Virane

Orçun, talebe cemiyeti başkanıydı. Herkesin Ağabey dediği, yirmi beş yaşında olmasına rağmen, otuz yaşlarında zannedilen, devam mecburiyeti olmadığı için, derslere devam eden öğrencilerin en ağırbaşlısı, en aktifiydi. Herkese sözü geçerdi. Yanında her zaman beş on kişi olurdu. Ayağa kalktı mı erkeklerin hepsi kalkar, gerektiğinden çok sayarlardı. Tuhafıma giderdi.

Akşam İstatistik sınavımız vardı. Onun için bizimkiler, tam kadro gelmişlerdi. Okulun etrafı öğrenci doluydu. Orçun'la grubu da Demli Çay Bahçesi'ndeydi. Onu görünce hemen yanına gittim:

_'Biraz görüşebilir miyiz, Orçun?' dedim. Hemen:

_'Tabi bacım! Hayırdır, İnşallah!' dedi.

Biraz ilerideki masaya geçtik:

_'Çay?' dedi.

_'Demli olsun, gözlerimi açamıyorum; çok uykusuzum. Bak sana ne diyeceğim!'

_' De bakalım!'

_'Hani bir ara sana yaşlı bir adamdan bahsetmiştim. Necmettin Dede'den... Hatırladın mı?'

_'Kimdi o? Hatırlatsana biraz.'

_'Hani Neşe'yle gittiğimiz, Akademi'nin karşısındaki ağaç oyan dede... Hani biblolar, oyuncaklar falan...'

_'Ha, evet! Hatırladım. Harabede kalan...'

_'Evet, işte o! Onunla konuşsak, o evi temizletsek, yurt parasını ödemekte zorluk çeken erkek arkadaşları oraya yerleştirsek? Hem dede o yaşta canını dişine takarak çalışmaz, sadece can sıkıntısından yapar o yaptıklarını. Çocuklar az da olsa bir şeyler ödeseler, ona yeter de artar bile. Ev altı oda... Kocaman iki salonu var. Sadece son derece harap ve pis... İhtiyacı olan arkadaşları toplayalım, içindeki çöpleri attıralım, süpürtelim, yıkatalım, sildirelim; bak, nasıl olacak orası! Ne dersin? Hepimiz evlerimizden bir şeyler getiririz. Eve benzer. Babaannenin yurdundan bin kat daha iyi olur. En azından ferah! Hem biraz para kazanır, hem çocuklar ona can yoldaşı olur; yaşama zevki verir. Yalnız, uyumlu kişileri seç. Gerçi seni bilirler, hiç biri baş kaldıramaz da... Beş altı kişi olmayacaklar ki! Yirmi kişi bile barınabilir orada rahat rahat. Yalnız, asayişi sağlayabilmek için başlarına senin gibi birini koymak lazım.'

_'Çayın soğuyor. Hem iç hem konuş.'

_'Konuşma sırası sende. Ben diyeceğimi dedim.'

_'Peki, kiralanan ev başkasına kiraya verilir mi?'

_'Aferin sana! Yusuf Nihat Alatlı'yı iyi dinlemişsin. Hukuku bırak. Onu ben halledeceğim. Olur mu, olmaz mı? Ne diyorsun?'

_'Olur da olmaz da... Önce evi bir görelim. Dedeyle konuşalım. Sonrası kolay!'

_'O zaman şimdi gidelim! Derse elli dakika var.'

_'Haydi bakalım! Yaptın yine yapacağını! Kandırdın ya beni. Dedeyi de kandır da göreyim marifetini.'

Konuşarak gittik. Dede, her zamanki yerindeydi. Önünde oyuncakları... Hayat başa mı sarıyordu ne?

_'Kolay gelsin, dede!' dedim. Ona ilk defa böyle hitap ediyordum. Önce hayretle yüzüme baktı. Sonra gülümsedi. Dudakları titriyor, gözlerinin içi, gülüyordu. Devam ettim:

_'Bak, sana kimi getirdim! Bu Orçun! Bizim talebe cemiyeti başkanı...'

_'Gel bakalım delikanlı!'

_'Selamün aleyküm dede! Nasılsın?'

_'İyi evlat; nasıl olsun? Yuvarlanıp duruyoruz işte!'

Birer tabure getirdi, yeni yapıldığı belliydi. Lafa bir yerlerden başlamak amacıyla, cevabını bildiğim halde sordum:

_'Sen mi çaktın bunları?'

_'Evet ya... Sizler geliyorsunuz, oturacak yer yok.'

_'Dede, diyorum ki istersen senin bu evini temizleyelim. Boyayalım, eşyalar koyalım. Ne dersin?'

_'Çok para ister, çok! Benim gücüm yetmez ona.'

_'Sen onu bize bırak. Senden sadece izin istiyoruz, para değil.'

_'Nasıl olacak o iş?'

_'Sen izin ver hele! Ondan sonra gör, nasıl olacağını!'

_'Benim odama dokunmayın da ne yaparsanız yapın! Benim için fark etmez. Öyle de olur, böyle de... Bu ömür buraya kadar geldi ya bundan sonra öyle de biter, böyle de... Hayat boyu rahatımı aramadım ben. Nasıl yaşamış İslam Peygamberi? Eş yok, evlat yok. Bir canım var. Bir lokma, bir hırka... Derviş hayatı...'

