorlardı. Onları izlerken bir iki dakika düşündü. Nereye gidiyordu, çok mu parası vardı alışveriş için. Yarın belki sınava geç kalmamak için otobüse binebilir, belki kahvaltı için simit alabilir, belki de sınavdan sonra ihtiyaç duyabilirdi. Bunları düşünürken birden ben kimim, rüyada mıyım, bir hayali mi yaşıyorum acaba dedi, bir çimdik acısıyla irkildi. Kendini yoklamış ve hayatta olduğunu tescillemişti.

Çıktığı merdivenlerden tekrar indi. Anahtarı ile kapıyı açtı ışık yanıyordu doğruca mutfağa gitti. Peynir kutusunu çöpe attı, diğerinin kapağını açtı nemlenmiş ekmeğine kalan iki zeytini katıklayarak karnını doyurdu. İki litrelik pet şişedeki suyun dibinde kalanını içerek salona oradan da odaya geçti. Dışarıya sıfır seviyede ama içeriden oldukça yüksek olan pencerenin çerçevesini sonuna kadar açtı. Her gün böyle yapıyordu evi havalandırmak için. Pencereden yönünü çevirince odanın duvarına takıldı gözleri. O da ne!.Gördüğü manzaradan hayretler içinde kalmıştı .Kocaman bir kara bir sülük duvarın yukarısına tırmanıyordu. Temas ettiği yerde ıslak ıslak iz bırakıyordu. Olayı çözdü duvarlardaki temizlemeye çalıştığı o kuru, parlak izler sülük izleriydi.

Hemen müdahale etti, ders çalışırken müsvedde olarak kullandığı teksir notları ile duvardan almaya çalıştı alamadı. Vantuzlamış duvarı bırakmıyordu. Merdivenleri koşarak çıktı, binanın bahçesinden kuvvetli iki çöp buldu, koşar adım geri geldi. Çinlilerin yemekte kullandığı gibi tuttu çöpleri, sülüğü tam ortasından maşayla tutar gibi yaptı. Sülük ortadan balon gibi patladı, içindeki sıvı duvarın yüzüne akarken kalan gövde tahtanın dipteki çürüyen kısmına düştü. Mutfağa koştu, boş pet şişeyi musluktan doldurup sülüğün temas ettiği yerleri bol su ile ıslattı, teksir kağıtlarından bir miktarını paçavra niyetine buralara sürerek bir güzel temizledi.

Koridordaki pencereye uzandı onuda sonuna kadar açtı. Hava cereyanında durmamak için gece çalıştığı ders kitabı ve notlarını koltuğuna yerleştirdi, mutfakta ekmeğini her zaman koyduğu yerde biriken kırıntıları avucuna diğer eliyle sıyırıp evden dışarı çıktı. Dışarıdaki hava evden daha güzel gelmişti. Avucundaki kırıntıları alçak olan duvarın üzerine silkeledi. Birkaç adım geride kendiside duvarın üstüne oturdu. Kitabını açıp okumaya başladı, arada bir de ders notlarını inceliyordu. Güvercinler kırıntılara üşüştü, onlara arada bir kırıntı verdiğinden ayaklarının dibine kadar rahatça yaklaşabiliyorlardı. Şimdi sokaktan gelip geçenler aval aval ona bakarken, güvercinlerde kaçışıp tekrar ona doğru sokuluyorlardı.

Zaman epeyce ilerledi, artık kitabındaki yazıları okurken zorlanmaya başladı. Gün akşama dönüşürken güvercinlerin ortalıktan çekildiğini, sokaktan geçen insanların çoğaldığını, yakın binalarda oturanların birer ikişer işlerinden dönüp evlerine girdiğini fark etti. Keşke bu sıkıntılarım bitse, herkes gibi benimde normal bir hayatım olsa dedi kendi kendine..

Ayağa kalktı ders notlarını sıraladı kitabı ile birlikte sağ eline aldı, sol elini sallayarak sokağa yürüyüşe çıktı. Başını önüne eğip dalgın dalgın başka sokaklara daldı. Evinin kirasını günü bir hafta geçmesine rağmen hala verememiş, üstelik harçlığı da kalmamıştı. Acaba havalesi yarın gelirmiydi?

