Vapur İskelesinde

Deniz, sisli bir sabaha uyanmıştı. İskele, balık kokan bir sessizliğe bürünmüştü. Tahta bankın üzerinde oturan yaşlı adam, parmaklarının arasından kayıp giden sigarasının dumanını seyrederken, son yolcusunu almış vapur, Boğaz'ın serin sularını yararak uzaklaşıyordu.


Yaşlı balıkçının yanına iliştim. Sararmış bıyıkları, kırışıklarla dolu yüzünün tek süsüydü. Gözleri, uzaklarda bir noktaya takılı kalmıştı. Belki de kırk yıl önceki bir anıya... Belki de sadece ufukta kaybolan vapurun ardından bakarken, kendi hayatının da nasıl akıp gittiğini düşünüyordu.


"Bekliyor musun birini?" diye sordum.


Başını yavaşça çevirip bana baktı. Yarım asrın yorgunluğunu taşıyan bakışlarıyla gülümsedi.


"Kimi bekleyeceğim artık? Hepsi gitti."


Cebinden çıkardığı solmuş bir fotoğrafı uzattı bana. Parmaklarının arasından alırken, onun geçmişe dokunduğu yerlere dokunuyordum şimdi.


"Lodos vardı o gün," dedi. "Karım ile kızım, vapurla karşıya geçeceklerdi. Ben balığa çıkacaktım. Onlara, 'gitmeyin bugün' dedim. 'Lodos kötü eser, deniz dalgalıdır' dedim. Dinlemediler."


Fotoğrafa baktım. Güneşin altında gülümseyen bir kadın ve küçük bir kız çocuğu. İkisinin de gözlerinde aynı ışıltı vardı – yaşam sevinci.


"Vapur batmadı elbet," diye devam etti yaşlı adam. "Ama kaderde ayrılık varmış. İşlerini hallettikten sonra başka bir vapurla döneceklermiş. Ben denizdeydim. Onlar kıyıda... Sanki bir el bizi ayırıyordu usulca. O gün döndüğümde evde kimseyi bulamadım. Meğer teyzesi hastalanmış, ona bakmaya gitmişler. Karım öyle mektup bırakmıştı masanın üstüne."


Cebinden ikinci bir fotoğraf daha çıkardı.


"Aradan bir hafta geçti. Sonra bir ay... Hiç haber yoktu. Ben de arkalarından gitmedim. Gururuma yediremezdim. 'Gelirler' dedim. 'Elbet dönerler' dedim."


Elini omzuma koydu, sanki bir şey anlatmaktan yorulmuş gibi. İskelenin tahtaları ayaklarımızın altında gıcırdadı. Martılar başımızın üzerinde çığlık çığlığa uçuşuyordu.


"Neden dönmediler?" diye sordum usulca.


"Kaderin cilvesi..." dedi. "Evleri basılmış o gece. Teyzesinin evini... Kurşunlar varmış, bıçaklar... Kan..."


Sustu. Denizin ortasındaki martılar, mavi suyun üzerine konan beyaz birer tüy gibiydi şimdi. Rüzgâr, yaşlı balıkçının gözündeki nemi kuruttukça, ben de içimde büyüyen düğümü hissediyordum.


"O günden beri her sabah buradayım," dedi. "Belki bir mucize olur diye... Belki bir gün o vapurdan inerler diye..."


Yaşlı adam, solmuş fotoğrafları özenle cebine yerleştirdi. Kırk yıldır aynı bankta oturup aynı ufka bakıyordu. Kırk yıldır aynı vapurları izliyordu. Kırk yıldır aynı umutla bekliyordu.


"Balığa çıkmıyor musun artık?" diye sordum.


"Çıkıyorum," dedi. "Ama artık balık için değil. Denize açıldığımda onlara daha yakın hissediyorum kendimi. Sanki onların sesi dalgaların arasında. Sanki onlar da bir yerlerde beni bekliyorlar."


Gökyüzü aniden karardı. Bulutlar, sanki yaşlı balıkçının hikâyesine ağlıyormuş gibi yağmur damlaları bırakmaya başladı yeryüzüne. İnce bir sızı gibi yağan yağmur, iskeleyi ıslattı.


Ben kalkıp gitmek için davrandığımda, yaşlı balıkçı kolumdan tuttu:


"Biraz daha otur," dedi. "Biraz daha konuşalım. Belki birazdan gelirler. Kim bilir..."


İskelenin tahta basamaklarından aşağı doğru akan yağmur suları, denize karıştı. Yağmur damlaları, yaşlı balıkçının umutları gibi denizin sonsuzluğunda kaybolup gitti.


O gün akşama kadar yaşlı balıkçıyla oturduk iskelede. Gelmeyen vapurları bekledik. Dönmeyen insanları... Yaşanmayan hayatları... Ve ben, vapurların ardından bakan o gözlerdeki umudun, hayatta insanı ayakta tutan en güçlü duygu olduğunu anladım.


Vapur iskelesinden ayrılırken, onun hâlâ orada, tahta bankın üzerinde oturduğunu gördüm. Bekleyişin, belki de en güzel aşk hikâyesi olduğunu düşündüm.


O akşam evime dönerken, insanın kaybettiklerini değil, kaybetme ihtimali olanları daha sıkı tutması gerektiğini hissettim. Ve anladım ki, beklemek bazen yaşamak demekti; bir umut taşımak, nefes almakla eşdeğerdi.


Aylar sonra o iskeleye tekrar gittiğimde, tahta bank boştu. Yaşlı balıkçıdan eser yoktu. Belki sonunda kavuşmuştu beklediklerine... Belki artık beklemekten vazgeçmişti... Ya da belki de yalnızca, başka bir iskeleye taşımıştı umutlarını.


Deniz, aynı denizdi; vapurlar, aynı rotada gidip geliyordu. Ama tahta bankta oturan yaşlı adam, hikâyesiyle birlikte yok olmuştu. Geriye sadece iskeleyi yalayan dalgaların sesi ve martıların çığlıkları kalmıştı.


Turgay Kurtuluş


13 Mayıs 2025 4-5 dakika 4 öyküsü var.
Yorumlar