Veda
Her şey babam gittikten sonra başladı. İnsanın bir gideni oldu mu kalmakta ne kadar da zorlanıyor. Çünkü kalmak kadar çaresizce ve acizce bir eylem yok şu yer yuvarlağında. Sevgisizlik gibi başlangıcı olmayan ya da hiç kelimelere dökülmemiş bir duygu değil bu. Aksine başlangıcı olan ve çoğalan koca bir yığının yok olmasına benzeyen bir enkaz sanki.
İnsan insanını kaybettiğinde, hayatını milattan önce-milattan sonra diye ayırma ihtiyacı hissediyor. Babam gidince de öyle oldu benim için. Başta hayatımı paramparça etmek istedim ama her parçaya ayrı bir isim bulmakta zorlandım. Çünkü o kadar çok kelime birikmemişti içimde. Yaşım babamın yaşının yarısı bile değildi henüz. Bildiklerim ise onunkilerden ne eksik ne de fazlaydı. Vazgeçtim. İkiye böldüm hayatımı. Bir tarafı 23 bir tarafı 1 kaldı. Bu kıyasta sağ tarafın tazeliğine üzüldüm kimi zaman. Bazen de diğer tarafın geçmişle geçememiş haline takılıp düştüm. Düştükçe hatırladım, hatırladıkça düştüm.
Günler parmak hesabı yapılamayacak kadar hızlı geçti, duraklamak istedi bedenim. Kulaklarımda engelleyemediğim bir takvim yaprağı hışırtısı uğuldadı. Onu geriye doğru mu kımıldattım, ileriye doğru mu atlattım; bilemedim. Durmak istedim. Babamın bir zaman durup bana baktığı o tarihlerdeki gibi. Bir babanın bakışının, kızının gözlerinin içine dolduğu ve yüreğine aktığı o mevsimlerdeki gibi. Gidişinin sonbaharla kış arası kendine yer bulamayan bir hali vardı. Akşam üstleri ayaz esmeye başlamıştı. Güneş benim gibi saklanmıştı kuytulara. İstanbul, şairlerin haykıra haykıra şiirler düzdüğü bu şehir, o gün bana ne kadar kafiyesiz gelmişti. Tutup dizelerinden kendimi aşağıya çekmek istemiştim. Yusuf'un hüzün kuyusundan beni bir Yakup misali kurtarmasını beklemiştim. Bedeninin, zihninin ne kadar yorgun ve kırılgan olduğunu unutuvermiştim. Belki benim istediklerimi benden daha çok isterken yorulmuştu onlar. Yıllarca koca koca kitaplar devirmiş ama onun yüreğini okumayı becerememiştim, kabul ederim.
Bakışlarının gözlerinden uçup gittiği zamanlarda, dünyaya sığamamanın ne olduğunu öğrenmiştim onunla. Ne kadar çok üşüdüysem o kadar yaz göndermişti bana Yaradan. Hafızasını yoklarken rastlayamadığı binlerce kelimenin arasından sıyrılıp bana koşan 'kızım' kelimesiyle tekrar güneş açmıştı. 'Çok şükür iyiyim' lerde ise fiyakalısından bir gökkuşağı belirmişti hanemizde. Farkında değildi ama dünya güneş etrafında dönmeye devam etmişti o zamanlarda. Ben, birlikte anlattığımız İstanbul masalına kahraman olarak kabul edilmiştim. Ona müjdeyi verdiğimde cılız sesindeki 'yaşasın' otobüs biletim olmuştu, hem de cam kenarından. İçim ikiye bölünmüş, hüzünle sevinç karışımı bir mide bulantısı çöreklenmişti sol yanıma. Bu kadar kargaşanın ortasında, arkama baka baka gitmeye çalışmıştım uzaklara. Bozkırın sarı sıcağından deniz kokan şehirlere varmıştım. İçim dar boğazdayken karşıya geçmeye çalışmıştım. Babamın en gerçek haliyle benim en yalan halim köprü olmuştu şu denizde. Daha kaç kulaç gerekecekti yaşaması için hesap edememiştim. Yirmi üç yıllık nefesimi savurgan kullanmış, ona yetiştirememiştim. İlk defa matematikten, şu hesapçı hallerden bu denli nefret etmiştim. Kendime edindiğim 1' i sessizce bitirmiş; 23' ün içinde de 'veda' kelimesinin anlamını unutmuş bir adama, babama, veda etmiştim.
Baştan sona hüzünlü bir öykü. Bir baba ile kızı arasındaki duygusal yoğunluk ve ilişki gerçekten çok özeldir ve hiç bir yere koyamazsınız o birlikteliği kimsenin görmediği, hissedemediği değişik duygu ve tatlardır. Onun kaybedilişi genç sayılabilecek bir çocuğu duygusal olarak derinden etkiler. Ne diyelim sabır ve metanet dilemekten başka...👍