Babasının zar zor bakabildiği kalabalık bir ailenin çocuğu idi. Memlekette iken okuldan çıkar çıkmaz dükkanlarına koşuyor babasına tatil olsa da olmasa da her gün işlerinde yardımcı oluyordu. Şimdi o yalnız çalışıyordu ve kendisine de para göndermek zorundaydı. Bir gün lokantada yemek yerken bunları düşünmüş sipariş verdiği yemeği iptal ettirerek daha ucuzunu tercih etmişti. Sonra da yediği lokmalar boğazına takılmış diğer kardeşlerini gözünün önünde canlandırmıştı birer birer. Acaba onlar şimdi ne yapıyor, hangi ihtiyaçlarına mahrum kalıyorlardı.

Hiçbir tali masrafı yoktu memleketten gelen parasını kirayı ödedikten sonra kuruş kuruş harcıyor, okula bile yaya gidip geliyordu. Lise son sınıftaki şimdi darlaşan pantolonu ve küçülen ceketi giyiniyordu. Aslında Üniversite okuma niyeti yoktu, hevesi vardı ama maddi olanaksızlığı önceden bildiğinden pek şartlanamamıştı buna.. Liseyi başarıyla bitirmiş ve kendini denemek için sınavlara girmişti. Oldukça yüksek puan almanın sevinciyle, babası gayrete gelip onu Ankara'ya gönderince hevesi niyetini aştı. Artık mutlaka tahsiline devam edip tamamlamayı düşlüyordu.

Onikibuçuk liraya alınan karton bir valize eski çamaşırlarını koymuş , boş kalan yarısına da memleketinin havasını doldurarak Ankara'ya gelmişti. Daha sonraları dillere düşmüş bir lakırdı vardır ya Heeyt !!! Ülen İstanbul seni yenmeye geldim..Sanki o da öyle söylemişti o zamanlar.. Heeyt !!! Ülen Ankara seni yenmeye geldim...Acaba kaderinde ne yazılmıştı onun için bilemezdi. Ama çok sıkıntılarla okuyacağı mutlaktı belki.

Dördüncü cadde de bir korna sesi ile irkildi, tam zamanında frene basılmasa bir otomobil
az daha çarpacaktı. Düşüncelerinin yoğunluğunda dalgınlaşmış zaman da iyice ilerlemişti. Saatine baktı evin yolunu tuttu. Ertesi günkü sınavı için erken kalkmalı idi, eve gelince pencereleri kapattı. Ertesi güne hazırlıklarını yaptı hemen yattı. Hiç bir şey düşünmemeye çalıştı, sınava iyi hazırlanmışlığın rahatlığına bıraktı kendisini hemen uyudu.

Sabah kalktı, yine rutubetin verdiği rahatsızlık yüzüne yansımıştı. Terliklerini giyindi
lavaboda yüzünü her zaman yaptığı gibi bol su ile yıkadı. Fazla kurulanmadan havluyu yüzünde
şöyle bir gezdirdi. Çabucak giyindi sınav saatine kadar okulda olmalıydı. Yatağını düzeltti, saçını
taradı, sınav için lazım olan gereçlerini kontrol ederek evden ayrıldı. Yürüyerek Beşevlerdeki
okulunun yolunu tuttu.

Sınav çok iyi geçmişti, beş sorudan dördünü mükemmel birini de hatırlayabildiği kadar
cevaplamıştı. Acıktığını hissetti geldiği güzergahtan yürümeye başladı. Bahçelievler'deki o zaman
var olan Bulvar Sinemasının önünden geçerken gözü afişlere ilişti, Dustın Hoffman'ın Kramer Kramere Karşı filmi oynuyordu. Bu daha önceleri adını duyduğu çok kaliteli bir filmdi, zaten bu adamın filmleri hep konulu ve zevkle izlenebilir oluyordu. Şöyle bir iç geçirdi yoluna devam etti.

Eve yaklaştığında bir bakkala uğradı ekmek, az ötedeki manavdan da irice bir domates aldı. Sokağa girince yorgun ve aç olduğunu daha fazla hissetti. Güvercinler yine ortalıkta yaylıma çıkmış geziniyorlardı. Ekmeğin kıtır yerinden biraz ufaladı duvarın üzerine, artık hurdaya dönmüş olduğu için devamlı açık duran bahçe kapısından içeri girdi.

Eve inerken posta kutusuna umutsuzca baktı, her gün bakmaktan ve eli boş kalmaktan canı yanmıştı artık. Postacının karışık bıraktığı zarfları eline aldı, onlara birer birer göz atarken bir mektubun kendisine ait olduğunu gördü. Heyecanlanmaya başladı havale bildirisine de ulaşınca sevindi, heyecanı mutluluğa dönüştü. Mektup babasından geliyordu, havale bildirisindeki rakama baktı, beklediğinin altında bir para gönderilmişti. Bir an önce çekip kirayı vermeliyim dedi kendi kendine..

Kapıyı açtı, salona geçerken aldığı postadan dolayı biraz heyecanlı, biraz da tedirgin hali vardı. Havale ile gelen para az olsada biraz daha, biraz daha dişini sıkıp idare etmeye çalışması gerekiyordu. Işığı yaktı loşluk aydınlandı yine kıyı köşe her yer göründü.

Açlık dürtüsü ile mektubu hemen açıp okuma isteği birbiriyle yarışıyordu sanki. Ekmekten irice bir parça böldü somyasına oturdu mektubu özenle açtı. Arada bir ısırık hamleleriyle kopardığı lokmalarını yerken bir yandan da mektubunu okuyordu. Mektubun satırlarında gözleri aşağılara doğru düşerken lokmaların boğazına takılmaya başladığını ve iştahının gittikçe kendinden uzaklaştığını geçte olsa fark etti. Mektubun içeriği açlık dürtüsünü yeniyordu.

Mektupta babası işlerinin iyi gitmediğini artık dayanacak gücünün kalmadığını, bundan
sonrası için kararı kendisine bıraktığını yazmıştı. Ama işin aslını kavramıştı o, babası bırak okulu gel diyordu.

Kıyafetini çıkarmadan yatağına külçe gibi uzandı. Yavaş yavaş göz pınarları dolarken, lisedeki başarısını, üniversite giriş sınavındaki puanını, şu anda başarıyla götürdüğü tahsilini terk etme olasılığını ,memlekette babasının işlerini, kardeşlerinin ahvallerini uzun uzun düşündü.

Doluya koydu olmadı, boşa koydu almadı.

Buraya kadar bin bir gayretle geldiği yol sapaklara ayrılıyor, içinde kopan fırtına bu sapakları toza dumana boğarak belirsizleştiriyordu.

Hayat kendini ifşa etmeye devam ediyordu.

Toprağa düşmüş bir tohuma benzetti durumunu, ya içinde çürüyüp kalacak yada üzerinden atıp taze bir filiz gibi gün ışığına çıkarak güneşe uzanacaktı elleri.

12 Ocak 2011 11-12 dakika 15 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (4)
  • 13 yıl önce

    İşte yaşam çeşit çeşit farklılıklar sunuyor insana,okumak için çabalayan,yokluk içinde nefes almaya çalışan başarılı bir öğrenci,diğer yanda her türlü kolaylık sağlanan okula bile gitmek istemeyen öğrenci,arası da var mutlaka..

    Merakla okudum öyküyü,sonunu böyle tahmin etmedim,istedim ki hayatını kolayca devam ettirecek olanak çıksın önüne,yanıldım..

    Çok oldu bi kitap okumuştum adını unuttum,balık hafızası hafızam, ona benzettim öğrencilik hayatının çetin günlerini...

    Vardır elbet bu şartlar altında okumaya çalışan,keşke bilsek yardımcı olmaya çalışsak..

    Etkiledi öykü,

    Selamlar..

  • 13 yıl önce

    çok etkileyici:(

  • 13 yıl önce

    Sayın Kürklü, "sonunu böyle tahmin etmediğini" belirtmiş ama bende de öykünün bitmediği,devamının olduğu izlenimi uyandırdı. Anlatım,konusunun kurgudan çok gerçek olduğu, daha da ileri giderek, kahramanının, yazarı olabileceği düşüncesine de kaptırmıyor değil. Umarım "...güneşe uzanmıştır elleri..."

    Kutluyorum.

  • 13 yıl önce

    günün yazısı olmayı hak etmiş kusursuz bir öyküydü....hayat her zaman gülen yüzünü göstermiyor ne yazık ki...çok üzüldüm okurken....tebrik ederim efendim...nicelerine 👑👑👑👑👑👑