Vakit Nakite Çalarken
Geniş zamanlara yayılmış hayalleri vardı. Ne kadar da sıcaktı tavırları. O gün son kez görmüştüm onu, babamı ziyaret etmek için gittiğim mezarlığın çıkışında... Kulaklarımı tırmalayan işte o ses; ölümün soğuk sesiydi. Neden bu sese eşlik eden hep güz mevsiminin sarı yapraklarıyla, kuş sesleri oluyordu. Oysa ne kadar çok istedim kendimle konuşmayı, doğrulup yattığım yerden. Bekle! diyordu sanki topraktan gelen ses. Beklemeden doğmamıştı ya hiçbir zaman güneş. O da bekleyecekti öyle beni, o gün daha iyi anladım... Hatta unutup beni bekleyen dost toprağımı, birden sohbete daldım...
Son günlerde uyuyamıyorum diyordu genç arkadaşım ve ekliyordu. Sürekli aynı sesi duyuyorum, göz kapaklarımı her yumuşumda. Israr etmek istemedim o sesin ne söylediğini öğrenmek için. O da ısrar etmemi beklemiyor gibiydi zaten... Birlikte çay içmeyi teklif ettim ona, ölümün soğuk ses(sizliğ)ini de alıp köşe başındaki kafeye gittik üçümüz. Birer bardak çay istedik içeri girince, birisi çok açık... Gizemli şeyler düşünüp konuşmamak için söz verdik gözlerimizle birbirimize. Neden bir türlü huzur vermiyordu şu ölüm düşüncesi, demlenmek isterken kafenin daracık balkonunda? Dar mekanlardan, geniş mekanlara nasıl geçilebilirdi acaba?
...
Kendimi unutuyordum çay içerken. Çay içmeyi çok seviyordum evet ama nedeni bu olamazdı... Düşünceler beynimi tırmalamaya devam ediyordu, sorular ise cevap bekliyordu. Toprakta yatan ben değilsem, neden çok sevdiğim genç dostum benimle konuşmuştu mezarlıkta? Beni görebildiğine hala inanamıyorum. Oysa kimseye çaktırmadan her ikindi vaktinde çay içmeye gelirim bu kafeye. Yoksa ben hala toprağın beklediği miyim?
Lisede öğretmenim 'yaşarken ölmek' diye ifade ederdi bu durumu... Kendi kendimle konuşarak geçirdiğim bir ömrün en dar balkonunda ölümümü izliyorum. İkinci çay yudumlanıyor görebiliyorum ama üçüncüye kesinlikle dokunulmamış. Soğuk bir ölüme sıcak bir çay ne kadar da iyi gelecekti oysa...
Ertesi günü kafeye gitmedim ama mezarlığın etrafında dolaştım yine. Neden sonra birkaç kadının mezarlığın çıkışında toplanmış oturduklarını fark ettim... Yüzler ve sesler tanıdıktı, bu defa ölümün soğuk sesinden uzak. Keşfedilmemiş bir soğukluktu bu. Bilinmeyen bir yemeği tatmak gibi... Öyle çekimser, öyle kopuk, öyle tanımsızdı içimdeki ölüm duygusu...
Dün sizden sonra nakit zamanlardan lafladık o genç arkadaşla. Yapmak istediklerini, hayallerini anlatıp durdu nefessiz... Vakit, kazaya bırakılamayacak kadar peşin ve değerli dedim ona, vakti kazaya bırakma! Ama dediğim gibi, bir daha görmedim onu o günden sonra...
Biraz daha yaklaşınca mezarlığın çıkışına gelenlerin annem ve kardeşlerim olduğunu gördüm... Onlar da babamı ziyaret etmek için gelmiş olmalılar. Babam iyi adamdı, vakti nakit ödemeyi severdi. Çalkantılı zamanlardan geçmiş o da ilk önce, bütün babalar gibi. Maddi manevi zorluklar çekmiş öyle ki... Neyse ki toprak sakin, toprak sessiz, bazen beni ürkütmek yerine dinlendiriyor bu sessizlik.
...
Canım bugün kafeye gitmek istemiyor ve gelecek yoruyor içimdeki zamansızlığı. Gitsem biliyorum, yine oğlum olacak kafede. Ben konuşsam da beni duymayacak. Ona bir daha gelmemesini söyledim en sonki rüyasında. Artık beni değil kendisini düşünmesini salık verdim, vakit nakite çalarken.
Gün bitti burada, bir daha güneşe çalar mı akşam bilmiyorum. Bugünlerde sadece mezarlıktaki çiçekleri sulamak için dolaşıyorum etrafta. Oysa aynı anda bir sürü iş yapmayı severdim bir zamanlar. Bir de mezarlık kitabelerine ufak notlar karalıyorum, küçük ç/akıl taşlarıyla. Sanırım ilk yazım gibi biraz karmaşık son yazım da...
Alın yazımız anlatsın, biz anlatmadan ayrılığı
Birleşen yollardan kalan mutlu zamanları
Beklemeyin beni sevdiklerim, burada güneş b/aşka doğar
Biter her şey, her şey yeniden başlar
Hiç durmadan vakit nakde çalar
Güzel bir öykü kotarılmış. Vaktin nakite çaldığı zamanları iyi değerlendirmeli ki hayatın bir tekrarı daha yok değil mi? Kutlarım Şulecan içtenlikle...👍
Beğenerek okudum enfes bir öykü olmuş kardeşim selamlarımla.