_'Dede, yarın hemen başlayacağız biz. Sen işine bak. Hiç karışma. Bitince çok beğeneceksin!'

_'Ne gereği var çocuklar? Bir sürü zahmete gireceksiniz benim için.'

_'Mekânı beraber kullanıyoruz sayılır. Her gün buradayız. Biraz da bize ait... İçi dışı, her yeri tertemiz ve bakımlı olsun; içimize sinsin!'

Orçun'un da yüzü gülüyordu. Bir süre aralarında konuşup, birbirlerini tanımaya çalıştılar. Sonra da beraberce evin her yerini gezip, geldiler:

_'Orçun, nasıl buldun evi? Olur, değil mi?'

_'Epey işi var. Bazı yerleri göçmek üzere... Oralar elden geçecek, sağlamlaştırılacak. Çatı beş altı yerden akıyor olmalı ki tahtaları çürütmüş. Çatı aktarılacak. Kırık camlar değişecek. Ağır bir rutubet kokusu var içerde. Badana boya kolay... Bursa'nın tahtakuruları meşhurdur. Binayı baştan sona ilaçlamak, bir müddet her yeri kapatmak lazım... Tamirat bitsin, camları takılsın, ondan sonra...'

_'Bahçe nasıl? Beğendin mi? Ağaçlar birbirine girmiş, çiçekler nefes alamıyor. Budattıracağız. Çocuklardan biri ikisi anlar bu işlerden herhalde. Herkes bir yere el atsa, bir haftada evin yüzü güler, değil mi?'

_'Bir hafta, iki hafta... Orası belli olmaz. İşin içince girince belli olur, ne kadar zamanda biteceği. Haydi, şimdi gidelim, sınava geç kalıyoruz! Allahaısmarladık, dede! Hoşça kal!'

_'Dedem, dedem, dedem! Dua et bize! Derslerimizi verelim, bütün işlerimiz kolaylaşsın! Haydi, hoşça kal!'

_'Siz de bana dua edin de sizin gibi genç olayım! Haydi, bakalım; güle güle! Allah yardımcınız olsun!'

Yolda, Orçun; dedeye projemizden neden bahsetmediğimi sordu:

_ 'Merdiven basamak basamak... Yavaş yavaş olur, olacak, olmalı, oldurmalıyız. Birden bire o kadar yükleme yapamazdım.' diye cevap verdim. Sonra da sesli düşünmeye başladım:

_'Emeğimiz ve harcamamız boşa mı gider? Neden gitsin? En azından temiz bir mekânımız olur. Emeğimiz olduğu için daha rahat girer çıkarız. Nasılsa boş bir yer, değerlenmiş olur. Pastanelere, çay bahçelerine para yetiştirmeye çalışacağımıza, bir şeyler alır, burada pişirir, garibanları da doyururuz. Bu durumda orada kabuklu yumurta yenmez! İçeri girince evhamdan mı, tozdan mı, yılların mikrobundan mı nedendir, kaşınmaya başlıyorum. Her tarafım kabarıyor! Eve gidince dezenfektanlı suyla yıkanıyorum; inanmazsın!'

Sınavdan çıkınca, grubu kantinde topladık. Evin durumunu ve yapılması gereken işleri kabaca anlattık. İçlerinden birisi:

_'Çatı aktarmak kolay!' dedi. Ben anlarım o işten. Bizim evin damını kaç kere aktardık, babamla. Birkaç tane beş onluk tahta aldık mı tamam; merak etmeyin!'

Süpürge, faraş, testere, budama makası, deterjan, kova, hortum, temizlik bezleri gibi aklımıza ne geldiyse, uzun bir liste yaptık. Böyle şeylere para vermek istemiyorduk. Kim neyi, nereden temin edebilecekse söyleyecek ve sabah gelirken getirecekti. Kısa sürede görev dağılımı yapıldı. Kim ne getirebilecekse, aklına yazdı; ben de onun adını o nesnenin karşısına yazdım.

Kararlaştırdığımıza göre, ne alacaksak, ne bulacaksak, bugünden sağlayacaktık. Ertesi gün cumartesiydi, akşama kadar çalışacaktık. Pazar günü her yer kapalıydı. Sabah sekizde hepimiz okulda olacak, hep beraber gidecektik. Önce içerdeki kalıntılar atılacak, her yer yıkanacak, iyice temizlenecekti. Sonra da aramızda para toplayıp, tamirat için malzeme alacak, camları taktıracaktık. Badana ve boya işi sonraydı.

Görüştüğümüz kişiler de sözlerinin geçtiği en yakın arkadaşlarını getireceklerdi. Bir an önce başlayıp, bitirmek istiyorlardı. Ahmet:

_'Enerjimizi sokakları arşınlamaya harcayacağımıza, faydalı bir işe harcarız; sevap olur!' diyordu. Hiç biri asıl niyetimizi bilmiyor, sadece dedeye yardım edeceğimizi zannediyorlardı.

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ... 10. Öykü...

Not:: Bin bir tane olacak. İlk üç yüz öykü yazıldı. Devam Ediyor.

15 Mayıs 2010 7-8 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar